Gerek Gezi Kalkışması gerek 17-25 Aralık Hukuk Darbesi ve gerekse 15 Temmuz Darbe Girişimi’ni sağlıklı bir şekilde anlayamamışlar takımının o gün durdukları yeri bugün de muhafaza ettikleri anlaşılıyor. Aslında onlar 2009 Davos’ta Erdoğan’ın “one minute” çıkışından bu tarafa aynı yerdeler. Bu yeri belirleyen de FETÖ’dür. Çünkü FETÖ, Erdoğan’ın bu çıkışından sonra kendini ve örgütünü İsrail’e göre yeniden konumlandırmıştı. Onun daha 1991 I. Körfez Savaşı’nda İsrail için gözyaşı dökmesini de ayrıca kaydetmek gerekir. Oysa Bülent Arınç 15 Temmuz’dan önce Türkiye’de belki seksen kişi dışında hiç kimsenin FETÖ’den şüphelenmediğini söylüyor. Bu cümleleri, onun hâlâ hatasından kurtulmadığına ve yanılgılarından pişman olmadığına sayabiliriz. Çünkü söz sahibi bu cümleden sonra görev talebini dile getirdi ve tecrübelerinden faydalanılmasının önemine işaret etti. Bu duruşu önemsemek gerekiyor zira FETÖ meselesini entelektüel ve ahlâkî bir mesele şeklinde ele alamadığımıza bir örnektir. Bu ise “bilme” konusuna yaklaşımımızla ilgilidir.
Bugün Türkiye’de “cevap verme” ve “izah etme” alışkanlığının çok yaygınlaştığı bir ortamdayız. Bu düşünüş biçimi, yorum geleneğimizin bir sonucudur. Salt verili durumu yorumlama üzerine kurulu bir akıl, çevresinde olup bitenlere karşı duyarlılığını yitirmektedir. Şaşırma ve merak duygusu körelmekte ve bildiğini zannedenler topluluğu oluşmaktadır. Son yıllarda yaşadıklarımız karşısındaki durumumuz da bunun bir göstergesidir: Daha düne kadar Fetullahçılar bahsinde herhangi bir eleştirel tavır geliştirmemiş kimseler bilmem hangi zamandan beri FETÖ’yü iyi tanıdığını anlatmaktadır. Bu, kolay bir geçiş veya uyum sağlama örneğidir. Salt bu durum dahi yorumlama geleneğimizin sorunlu yanlarını göstermek bakımından önemsenmelidir.
Örgütlü bir yapı olmak bakımından, bireyle kıyaslandığında, birçok imkânı bünyesinde barındıran sivil toplum kurumlarının dikkatleri hep farklı yönlere çeken faaliyetleri de FETÖ meselesinin entelektüel ve ahlâkî bir sorun şeklinde ele alınmasına ket vuruyor. Bu durum sivil toplum kurumlarının dar bir alana sıkışmasından kaynaklanmaktadır.
Hâlbuki çok kimse şimdiye kadar “çıldırma” aşamasına gelmeli ya da en azından kirlenmişlik duygusuyla tövbe istiğfar etme ihtiyacı duymalıydı. FETÖ’yle özdeşleşen görüşlerin itikadî açıdan da sorunlu olduğunu Diyanet tarafından yayımlanan konu ile alakalı kitaplar göstermektedir. Bu yapının siyasî kimliği ise 15 Temmuz’dan yıllar önce belirginlik kazanmıştı. Kalbinde bu yapıya karşı bir sevgi besleyip onlarla birlikte hareket edenlerin hükmü nedir, bu durumları dolayısıyla ne yapmalıdır soruları muhataplarını ilgilendirmektedir.
FETÖ ahlâkî düşkünlük, zihnî çöküş ve teslimiyet ile özdeşleşmişti. Bu yapının uluslararası ilişkiler ağı içinde emperyalizmin maşası konumuna geldiği de bilinmeyen bir durum değildi. 15 Temmuz süreci bu yapının ihanetini belgelemiş oldu. Hepsi o kadar.
Verilen rakamdan kat be kat fazla insanımızın FETÖ karşısında geçmişten bu tarafa duyarlı olduğunu biliyoruz. 15 Temmuz’da cumhurbaşkanımızın çağrısıyla ölüme koşan milyonlarca insanın FETÖ’ye sempati beslediğini söylemek akıl kârı bir iş değildir. Amaç, suçu yaygınlaştırarak kendi durumunun vahametini önemsizleştirmekse bu daha büyük bir yanlışlıktır. Adı geçen, yeni görevler talep etmekte bir sakınca görmüyor ve tecrübelerinden faydalanılmasının önemine işaret ediyor. Bu talebin dile getirilmiş olması bile 15 Temmuz’u görmezden gelmek ve önemsizleştirmek anlamına gelir. FETÖ, 90’lardan sonraki bütün yapıp ettikleriyle kendini açık etmişti fakat anlamın buharlaştırılması ve belirsizliğin egemen kılınmasıyla “bizim camia”ya da sirayet etmeyi başardı. Benzer bir davranışın yeniden gündeme geldiği anlaşılıyor.
15 Temmuz’dan sonraki süreçte milletimizin bilinci yaygınlık, belirsizlik ve süreklilik üzerinden yeniden biçimlendirilmek isteniyor. Önceleri FETÖ’yü daha dar bir kapsamda düşünüyorduk. Bu yapının kurduğu ilişkilerin boyutları hakkında bilgimiz sınırlıydı. FETÖ çok geniş bir sahada faaliyet yürütüyor. Gerçi bu yapının küresel ölçekte bir aktör olma durumu 2007-2008’de tescillenmişti. Fakat örgütün gerçekliği hiçbir zaman bugünkü kadar gün yüzüne çıkmamıştı. Uluslararası aktörler bu yapıyı Türkiye’ye rağmen açıktan destekliyor. Örgüt, yeniden üretiliyor. Bu yaygınlık ve tekrarlanma FETÖ adına sürecin diri tutulmasını sağlıyor. Oysa bu durum karşısında Türkiye’de anlamın buharlaştırılması ve belirsizliğin egemen kılınmasıyla FETÖ meselesi ahlâkî ve entelektüel bir mesele olmaktan çıkartılıp sınırlı kapsamlı bir suça indirgeniyor. Bu, gayr-i meşru bir zihniyet biçimine süreklilik ve meşruiyet kazandırır. Çünkü farklı gerekçelerle örgüt mensuplarının dahi korunup kollanması söz konusudur.
Salt verili durumu yorumlama üzerine kurulu bir akıldan bahsederek yeni bir düşünme biçiminin önemine işaret etmiş olduk. Bunu da çok kimsenin “çıldırma aşaması”na gelmemiş olmasıyla gerekçelendirdik. Çünkü anlamın buharlaştırılmasıyla şaşırma duygumuz köreltiliyor ve FETÖ olağanlaştırılıyor. Hâlbuki biz şu an olamaz bir durumun içindeyiz. Örgütlü bir ihanet ve işgal hareketini HTS kayıtlarına indirgemek başlı başına bir zihniyet iflasıdır.
Olamaz durum karşısında alınan tavrı herkes kendi açısından yeniden yorumlamalıdır. Belli bir zaman sonra kendi neslimizden insanların bizden utanmasını istemiyorsak bu sorgulamayı yapmak zorundayız.