Saygın medya öyle mi?

Türkiye, önceden yere göğe sığdıramadığı “batı medyası”’nın gerçek yüzü ile ilk önce Gezi olayları sırasında tanıştı. O tarihten itibaren ciddi bir “uyanış” söz konusu, bu gazeteci kılıklı “algı operasyonu odakları” hakkında.
Kaderin tuhaf cilvesi, aynı odaklar için mevcut ABD başkanı da “fake news” yani sahte haber üretim merkezi diyor. Ona oy veren milyonlarca Amerikan vatandaşı da artık CNN, ABC, CBS gibi medya kurumlarına hiç güvenmediklerini her ortamda dile getiriyorlar.
ABD’de böylesi bir rüzgâr yakalamışken, ciddi bir reyting ve itibar kaybına uğramış batı medyası maalesef hak ettiği “tokadı” henüz ülkemizden yemiş değil. Hâlâ, toplumumuzun kodlarına işlenmiş bir “oksidentalist batı hayranlığının” delillerini görüyoruz, özellikle de ekonomi haberleri üzerinden.
Financial Times, Economist vs. gibi “gazete” ve “dergiler” doların yükselmesi bahanesi ile Türkiye aleyhinde bir analiz ürettiklerinde hâlen bunu ciddiye alıp sosyal medyadan paylaşan onlarca “gazeteci” mevcut bizim coğrafyamızda.
Oysa Financial Times, Economist hiç bir zaman “ekonomi” dergisi olmadı, sadede bu kisve üzerinden “siyasal yönlendirme” mecraları olarak varlıklarını sürdürmeye çalıştılar.
Borazanları eskisi kadar ötmüyor, bu kesin. Ama biz onların analiz diye döktürdükleri safsataların satır aralarındaki mesajları doğru okuyabiliyor muyuz, ona bakmak lazım.
Zira bu “siyasî yönlendirme” mecralarının belli başları “ajandaları” oluyor, kendilerine “piramitin” üst saflarından verilen. Hani o “üst akılın” ip gibi dizildiği “şeytanî piramit”…
Onlar da bu “ajandalara” uygun yönlendirme yapmak zorundalar.
Mesela, Türkiye’nin askerî alandaki gelişmelerinden, bağımsızlık hamleleri bazı çok katmanlı, devasa tröstleri rahatsız mı ediyor? İşte o zaman hemen devreye bu “ekonomi” dergileri girer, herkesin merak ettiği “para” konuları üzerinden yazmaya başlarlar…
Şu başlıkları enteresandır: “Erdoğan, batmakta olan Türkiye gemisini kurtarabilecek mi?” Sözümona ilginç bir karikatür de eklemeyi ihmal etmezler. Yazının girişinde ise Türkiye’de halkın alım-satım gücü, dolarının inişi çıkışı gibi konularda oldukça sathi tespitler yaparlar ki, “sazan oltaya takılsın”, bu analizin gerçekten de ekonomi ile ilgili olmadığını gerçeği ört bas edilsin.
Bu tarz analizlerin sonuç bölümleri aslında önemlidir, asıl mesajlar orada verilir ama bu kısımlar es geçilir. Buraya gelindiğinde ise asıl “siyasî yönlendirme” yapılır. Mesela, bu “usta kalemler”, lafı önce dolardan alıp, yatırımcının, iş adamının gönlünü çeler onun sonunda ise yazısını “Erdoğan Kürtleri katledecek” diye algı operasyonu ile bitirir.
İşte sözüm ona bu “ekonomi” dergisi aslında bizim coğrafyamızda eskiden olduğu gibi kafasını kuma gömen bir Türkiye arzulamaktadır ama artık işler böyle yürümediği için nasıl saldıraracaklarını bilemezler.
Hatırlayınız, 2011 seçimleri öncesi Economist’in açıkça “Oyunuzu CHP’ye verin” demesi ve bu çağrının Türkiye’de hiç bir karşılığının olmaması…
15 Temmuz sonrası yaşadıkları panik ile ekonomi analizleri üzerinden, siyasal algı operasyonu yapmak için nasıl daha da saçmalayacaklarını kendilerinin bile bilmiyor artık ama her ne hikmetse, bizim medyalarımızda gündem olmayı başarıyorlar. En fazla unutulup giden basit bir haberle geçiştirilme…
Peki, tehlike tamamen geçti mi? Artık toplumca tamamen farkında mıyız bu “batı medyasının” Türkiye ile ilgili nasıl bir “ajandalarının” olduğunu?
Sanmıyorum.
Sosyal medyada hâlâ çok güçlü! Özellikle de CNN ve BBC Türk okurları üzerinde hayli etkili. Ülkelerinde bu “kanallarının” reytingleri dibe vurmuş durumda ama hâlâ bu ahtapotların kolları Türkiye’de bazı dimağlarının kafalarını karıştırmayı başarıyor.
Biz ne koca koca İngiliz edebiyatı profları gördük, Shakespeare’ın kisvesini alır Francis Bacon’a yapıştırır ama BBC’nin Türkiye hakkında geçtiği haberlerdeki ince ayak oyunları üzerinden verdiği “hain” mesajları çözemez.
Dış basınının mücadele edilmesi gereken ve Türk milletinin başına salınmış en köklü musibetlerden biri olduğunu sürekli vurgulamamız gerek. O kadar köklü ki, kökleri Bab-ı Ali’ye bile kök salmış, uzak diyarlardan filizlendikten sonra.
“Dış basın” mücadele edilmesi gereken bir vâkıadır. İster düşman deyin, ister hain, ister bizi abartmakla veya paranoya ile suçlayın, fark etmez!
Haber verme özgürlüğü bir yere kadardır, söz konusu belli başlı güçlerin bu coğrafya üzerindeki çıkarları olduğu için eninde sonunda hep “Türkiye aleyhinde” haberler, olur olmadık sudan bahaneler ile tüm dünyaya servis edilecektir.
Bu yüzden, özel sektörün bu alandaki çabaları devletin resmi politikası olarak desteklenmelidir…
28 Şubatlar, darbeler ile bazı nesiller tamamen kaybedildi ama gelecekten ümit kesmeyelim. En azından genç basın-yayın-gazetecilik öğrencilerinin kulağına küpe değil de, beyinlerindeki hard-disklere ufak bir klasör açabilir de bir kaç not yapıştırabilirsek ne mutlu…
Bu notlarda da hiç öyle derin analizlere gerek yok. Gezi hadiseleri daha başlamadan Taksim’e gelip, kurulup saatlerce canlı yayın yapan medya kuruluşu CNN’in hiç de “objektif gazetecilik” gibi bir derdinin olmadığını genç nesillerimize aktarabilirsek, önemli bir merhale geçilmiş olur.
Sahi, ne 15 Temmuz ile ilgili, ne de Gezi olayları ile ilgili “Batı medyasının bu olayları bakış açısı” ile ilgili uluslararası çapta bir bir belgesel üretemiyorsak önce çuvaldızı kendimize batırmamız gerek…
Bırakın medya kuruluşlarını, bizim “think tank” sandığımız bazı kuruluşlarının bile “15 Temmuz’u nasıl verdiği” ile ilgili bir çalışma ile işe başlayabiliriz. Örnek olarak, “uluslararası ilişkiler” üzerine bir düşünce kuruluşu olduğu iddia edilen Stratfor, o gece, Erdoğan’ın uçağının koordinatlarını yayınlamıştı, twitter hesaplarından… Üstelik “flight radardan” copy-paste yapıp.
Bu belgesel, şu soru ile başlayabilir:
Basın-yayın tarihinde, herhangi bir düşünce kuruluşu, normalde sadece, güya “saygın” analizler paylaşan bir düşünce kuruluşu, hangi akla hizmet bir ülkenin Cumhurbaşkanının bindiği uçağın koordinatlarını yayınlar, üstelik bu uçak havadayken? Üstelik de takvimler 15 Temmuz gecesini gösteriyorken?
Affedersiniz, saygın “düşünce kuruluşu” mu dediniz?