“Elbet bir hinlik vardır seni sevişimde”
Geçen haftaya Star Gazetesi Necip Fazıl Ödülleri’nin ikinci kez dağıtıldığı tören damgasını vurdu. Dikkatler törene odaklandığı için ödül sahiplerinin sanat, edebiyat ve düşünce hayatımızdaki önemine sıra gelmedi. Belki sonraki zamanlarda sıra gelir. Bu yazıda ödül töreninde öne çıkan Nuri Pakdil, Rasim Özdenören ve İlhan Kutluer’in 1980’li yıllarda düşünce dünyamıza olan etkilerinden bahsetmek istiyorum.
12 Eylül askerî darbesinden sonra neredeyse her alanda tam bir sessizlik vardı. “Düşüncenin kuduz bir köpek gibi kovalandığı” yıllardı. Nobranlık bizim köy hayatımıza dahi hâkimdi, köyde birkaç kişinin evinde kitaplık olmasına rağmen onlar da bu kitaplıkları boşaltmışlar, ya ulaşılmayacak bir yere gömmüşler ya da yakmışlardı. Birçoğumuz için okunması gerekli kitapları bulmak ciddî bir emeği gerektiriyordu. Ancak üniversiteye başladığımız yıllarda okunması gerekli kitaplara ulaşabildik. Hakikaten müthiş bir açlıkla okuyorduk. Öğrenci evleri tam bir özgürlük ortamıydı. Ne bir cemaatin üyesiydik, ne de bir gruba bağlanma ihtiyacımız vardı. Gönlümüzü kitaplara kaptırmıştık. Bu dönemde Rasim Özdenören; Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Ruhun Malzemeleri, Çok Sesli Bir Ölüm, Çözülme, Gül Yetiştiren Adam gibi kitaplarıyla yeni bir öğrenci ve yeni bir okur tipinin ortaya çıkmasında belirleyici olmuştu. Yeri gelmişken Michael E. Meeker’in Müslüman Aydın ve Okuyucuları başlıklı makalesini Gerçek Hayat okuyucularına hatırlatmak isterim. Özdenören’in kitaplarından bazıları piyasada olmadığı için “edebiyat dergisi yayınları” baskılarını bulmak gerekiyordu.
İzmir’de Şükrü Karatepe öğrenci evlerinin entelektüel ortamına az değer katmamıştır. Bizim arkadaşlar Nuri Pakdil hakkında kırıntı kabilinden bilgilere sahip olsalar da bu, onu tanımamıza yeterli değildi. Nuri Pakdil herhangi bir süreli yayında yazmıyordu ve eserlerini bulmak zordu. Galiba Nuri Pakdil’den ilk defa bahseden bizim Bahattin Ağabey’imizdi. İşte o günlerde Şükrü Karetepe, bize, Nuri Pakdil’i ayrıntılı bir şekilde tanıtmıştı. Sayın Karatepe, keşke İzmir’den hiç ayrılmasaydı, eminim yeni kuşağın fikrî bakımdan gelişip serpilmesi sürecinde İzmir’de daha etkili bir rol oynardı. Bağlanma ve Batı Notları’nı Fikri Cumur dostumuzun Ankara’dan bulup getirmesinin üzerinden onca sene geçmiş olmasına rağmen o günkü heyecanlar hâlâ tazeliğini korumaktadır. O yıllardan İlhan Kutluer’in İki Denizin Birleştiği Yer ve Modern Bilimin Arka Planı adlı eserlerini saymamak olmaz. Sayın Kutluer’in Malik Bin Nebi’den yaptığı bir tercümenin de düşünce dünyamızda çok ciddî etkileri olmuştur. Bahsettiğimiz yazarlar ve eserleri, farkında olmadığımız bir dünyanın kapılarını açıp korkmadan içeriye girmemizde öncü oldu.
Ödül sahiplerinden Rasim Özdenören, İlhan Kutluer ve en az onlar kadar önemli birkaç yazar eserleriyle öğrenci evlerinin sağladığı özgürlük ortamında birbirinden bağımsız gençleri kültürel anlamda birbirine yaklaştırıyordu. Onların eserleri yeni okur tipini besleyen bir damardı. Bu yazarlarımızın ortak özelliklerinden biri kendilerinin de bir arayışın içinde olmalarıdır. Okuyucusuna herhangi bir doğruyu dikte eden bir üsluba sahip değildiler. Doğrudan dinî konularla ilgilenmiyorlardı. Bilim, sanat ve edebiyat sahasında epeyce çeşitlilik arz eden konular hakkında belirli bir çerçevede şahsî yorumlarını paylaşıyorlardı. Bu yorumlar da her türlü tartışmaya açıktı. Bu tartışmaların yaşanılan zamana dair ciddî bir duyarlılık oluşturduğunu söyleyebiliriz. Onlar ne kadar bireysel yorumlarını okuyucuları ile paylaşıyorsa, yeni okur da o kadar bireysel bir tecrübe ile donanıyordu. Herhangi bir cemaat ya da grubun belirlemiş olduğu bir çerçevenin dışında, bağımsız kimlikler ortaya çıkıyordu. Elde edilen birikimler bireyseldi ve farklılıkları doğuruyordu.
Bugün dağıtılan ödüller münasebetiyle yapılan eleştirilerde anılan yazarlardan özellikle Nuri Pakdil ve Rasim Özdenören’in Necip Fazıl’a “ihanet ettikleri” yönünde görüşler ileri sürülüyor.
Buradan hareketle ödülün onlara verilmesinin yanlışlığı dile getiriliyor. Bunun haksız bir değerlendirme olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar İslamcı söylemde bir devamlılık söz konusu olsa da hem üslup hem de içerik bakımından önemli bir değişim vardı. Bu bir ihanet değil, zorunlu bir değişimdi. Zaten yeni okur tipinin en belirgin özelliği de eleştirilen değişimden besleniyor olmalarıydı.
Michael E. Meeker’in belirttiği gibi yeni okur tipinin en belirgin özelliklerinden biri 60’lı ve 70’li yıllardan farklı olarak sosyal bilimlerde öğrenim görüyor olmalarıydı. Sosyal bilimlerin farklı şubelerinde öğrenim görmekte olan öğrenciler yeni dönemde, var olagelen kültürel hâkimiyetin kırılmasında ve yeni bir İslamcı söylem biçiminin varlık kazanmasında aktif bir rol oynamaktaydı. Bu rolün doğal bir sonucu olarak “kavgacı” bir okur tipi gittikçe görünür bir hâle geliyordu. Üniversitelerin kantinlerinde, dersliklerde, yurt odalarında ve en önemlisi de bağımsız öğrenci evlerinde yeni okuru görmek mümkündü. Dolayısıyla yazarlarıyla birlikte değişen bir okur söz konusuydu. Bu durum İslamcı söylem biçimine meşruiyet kazandırdı. Millî Görüş çizgisinin 90’larda kazandığı siyasal başarıyı biraz da bu süreçle ilişkilendirerek değerlendirmek gerekir.
Bu dönem kısa sürdü, devamlılık sağlanamadı. Kesin bir tarihlendirme ile bu dönemin başını ve sonunu belirlemek mümkün değil. Ne acıdır ki bahsettiğimiz yeni okur tipine sonraki yıllarda farklı İslamî kesimler tarafından cüzzamlı muamelesi yapılmıştır. Onların yerini kişisel gelişim kitapları yazarları ve okuyucuları aldı. Bu bir fikrî savaştı ve kişisel gelişimciler kazanmıştı. Kitapları milyon adediyle satılıyordu. Artık yeni okur, kesinlikle kozmopolit bir kimliğe sahipti, yerel değildi, belirli bir temelden yoksundu. Gariptir, kişisel gelişimci yazarlardan biri, ödül töreninde yapmış olduğu konuşmadaki bir cümlesinden dolayı Nuri Pakdil’i küfre düşmekle itham edecek kadar ileri gitti. Bu ithamın yapılmasına şaşırmamak gerekir. Çünkü bahsettiğimiz iki yazar ve okur tipi birbirine derinden bir karşıtlık içindeydi, fakat geniş kesimler tarafından görülmüyordu. Şimdi bu karşıtlık su yüzüne çıkmaya başladı. Kim bilir, belki gerçek bir fikrî mücadele şimdi başlamaktadır.