Söz bir kez daha milletindi…

Her seçim, yeni bir başlangıç ya da tarihe geçecek dönemlerin işaret fişeği oldu ülkemizde. Her ne kadar çok partili sisteme geçilse de 1946 seçimlerinde sandıklar “açık oy gizli tasnif/sayım” uygulamasıyla açıldı. Buna rağmen CHP’nin ‘payından’ Demokrat Parti’ye düşen 65 vekil, Türkiye’nin gelecekteki kader adamları oldu. CHP’nin tüm engellemelerine rağmen o gün, başka bir partinin temsilcileri olarak meclise girmeyi başaran Celal Bayar ve Adnan Menderes’in zihninde, millettin kendileri için çizdiği gelecek tezahür etmişti. Bu yüzden de 1950 seçimlerinde “Yeter Söz Milletin” sloganını kullanmışlardı.

Bu sefer “gizli oy açık sayım” ile açılan sandıklardan yüzde 53’lük zaferle çıkan Demokratlar’ın başlattığı o yürüyüş, halkın her daim iktidar olma ve kendini yönetme azmiyle 71 yıldır devam ediyor. Darbelere, ara dönemlere, kapatılan partilere, liderlerin siyasetten el çektirilmesine, zamana, imkânlara ve dünya düzenine kafa tutan halkın bugün geldiği son nokta ise 16 Nisan referandumuydu.

Tek parti döneminin CHP’sinin, Demokrat Parti’nin namzedi olma iddiasıyla doğan ancak koalisyonlardan kendilerini bir türlü kurtaramayan diğer partilerin sözü tamamen millete bırakmak gibi bir düşüncesi olmadı. Hatta bundan kaçındılar. Bu zihniyet, halkın tek başına söz sahibi olmasının sonuçlarından emin olamıyordu çünkü. Demokrat Parti’nin seçim tarihine geçen başarısının altındaki düşüncenin en kısa özeti olan “Yeter Söz Milletin” sloganına karşı 27 Mayıs darbecilerinin sloganı neydi biliyor musunuz? DP’nin afişinde tek bir el vardı, o el de milletin eliydi. Oysa darbecilerin afişlerinde 3 tane el vardı. Bir elin altında ‘basın’ yazıyordu, bir elin altında ‘üniversite’, ortadaki en büyük elin altında ise ‘Türk Ordusu’. Altında da dalga geçiyormuşçasına “Söz Milletindir” yazıyordu. Millet, sözünü adil seçimlerle söylemiş, kendisini kimin yöneteceğine karar vermişti. Ancak bu seçilmiş hükümet, önce basın eliyle darbeye maruz kaldı, sonra devreye üniversiteler sokuldu. Üniversiteler, hükümete başkaldırının ve karışıklıkların merkezi haline getirildi. Son darbe ise ordudan geldi. Halkın iradesine darbe yapılmış, milletin ‘yeter’ diye kalkan eli, basın, üniversiteler ve ordu zoruyla kırılmıştı. Onlara göre milletin sözü böyle olmalıydı. Millet, onlar ne derse onu tekrar etmek zorundaydı.

27 Mayıs Darbesi’nden sonra 1961 Anayasası için referandum yapıldı. 80 darbesinden sonra ise 1982 Anayasa Referandumu yapıldı. Türkiye’nin bir darbenin gölgesinde yapılmayan ilk halk oylaması ise ancak 1987 yılında yine anayasa değişikliği sebebi ile gerçekleşti. Türkiye’de yapılan bu üçüncü halk oylaması, darbe yasaklarını kaldırıyordu. 1988 Anayasa Değişikliği Referandumu ise ‘hayır’ oyu çıkan ilk oylama olmuştu. Oylamaya sunulan konu sadece yerel seçimlerin 1 yıl erkene alınmasından ibaretti. (Bir yıl arayla gerçekleşen bu 2 referandumda da Başbakan koltuğunda rahmetli Turgut Özal vardı.) Cumhuriyet tarihi boyunca 4 kez uygulanan halk oylaması metodu, 15 yıllık AK Parti döneminden bu yana 3. kez gerçekleşiyor. 15 yılda üç kez kararı halka bırakan bu anlayış, Demokrat Parti’nin darbelerle engellenen “Yeter Söz Milletin” çıkışının tam bir yansıması.

Bir daha uzunca bir süre referandum konusunun konuşulmayacağını düşünerek verdim bu bilgileri. Evet, biliyorum ki referandum, seçim ve sonuçlar üzerinden yapılan yorumları takip etmekten yorulduk. 16 Nisan sonrasına bakalım düşüncesine hızlıca geçiş yaptık artık. Fakat bu toprakların ve milletin hafızasına kazınan gerçekler bunlar. Daha dün 15 Temmuz darbe girişimini püskürttük değil mi?

1961 darbesini yapıp halkın diliyle siyaset yapan Adnan Menderes ve arkadaşlarını darağacına gönderenler, 1965’te yok etmek istedikleri Demokrat Parti zihniyetinin izdüşümü olan Adalet Parti’sinin tek başına iktidar olabileceğini hesap edememişti. Bu ülkenin değişmez kaderlerinden birisi de darbecilerin girdikleri ilk seçimde kaybetmesi olmuştur. Öyle ki; 12 Mart 1971 darbesini yapanlara itiraz eden Bülent Ecevit’in partisi CHP’yi bile 1973 seçimlerinde birinci parti yaptı bu halk. Yeter ki kendinden yana olsun, iradesine sahip çıksındı. Ne kadar hazin değil mi, CHP’yi son kez zirveye darbe karşıtlığı taşımıştı.

12 Eylül 1980’de sokaklar kan gölüne çevirip siyaseti ortadan kaldıranlar muhafazakar Turgut Özal’ın 1983’te tek başına iktidar olacağını ön görememişti. 28 Şubat’ı yapanlar da aynı hataya düşmedi mi? Askeri, medyası, bürokrasisi ve siyasetçileri ile Necmettin Erbakan’ı iktidardan indirenler halkın 3 Kasım 2002’de sandıkları patlatacağını hiç hesaplamamıştı. Halk bütün darbeleri üzerine alınıp ilk seçimde gereğini yaptı. 2007’deki e-muhtıra ve 367 kararı karşısında da bu duruşunu muhafaza eden millet, 15 Temmuz’da ise darbeye geçit vermedi.

Milletin feraseti bütün hain planları bertaraf ederken, Türkiye’de bir günde nelerin değiştiğini, tarihin akışının nasıl yeni hedeflere yol aldığını ısrarla göremeyenler, bu kaçınılmaz gerçeğin farkına ne zaman varacaklar bir tek bunu öngöremiyoruz. Şimdi 2019’da sandık tekrar önümüze gelecek. 2.5 yıl var. Bu sefer tarihin en uzun seçimini yapacağız. Muhtarından hükümetine ve cumhurbaşkanına kadar siyasetin bütün ara ve ana yöneticilerini aynı gün belirleyeceğiz. Ortada kesin olan bir sonuç var; halk 70 yıldır kimi seçeceği kadar kimleri seçmeyeceğini de çok iyi biliyor.