“Altun hızma mülayim
Seni haktan dileyim
Yaz günü temmuz tabak
Sen terle men sileyim”
Kitap ilk defa Kerkük’ün Müntehap Horyatları adıyla Kerküklü Büyük Hafız Molla Mehmetoğlu Sabir tarafından 1951’de Bağdat’ta yayımlanmış. Meşhur Kerkük türküsü Altun Hızma’nın sözleri belki de ilk defa o zaman kayıt Altuna alındı. Belki diyorum, çünkü Mehmetoğlu Sabir, bu kitabı yayımladığı tarihten önce vefat etmiş Tahir Osman Efendi’nin horyat mecmuasından da faydalandığını söylüyor. Bugünlerde tekrar gündemimize giren ve doğrusu birçoğumuzu derin bir hüzne boğan bu türküyü ilk defa 1980’lı yıllarda Tüfekçi’lerden dinledik. Bizim evde bu türküye özel bir önem verildiğini hatırlıyorum. Televizyonda seslendirildiği zaman herkes susardı. Yıllar çabuk geçti. Bir gün bir sinema salonunda film müziği şeklinde yeniden dinleyince şaşırdım. İlk gençlik yıllarımın o dingin akşamlarında yüreğimi yakıp geçen bu türkü benzer hisleri yeniden uyandırdı: uzaklık, kimsesizlik, gurbet, çaresizlik, diğergamlık… Anonim bir eser.
Destanların ortaya çıkışını, bir toplumu derinden etkileyen olayların yaşanması ve benzer olayların tekrar etmesine bağlarlar. Anonim eserlerde de benzer bir durum vardır. Aynı acılar, sevinçler, kahramanlıklar tekrarlandıkça onları dile getiren eserler kuşaklardan kuşaklara aktarılır. Ortak duygular, fikirler, tecrübeler, acılar bu şekilde sonraki nesilleri de kucaklamış olur. Bir yönüyle bu eserler bizim ortak hafızamızı oluşturur. Bir Yemen Türküsü, bir Çanakkale Türküsü’nün farklı nesilleri yoğurması ve ortak bir bilinç etrafında kümelenmemizi sağlaması da böyle bir şeydir. Bu örneklerde olduğu gibi anonim eserler ilk söylenildiği andan itibaren söyleyenden bağımsız bir hayat sürer, kendi macerasını yaşar.
Bizim Kerküklünün söylediği hoyrat da böyle bir macera yaşıyor. İlk söylendiğinde gayet bireysel bir hissi dile getiren bu türkü, diğer anonim eserlerde olduğu gibi zamanla kendi macerasını yaşıyor ve başka bir kimliğe bürünüyor. Yetmişli ve seksenli yıllarda, Kerkük unutulmasın diye Türk radyo ve televizyonlarında Kerkük türkülerine önem verilirmiş. Ben de oradan hatırlıyorum herhalde, şimdi de sırada bir Kerkük türküsü var, anonsunu. Garip bir ozanın sözleri, dağılan koskoca bir imparatorluğun parçalarını birbirine hatırlatıyor ve gizlice bağ kuruyor. “Ah ulan” denildiği çok olmuştur. Arkası gelmese de ne söylenilmek istendiğini anlardık.
Cumhurbaşkanımız son muhtarlar toplantısı için salona Altun Hızma türküsü eşliğinde girdi. Bir müddet o da dinledi, hüzünlendiğine eminim. İşte burası böyle bir memleket! Adamı onun için herkes seviyor. Hamur aynı, bizim mahallenin çocuğu. Bir zamanlar senfoni orkestrası dinlemekle çağdaş olduğunu zanneden ve bununla övünüp millete ders vermeye çalışan başbakanlar, cumhurbaşkanları, okuryazar takımından birçok kimse vardı. Sanki o senfoni orkestrası tarafından yeniden hayat verilen eserlerin Altunda imzası varmış gibi fiyakalı ve üstten bakış fırlatan nice fani gelip geçti. Batılı değerler, fikirler, ürünler vs. üzerinden iktidar alanları oluşturdular. Onların gelip geçici olduklarını biliyorduk.
Barzani de aynı hataya düştü. Gözümüzün önünde İsrail’i, Amerika’yı, Almanya’yı, İngiltere’yi, Fransa’yı arkasına alarak bizim coğrafyamızda yeni bir iktidar alanı oluşturmak istedi. Kürtler, Türkler, Araplar, Farslar bu coğrafyanın insanıdır, kardeştirler. Kendi aralarında anlaşmazlıkları çok oldu. Fakat en nihayetinde bunları çözmeyi de bildiler. Çok kısa bir zaman önce Halep’te yaşanan acıyı hangi destan anlatacak.
Türkiye açıkça varlığımızın tehlike Altunda olduğunu, bütün bir coğrafyamıza yönelmiş istilacı bakışları gördüğünü ve bu bakışların herkes için tehdit oluşturduğunu söylüyor. Fakat Barzanî’ye ve başka hayallere gönlünü kaptırmış kimseler Türkiye’yi suçluyor. Türkiye’yi Musul ve Kerkük dolayımında etnik bir tasarım üzerinden faşizmle suçlamak, birinci cihan harbinde yitirdiğimiz şehitlerimizin hatırasına hakarettir. Kaybettiğimiz bütün coğrafyaların bakiyelerinin aklına ilk önce Anadolu gelir. Etnik türdeşliğe pirim vermeyen insanların ülkesidir Türkiye. Yazık, çok yazık! Şehirlerin içini, tarihini, kültürel dokusunu, hatırasını boşaltıp etnik türdeşlik hayal edenlerin önce bunları bilmesi gerekir.
Altun Hızma türküsünün farklı varyantları var. Büyük sanatçı Müslüm Gürses bu türküyü seslendirirken “aldanma talihin pembe rengine dört mevsim içinde bir bahar olur” bölümünü çok güzel söyler. Aynı şekilde başka bir dörtlükte de “benim lâl olmuş dilim ne dedi yar incidi” denilir. Türküyü bizim Kerküklünün bireysel hislerinin ifadesi olmaktan çıkarıp bütün coğrafyanın yanılgılarına, acılarına, pişmanlıklarına tercüman olacak şekilde düşünebiliriz. Zaten cumhurbaşkanlığı sarayında hassaten dinlenilmiş olması da Altun Hızma’nın artık sadece bir Kerkük türküsü olamayacağını gösteriyor.
Bütün bir coğrafyanın kaderini etkileyen hata bir defa işlenir. İkinciye gerek yoktur. Zaten her şey olup bitmiştir. Onu düzeltmek için en azından bir yüz yıla ihtiyaç olur. Pişman olmanın, düşünemedik demenin bir anlamı yok.
Türkiye Batı emperyalizmine karşı sadece Anadolu’yu savunmuyor. Bütün Müslüman coğrafya hatta Balkanlarda olduğu gibi coğrafyamızın Müslüman olmayan unsurları bile Türkiye’nin mücadelesine umut bağlamış durumdadır. Onlar da Türkiye’nin bu sert mücadele döneminden güçlenerek çıkmasını istiyor. Türkiye etnik bir hesap peşinde değildir, bunu istesek de yapamayız. Bu, Haçlı Seferleri’nden bu tarafa böyledir. Ama küçük hırslarının peşinde bütün bir coğrafyayı, kadim şehirleri ateşe atmak isteyenler ne yazık ki çok fazla; kimi bir cemaat adına, kimi bir aşiret adına, kimi de makam, mevki, para ve güç adına.
Artık onların dönemi geride kaldı. Sırtını Batı’ya dayayarak fiyakalı bir üstünlük elde etme zamanı geçti. Şimdi Altun Hızma’yı dinleme zamanı.