Saat tam 10:15. Ağır ağır çıkıyor merdivenlerden. Etrafına bakınıyor. Elinde, belli ki yolda gelirken bindiği metrobüste okuduğu dergilerden biri var. Omuzunda yanından hiç ayırmadığı çantası. Çanta sağ yanından sallanıyor, onun gibi yorgun sanki. Bahçeden döne döne yükselen merdivenleri yarıladığında hafifçe soluna doğru hamle yapıp bir iki saniye gökyüzüne doğru bakıyor. Ve sonra çalışma ofisinin olduğu iş merkezinin kapısından giriyor. Posta kutusuna bakıyor dikkatlice; yeni bir dergi, kitap, mektup gelmiş midir acaba? Bu esnada asansör geliyor. Biniyor ve haberiyat.com’un bulunduğu 3. kata çıkıyor. Hemen her sabah yaptıklarını tekrarlıyor aslında. Ama son kez. Hepsini son kez yapıyor. Merdivenlerden son kez çıkıyor, gökyüzüne son kez bakıyor. Çantası son kez omuzlarında. Elinde son kez bir dergi var. Asansörü son kez bekliyor.
Geçtiğimiz hafta, “zamansız” kavramını içimize bırakarak vefat eden Akif Emre’nin son sabahını, son saatini izledim güvenlik kamerasından. Su gibi akıp gitti. Ecelin kıyısındayken attığı son adımlarıydı onlar. Saysan elli adımı geçmezdi. 60 yaşın son elli adımıydı. Bir kez bakabildim zaten, tekrar izleyemedim.
“Emaneti” teslim ettiği masasında yarım kalmış poğaçası ve iki veya en azla üç yudum alınmış çayı vardı. Ne bir lokma eksik ne bir yudum fazlaydılar. Allah Akif abiye 60 yıllık bir ömür vermişti ama yemeğe başladığı bir poğaça ile bir bardak çayı bitirmesini nasip etmemişti. Kursağından geçecek son nimetlerden geride kalanlar; Akif Emre’nin “İslami düşünce” adına bu dünyaya bıraktıkları kadar önemliydi. Allah ona geride bıraktıkları ile bizlere çok büyük hatta en büyük dersi vermesini nasip etmişti.
Teşriki mesaimiz olmadı hiç. Birkaç kez yazılarındaki ufak tefek düzeltmeler için görüşmüştük. Onu okuyabilmenin, onu olduğu gibi, içinde bulunduğumuz zamanın aksine bir duruş ve üslupla okuyabilmenin rahatlığını veriyordu. Vefat ettiği sabah, saat 04.30 sıralarıydı. yenisafak.com’daki yazarların zaman zaman değişen sıralaması için gece editörü arkadaşa attığım mesajda, “Akif Emre birinci sırada olsun” notu vardı. Kurulduğu günden beri (23 yıl) kesintisiz yer aldığı Yeni Şafak’taki son yazıymış meğer. Yeni Şafak, 23 yıl sonra Akif Emre’siz çıkıyor artık.
Birlikte çalışmadık ama biliyordum. Tanıyan, bilen herkes ama herkesin (buraya mevki ve makam olarak kimi yazarsanız yazın) asla aşamadığı kırmızı çizgileri vardı Akif Emre’nin. Muhtemelen kendisinin de farkında olmadığı ya da hiç farkında olmak istemediği bir merkezdi Akif Emre. İlke, ahlak, dik durma, değerlerden taviz vermeme gibi kavramlara anlam katan, ruh verendi o. Politik meselelerin tam merkezinde duran fakat siyasete zerre bulaşmadan yaşamaya çalışıyordu. Fikir üretmek, insana fayda sağlamak, yazmak ve yazdıklarını yayınlamak üzere yaşadı. Medya, siyaset, kültür sanat ve fikir camiaları için çok değerliydi ama bu değerliliğini asla menfaati için kullanmadığını biliyordu herkes.
Bacanağı ve yakın arkadaşı Yusuf Kaplan, can yoldaşı Mehmet Güney abi, hatırına yeniden yazmaya başlayan Mustafa Şahin, üzerinde çok emeği olduğunu bildiğimiz İbrahim Karagül gibi isimler varken, Akif Emre’yi anlatmaya cüret edemem. Sadece vefat haberini alır almaz gittiğim ofisinde, henüz naaşı orada dururken soluduğum havayı ve gözlemlediklerimi aktarmak istedim.
Hem bir medya mensubu ve hem Akif Emre’nin yazdığı gazetenin bir yöneticisi olarak bir meseleye içim burkularak dikkat çekmek istiyorum. Akif abinin herkesi derinden sarsan vefatına, bu camianın gereken ilgiyi göstermemesi meselesine…
Fatih Camii’nin avlusu dolup taşmış ve Edirnekapı kabristanlığı “şahitlik bahçesine” dönmüştü. Fakat ertesi gün gazetelerinin ilk sayfalarında “Akif Emre Hakk’a uğurlandı” haberi yoktu. Akif Abi’nin son yolculuğu sadece; Milli Gazete, Karar, Diriliş Postası ve Milat’ın ilk sayfalarında yer bulmuştu. Belki o da bu ilgisizliği isterdi fakat Akif Emre, çizgileri, hassasiyetleri ve ilkeleri karma karışık hale gelen medyamızın içinde kendi duruşuyla var olabilen birkaç isimden biriydi.
Akif Emre, sadece gazeteci ya da yazar değildi. Son yolculuğunu birinci sayfasına koymayan çok sayıdaki gazetenin savunduğunu sandığımız ya da sandıkları “davanın” öncü adamıydı. Yeryüzündeki bütün mazlum Müslümanların dertleriyle dertlenen, kalemini, ilmini ve birikimini zulüm altındaki topraklar için harekete geçiren vicdan adamıydı. Fakat bu değerleri benimsediğini düşündüğümüz yayın organları onun cenazesi için hak ettiği değeri veremiyordu. Bunun gerçekten benim adıma can acıtıcı olduğunu belirtmeden geçemedim.
Akif abi bu dünyadan göçerken, binlerce yazı, kitap, belgesel, sayısız konferanslar ve dokunup yol gösterdiği yüzlerce genci de bir birikim olarak bizlere bıraktı. Yarım kalan poğaçası ve çayı ile de külliyatını tamamladı. Bunların yanında son yolcuğunda; vefanın, kadirşinaslığın, dostluğun ve can ciğer olmanın ne olduğunu gösteren eskilerin “sağlam adamlarını” uzun bir zaman sonra bir araya getirdi. Ruhu şad olsun.