Ufukta bir kez daha sandık göründü ve o meşhur klişe yeniden dillendiriliyor: “Bu seçim önemli.” Evet, bu seçim çok önemli ve gerçekten de hayati. Çünkü 100. yılına hazırlanan Türkiye Cumhuriyeti’nin işleyiş sistemi açısından büyük bir yol ayrımındayız. Bu yol ayrımının vardığı yeri ve hala neden referanduma gidildiğini çözemeyenler için cümleyi şöyle de kurabiliriz: “Parlamenter sistem ile yeni Cumhurbaşkanlığı modeli arasında bir tercih yapacağız 16 Nisan’da.”
Bana göre ‘önemli seçim’ tanımlaması için 22 Temmuz 2007 genel seçimlerine uzanmak gerekebilir. Türkiye’nin viraj noktası… Evet, 2013’ten beri çok yoğun günleri geride bıraktık. Fakat 2007 senesinde olanlar, 7 Şubat 2012’de, 17-25 Aralık 2013’te, Ocak 2014’te ve son olarak 15 Temmuz darbe girişimi gecesinde yaşadıklarımızın ayak sesleriydi. Türkiye, 2007 virajını dönemeseydi, FETÖ’ye daha erken teslim olacak ve bugün ortaya koyduğu şanlı direnişi gösteremeyecekti.
Hrant Dink cinayeti ve Zirve Yayınevi katliamı, Cumhuriyet mitingleri, Deniz Baykal’ın “Cumhurbaşkanı seçtirmem” çıkışları, Abdullah Gül’ün adaylığı üzerine yayınlanan 27 Nisan e-muhtırası, TBMM’den kaçan partiler, AYM’nin 367 kararı ve nihayetinde 6 ay erkene alınan seçimler… Hepsi 6 ay içinde gerçekleşti ve tüm bu kaosun içinden çıkmayı başardık. Siyasi iradenin dik durması ve halkın büyük desteği ile gidilen 22 Temmuz seçimlerinden AK Parti yüzde 47’lik zaferle çıkınca, devletin yüksek düzeyli bu krizleri de sona erdi.
Kendisini Cumhurbaşkanı seçen siyasi konsensüsün mimarı olan Bülent Ecevit’e Anayasa kitapçığı fırlatan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in sık sık tıkadığı bir sendrom içindeydi devlet. Ülkenin partisiz ilk Sivil Cumhurbaşkanı’ydı Ahmet Necdet Sezer. ANAP’lı Turgut Özal ve DYP’li Süleyman Demirel’in ardından siyaset tarihimizde pek görülmemiş bir ittifak ile seçilmişti. Hukukçu kimliği ile sunulmuştu ve Anayasa Mahkemesi başkanlığı yapmıştı. Ve kaderin cilvesidir ki, Refah Partisi’nin kapatılma kararını açıklayan Ahmet Necdet Sezer’i Cumhurbaşkanlığına aday gösteren partiler arasında Refah Partisi’nin devamı olmaktan dolayı kapatılan Fazilet Partisi de vardı. Fazilet kapatılırken Sezer, henüz bir yıllık cumhurbaşkanıydı. Kılını kıpırdatmamıştı.
Tarafsız ve partisiz Cumhurbaşkanımız Sezer, 3 Kasım 2002 seçimlerinden tek başına iktidar olarak çıkan AK Parti’nin Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi yasağının kaldırılmasına ise karşı çıkmıştı. Ülkenin tarafsız Cumhurbaşkanı, 11 milyon yurttaşın oyunu almış liderin siyaset yapmasını istememişti. Erdoğan’ın siyasi yasağını kaldırmak için yapılan Anayasa değişikliğini veto edip Meclis’e geri gönderdi. Yasa değişikliğini “öznel, somut ve kişisel” görmüştü. Fakat 362 sandalyeli AK Parti yasayı olduğu gibi geçirip yeniden Sezer’in önüne koydu. Tarafsız ve partisiz Cumhurbaşkanımız Sezer’in önünde iki seçenek vardı; ya yasayı referanduma götürecek ya da onaylayacaktı. Haliyle onaylamak zorunda kaldı. Eğer referanduma götürseydi kendi meşruiyetini de oylamaya sunacaktı çünkü. CHP’nin bile Erdoğan’ın siyasi yasağının kalkmasından yana olduğu süreçte ‘Hayır’ cephesi Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer çevresinde oluşacak ve muhtemelen büyük bir hezimete uğranacaktı.
Neticede Erdoğan’ın siyasi yasağı kalktı ve Başbakan oldu. Ahmet Necdet Sezer de tam 5,5 yıl boyunca hiç de hazzetmediği bir zihniyetin yönetimi ile çalışmak zorunda kaldı.
Sezer, bu süre içinde ‘şiddetli’ bir anayasa dersi verdiği Ecevit’i mumla aradı mı bilinmez ama devletin çarklarını tıkayan çok sayıda karara imza attı. Hükümetin TRT’ye genel müdür olarak düşündüğü ismi iki kez veto etti. Mehmet Şimşek’in Merkez Bankası Başkanı olmasını istemedi. Ataması yapılacak isimleri kapıcılara sordurttu. Şu cümleler Erdoğan’a ait mesela: “Düşünebiliyor musunuz, çok çok vasıflı arkadaşları tayin edemediğim günler yaşadık. Niye? Çünkü aramalar yapılıyor, evine giriliyor, bu eve kimler geliyor gidiyor bunlar takip ediliyor. Ayakkabılarını nerede çıkarıyor, içeride mi dışarıda mı?”
Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın atama kararnamelerinin hemen hepsini veto eden ve çok sayıda kurumun uzun zaman vekâleten yönetilmesine sebep olan Cumhurbaşkanı Sezer, 64 yasayı da Meclise geri gönderme başarısı göstermişti.
Şimdi gelelim, uzun zamandır sesi soluğu çıkmayan, ülkemiz çok kritik süreçlerden geçerken bile hiçbir yerde görünmeyen eski Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer’i konu edinen bu yazının nereden çıktığına. Birkaç gündür şöyle bir iddia var medyada; “10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de ‘hayır’ kampanyasına katılacak.” Hatta iddiaya göre Sezer bununla kalmayıp ‘hayır cephesi’ni genişletmek için yemek davetleri de düzenleyecekmiş.
Bu söylentilerin doğru olup olmadığını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ancak açıkçası Sezer böyle bir süreç yönetirse hiç şaşırmam ve “evet” adına olumlu da bulurum.
Ahmet Necdet Sezer, tabii ki siyaset yapabilir. Netice de partisiz eski Cumhurbaşkanımız kendisi. Aynı zamanda dindarların yok edilmek istendiği 28 Şubat döneminin de taraflı Cumhurbaşkanı. Bu nedenle “hayır” için sahaya inmesi, “evet” konusunda kararsız olan muhafazakar seçmenlerin karar vermesine büyük katkı yapar bence. Krizlerden krizlere düştüğümüz ‘Sezer Dönemi’ni hatırlamak, kararsızların kararı üzerinde olumlu bir etki bırakır hatta.
Sezer bir şekilde sahaya inerse ne yapar acaba? Fırlattığı Anayasa kitapçığı ile ekonomisi batarak, bir gecede yoksulluğun dibini bulan Türkiye’nin mevcut hükümet modelini mi savunur?
En çok da bunu merak ediyorum…