Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi’nin (1865-1914), 1992’de Latin harfleriyle Senusîler ve Sultan Abdülhamit adıyla basılan kitabının, Afrika açılımının ciddî bir aşamaya ulaştığı şu günlerde tekrar okunması gerektiğini düşünüyorum. Bilindiği gibi Şehbenderzade, son dönem Osmanlı aydınları arasında İslamcı kimliği ile öne çıkan bir şahsiyetti ve Müslümanların birliği meselesini kendi şahsî tecrübeleri ile zenginleştirerek ele alan aydınlardandı. Şehbenderzade hem Mısır’da bulunması hem de Fizan’a sürgüne gönderilmesi sebebiyle Afrika’nın derinlikleri hakkında fikir sahibi biriydi.
Senusîler ve Sultan Abdülhamit, Türkiye ve Afrika ilişkilerinin geliştirilmesi çerçevesinde önemsenmesi gerekli bir eserdir. Fakat bu kitabın son dönem Osmanlı mütefekkirleri arasında İslamcı kimliği ile öne çıkan bir mütefekkir tarafından yazılmış olması bu önemi bir kat daha artırır. Çünkü kitapta Afrika Müslümanlarının emperyalizm karşısında başarısızlığının nedenleri de tartışılır. Bu çerçevede Müslümanlar arasındaki ilişkilerin zayıflığı üzerinde durulmuştur.
Şehbenderzade, Kuzey Afrika’da Senusîler ve Doğu Afrika’da ortaya çıkan Mehdi hareketi hakkında çok önemli tespitlerde bulunur. Bu tespitlerden en dikkat çekici olanı, farklı sebeplerle olsa da, her iki hareketin Türklere karşı mesafeli bir duruş sergilemesidir. Yazar Senusîler ve Mehdi hareketinde “Türklere karşı emniyetsizlik ve bir nevi düşmanlık” gösterildiğini ve bunun da onları emperyalizme karşı başarısız kılan sebeplerden olduğunu belirtir. Ayrıca her iki harekette de ilme karşı bir duyarsızlık vardır. Yazara göre, eğer aksi yönde bir münasebet tesis edilseydi 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren emperyalizm karşısında Afrika’nın kaderi başka türlü olurdu. Nitekim Batı Avrupa emperyalizmi Afrika’da en büyük yıkıma bu dönemde yol açmıştı. Şehbenderzade, tarihî bir hakikat şeklinde sunduğu tespitlerinin Arapların gelişmesinin önündeki en büyük engel olduğunu söyler.
Aktarmaya çalıştığımız görüşlerin İslamcılık tartışmaları açısından önemsenmesi gerektiği açıktır. Şehbenderzade Afrika seyahatleri çerçevesindeki tecrübelerinden hareketle “ittihad-ı İslam” kavramını üç şekilde ele alır. Ona göre Müslümanlar arasındaki birlik meselesini siyasî, dinî ve içtimaî açıdan ele almak gerekir. Yazara göre Müslümanların siyasî ittihat yani bütün Müslüman dünyanın “bir hükûmetin idare-i siyasiyesi altında” bir araya gelmesi imkânsızdır ve esasen buna gerek de yoktur. Uygulamalardaki farklılıklardan hareketle tam bir ittihattan bahsetmek mümkün değilse de dinî ittihat Müslümanlarda zaten mevcuttur. Şehbenderzade’nin bu iki alanda mutlak bir birliğin tesis edilememesine önem vermediği anlaşılıyor. Zira ona göre asıl önemli olan “ittihad-ı içtimaî”dir.
Şehbenderzade “ittihad-ı içtimaî” kavramı ile bugün dahi eksikliği görülen, Müslümanlar arasında sosyal münasebetlerin geliştirilmesi fikrini dile getirmektedir. Ona göre Müslümanlar hiçbir devirde bu meseleye önem vermemişlerdir. Hâlbuki Müslümanlar arasında sosyal münasebetlerin geliştirilmesiyle “ümmet-i vahide” fikri ön plana çıkacaktır. Bu fikrin öne çıkabilmesi için temel şart, Müslümanlar arasında “hukuka riayet ve çıkarların muhafazasıdır”. Şehbenderzade’ye göre “ittihad-ı içtimaî”, Müslümanlarda gelişme ve ilerleme fikirlerini kuvvetlendirecek, Müslümanlar arasında yardımlaşmaya sebep olacak, iktisadî ve ticarî ilişkilerin gelişmesine yol açacaktır. “İttihad-ı içtimaî” Müslüman memleketlerinin “umranını mucip olacak”, “maarif ve tefekkürat” bütün Müslüman dünyasında yaygınlık kazanacaktır.
Aktarmaya çalıştığımız bu fikirler 20. yüzyılın başlarında dile getirilmişti. I. Dünya Harbi, bütün Müslüman dünyanın sukutuna (düşüş) sebep oldu. Geçen yüzyılda Müslüman dünya kendi aralarında sosyal münasebetleri geliştiremedi. Şimdi yüz yıl sonra yeniden Müslüman dünyanın benzer sorunları üzerinde duruyoruz. Çünkü küresel emperyalizm, geçen yüzyılda olduğu gibi, yine İslam coğrafyası üzerine çok yönlü saldırılar gerçekleştirmektedir. Geçen yüzyıldan farklı olarak emperyalizm, devşirmelere çok büyük kıymet atfetmektedir. Onların, içimizden devşirdikleriyle bir alt-emperyal güç oluşturmaya çalıştığı şu günlerde Şehbenderzade’nin dile getirdiği fikirler çok daha önemli hâle gelmektedir. Onun İslamcılık açısından altını çizdiği “ittihad-ı içtimaî”, İslam dünyasının sosyal münasebetler bakımından birbiri ile iletişim ve etkileşim hâline işaret eder.
Oysa bugün, Şehbenderzade’nin altını çizdiği hususların tam aksi istikametteki gelişmeler, içinde bulunduğumuz dönemin alamet-i farikası hâline gelmektedir. Grup kimliği, cemaat taassubu ve herhangi bir STK’ya mensubiyet şahsî ilişkileri sınırlandırıyor. Bireyler sosyal konumlarını, saymaya çalıştığımız dar alanda kurulan ilişkiler üzerine bina etmeye çalışıyor. Kuşkusuz bu tutumlar genişleyerek itikadî görüşleri de sorun hâline getirebilecek bir niteliktedir. İlmin de dar sınırlar arasına hapsedildiğini göz önünde bulundurursak durumun vahameti daha iyi anlaşılır. Günümüzde kurumsal ilişkiler bireysel maceralara yön vermekte, onu dar alanlara hapsetmekte ve şahsî tecrübelerle şahsî bilgiyi, neredeyse, imkânsız hâle getirmektedir. Bu, gerçekten ciddî bir sorundur.
Her dönem gibi bugünler de gelip geçicidir. Bugünler de bir zaman sonra hataları ve sevaplarıyla ele alınacaktır. Ama biz kendi zamanımızdan sorumluyuz ve hatalarımızın yüzümüze vurulacağını ve bu hatalar dolayısıyla hesaba çekileceğimizi bilmemiz gerekir. O gün kimse mazeret beyan edemez.