“Gözler kör olmaz, göğüslerdeki kalpler kör olur. Kalpler ne zaman kör olur? Kalpler, merhametini kaybettiği zaman kör olur. Merhamet kalbin aklıdır.”
Diyanet İşleri Başkanımız Mehmet Görmez’e ait bu sözler. Görmez, ‘merhamet’in İslam dininin temel kavramlarından biri olduğuna özellikle vurgu yapmıştı geçtiğimiz Kasım ayındaki konuşmasında. Şimdi hocamızın kendisi de merhametsizce ve arsızca saldırılara uğrarken hatırladım bu sözlerini.
Oysa şimdilerde merhamet denilince, polis ve askerlerimize saldırmakla birlikte artık Kürt halkını da aleni bir şekilde katletmekten geri durmayan PKK’yı kucaklayanların gündemi geliyor akla..
Bizler, Beyazıt Öztürk’ün programında yaşanan telefon sabotajı ve ardından 1128 akademisyenin imzaladığı bildiriyi “PKK propagandası” tanımı üzerinden tartışırken, ‘bu kadar da olmaz’ dedirten bir yüzsüzlükle daha çıktılar karşımıza.
“Orada çocuklar ölüyor” denildi önce. Sonra da “Siz, inançlı insanlar, beş vakit namaz kılanlar nasıl bu kadar merhametsiz oldunuz” suçlamasını yaptılar.
Oğlu PKK çatışmasında şehit olan asker annesi ile oğlu dağda, askere kurşun sıkarken ölen terörist annesinin buluşmasına, “tüm acılarımızı bu iki annenin gözyaşlarıyla toprağa gömelim” hassasiyetiyle yaklaşan bir toplumun merhamet algısına iftira edip, kara bir leke sürmeye kalkıyorlar kendilerince.
Biz, yani kalbi Gazze’de, Somali’de, Arakan’da, Suriye’de atanlar.. Sınırlarımızdan evlerimize kadar giren mazlumlar adına varını yoğunu ortaya koyanlar.. Sur’da, Cizre’de, Lice’de yaşanılanlara kör olmakla suçlanıyoruz. Kendi parçamızdan olan topraklarda doğan sabilerin katledilmesine sessiz kalmakla, izlemekle ve bu şekilde ölümlerin ortağı olmakla itham ediliyoruz. Bundan daha ağır ne olabilir ki!
Ama hakikat öyle değil şükür.. Hiç değil hem de.
Terör, sadece kurşunla, canlı bombayla, kahpe pusu ve mayınlarla değil, entelektüel kumpaslar ile ‘ajitasyon’ denilen duygusal silahlarla da saldırıyor. PKK ve yandaşlarının yaşattığı tüm acılara rağmen hiçbir insanoğlundan, topluluktan eksik etmediğimiz merhametimizden vurmak istiyorlar.
Bir devlet; adaleti, barışı, huzuru ve en önemlisi de sevgiyi sağlayabildiği ölçüde büyük olur. Felsefesinde, yönetim biçiminde ve siyasi iradesinde merhamet olmayan bir devletin askeri ve ekonomik gücü ne kadar fazla olursa olsun, gerçek manada “büyük” olması tarihte mümkün olmamıştır. Biz de her daim böyle bir ülkenin vatandaşları olmakla, çevremizdeki savaşlarda, işgallerde ve afetlerde zarar görenlere kol kanat geren bir devlete sahip olmakla anıldık hep. Türkiye’nin son 15 yılda yaptıklarını hayal bile edemeyen nice toplumlar var.
Bu konumdaki bir Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten siyasi istikrar ve emrindeki asker, polis kendi halkını katletmekle suçlanıyor şimdi.
Doğup büyüdükleri, ekmeğini yiyip havasını soludukları, her türlü imkânlarından faydalanarak bugün bulundukları pozisyonlara geldikleri bu ülkeye tam 35 yıldır türlü kalleşlikle saldıran terör örgütünün en sıkıştığı anda ortaya çıkıp nefes oluyorlar adeta.
Şükür ki, PKK denilen kanlı örgütü aklamanın ötesine geçen bu bildiri, gereken cevabı hem devletten hem toplumdan aldı.
“Burada çocuklar ölüyor” istismarı ile PKK’ya ve onun siyasi kolu HDP’ye kol kanat gerenler, hemen herkesin aklında olan “bu çocukları kim öldürüyor?” sorusunu cevaplayamayacak kadar ahlaksızlar oysa. PKK’nın işgal ettiği evleri, kapısını açmadığı için katledilen yaşlı amcaları-teyzeleri, taranan ambulansları, gece yarısı tonlarca bomba ile havaya uçurulan Çınar semtini “özgürlük-öz yönetim zayiatı” sayan anlayışlarıyla sızlıyor vicdanları. Çocukları, sivilleri, kadınları kendisine kalkan yapan PKK’ya diplomaları ile yandaş olan vicdanlar, yetim kalan çocuklara, toprağa düşen taze babalara sızlamıyor diğer taraftan.
12 Eylül’de yaşı büyütülerek idam edilen Mustafa Pehlivanoğlu’nun anne ve babasına yazdığı mektubu okurken milyonların önünde gözyaşlarını tutamayan Recep Tayyip Erdoğan’ın merhametine laf ediyorlar.
Gazze’de çocukları şehit olan babaya sarılıp dakikalarca ağlayan Ahmet Davutoğlu’nun şefkatine dil uzatıyorlar.
Kobani’den kaçıp sınırlarımıza gelen insanlara kucağını açarak karşılayan, günlerce yol yürüyen çocuklara elleriyle su içiren askerlerin karşılıksız ve sınırsız sevgisine kan doğramaya çalışıyorlar.
Sur’da mahsur kalan yaşlı çifti sırtına alıp hastaneye yetiştiren vatan evlatları mı öldürüyor çocukları? Atmaya kalktığı bomba elinde patlayan YDG-H’lıyı hastaneye yetiştirip ardından da vurulma riskine rağmen kopan parmaklarını arayıp yerine dikilmesini sağlayan polisler mi vicdansız? Yoksa tüm bunları ve daha fazlasını, bölge halkının PKK’ya olan isyanını bile görmeyenler mi?
Varlığından oluk oluk kan akan ve uzatılan tüm elleri koparıp atan PKK’ya ahlaksızca merhamet besleyenler, bu ülkenin Kürtler ve Türkler için yaşanmaz hale gelmesinin çabasını gösteriyorlar..
Yazıyı haddimi, hududumu aşarak Sezai Karakoç’un “Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine” şiirinin son mısraları ile bitirmek istiyorum..
Allah merhametimizi bizden almasın.