Şiirimizin sesi

Eski hariciyeci, yeni milletvekili şahıs ezan çerçevesinde bir tartışmaya sebep oldu. Bu şahsın çıkışından sonra 1950 öncesine dair birtakım hususlar hatırlandı ve dönemin hatırası korkular gündeme geldi. Kişisel olarak böyle bir konunun gündeme getirilmesinden ve tartışılmasından endişe duyduğumu belirtmek isterim. Zira Gerçek Hayat’ta yayımlanan yazılarımda bu türden korkuların hâkim olduğu geçmiş dönemlerde, millet olarak, daha kolay yönlendirmelere tabi tutulduğumuzu tartışmıştım. Şimdi çok gerilerde kalmış bir konu üzerinden yeniden korku imparatorluğu oluşturanların yönlendirme gayretlerini görmemek mümkün değil.
Milletlerin zaafları var mı yok mu sorusunu işin uzmanlarına bırakalım. Fakat yaklaşık iki yüz yıldır, en azından, bazı hususlarda korkularımızın bizi yönlendirdiği açıktır. 19. yüzyılda bazen İngilizler, bazen Ruslar bazen de Fransızlar birtakım yeniliklerin bizi dinimizden uzaklaştıracağı yönünde telkinlerde bulunmuşlar. Mahalle serserilerinin bile din elden gidiyor gayretiyle imam ve hoca dövdüğü vakidir. Zikrettiğim hadiseler 19. yüzyıla ait olduğu için kimse gocunmaz. Onun için rahatça yazabiliyorum. Hâkim devletler, korkularımızı bildikleri için hep aynı yerden geliyorlar. Türkiye’nin ezanla ilgili bir sorunu kalmadı. Üstelik dünya zorlu bir değişim içinde, ülkelerin ve devletlerin varlığı tartışma konusu, fakat birileri yine bizi korkularımızdan vurmaya çalışıyor.
Çok açık bir şekilde şunu yazmalıyım: Bu adamın ezanın Türkçe ya da başka bir dilde okutulup okutulmaması hakkında bir fikri dahi yoktur. Mezun oldukları okullar itibarıyla bu türden meseleler hakkında herhangi bir bilgiye sahip olamazlar. “Güya” üzerine gittiği mesele bile ciddî bir birikim ister. Konuştuğu dil hakkında bilgisinin olmadığı açık. Ana dili niçin önemlidir, bu bizim için neden bir sorun hâline gelmiştir sorularına cevap verebileceği şüphelidir. Birikimleri buna müsait değil. Sadece ezberletilmiş, öğretilmiş meseleler üzerinden bir gündem oluşturmaya çalışıyor. Sadece bereketli bir saha, her türlü yönlendirmeye açık bir alan üzerine konuşuyor.
Eğer kültürel donanım, dünya görüşü ve benzer açılardan yabancılaşmaya uğramış, asimile olmuş bir figür üzerine konuşulsaydı tartışmanın belirli bir derinlik kazanması mümkündü. İnandığı bir görüşü dile getirir, deliller ileri sürer, muhataplarına zor anlar yaşatırdı. Fakat amaç, öfke kazanını kaynatmak suretiyle muhataplarını yönlendirmek olduğu için, hesaba katılması gerekli bir söz söylemiyor, söyleyemiyor. Söylemek istese de başaramıyor. Sözlerine anlam kazandıran bir bağlam yok. Yalan da olsa mesleğinin gerektirdiği söz oyunlarına bile sahip değil.
Hariciye bürokratlarının Batı dillerinden başka herhangi bir dil öğrenmeye sevk edilmemiş olması çok önemli bir kayıptır. Zaten dil öğretimi açısından temel hedef turistlerle konuşabilmek olduğu için ne Batı ne de Doğu hakkında derinlemesine bir öğrenimden bahsedemiyoruz. Cemil Meriç’in güzel ifadesiyle kendimizi ise hiç bilmiyoruz. Biz, İngilizce dışında diller öğrenilmesi ve coğrafyamıza çok daha yakından bakılması zorunluluğundan bahsederken ezanın dili üzerinden bir tartışmayı hak etmiyoruz. Koskoca okulları bitir, hariciye bürokratı ol, Türkiye’yi yaban ellerde temsil et; gel karşımıza ezanın diliyle ilgili bir tartışma çıkar. Kardeş dil ve din önemli bir meseledir, adamlar bizi dinimiz üzerinden vurmaya çalışıyor. Binlerce insanı devşirmekte bu da bir faktördü. Keşke biraz okuyup bilgilenseydin, yazık, içinden çıktığın bürokratik mekanizmanın ve mezun olduğun okulların büyüsüne zarar veriyorsun.
Bu kadar seviyesiz bir öfke ortamına rağmen konunun ciddiye alınacak bir yönü var. Çünkü karşı tarafta da belirli bir hareketlenme görülüyor. Eski hariciye bürokratı yeni milletvekilinin güya hedef kitlesi arasında da belli odakların, oluşturulmak istenilen korku atmosferine destek sözleri hemen dökülmeye başlamış. Onlar da aynı dili kullanıyor. Kimi yirmi yıl öncesini hatırlatıyor, kimi daha önceki dönemlerden dem vuruyor. Eş zamanlı olarak aynı korkuyu büyütmeye çalışıyorlar.
Türkiye, geçmişte, dar kalıplara mahkûm edilmişti. O yıllar geride kaldı. Şimdi çok daha sahici sorunlarla boğuşuyoruz. Onların kendilerini Batı’ya teslim ettiği günler geride kaldı. Kendilerini teslim edecekleri bir Batı da kalmadı. Artık doğrudan onlara çalışmaz iseler kabul edilmezler. Fikir bağlılığı yeterli değil. Sahaya inmeleri; millete, vatana, dine ve dile, bayrağa, millî birliğe saldırmaları gerekiyor.
Türkiye’nin o sığ tartışmaları geride bıraktığı bilinmelidir. Dil, din, tarih üzerinden kendimizi yeniden inşa etmenin önündeki engeller kalktı. Kimse bunlar üzerinden milleti yönlendirmeye kalkmasın. Korkularımızla hareket edecek zamanlar gerilerde kaldı. Yepyeni bir gelecek inşa etmenin heyecanına ihtiyacımız var. Kısır, içeriksiz ve sığ gündemlere hapsolmanın bir manası yok.
Ezan, coğrafyaları ve kültürleri birleştiren ortak bir dildir. Bu ortak dilin daha da büyütüleceği günlerdeyiz. Onun şahitlik ettikleri dinin temelidir. Bu temeli dar kalıplar içinde anlayamayız. O, Atilla İlhan’ın dediği gibi, şiirimizin sesidir, bizi hür yaşatacak sestir.