Yorgunluğun üzerine bir çay içmek gibi değil bu, bir damla suyun bile bardağı taşıracağı bir yorgunluk. Üzerimize tüy düşse yakıp yıkacağı bir yorgunluk. Düşünmenin de ağır geleceği bir zaman dilimi sadece. Oysaki bir kuşun uçması için sadece kanat çırpması gerekiyorken, kanadına asılmış kocaman demir zincirlerin ağırlığı altında kalmış bir yorgunluk. İnsan, dağların taşların taşıyamadığı bütün yükleri taşıyabilirdi hani. Toprak o eski toprak değil artık, insan da o eski insan değil. Dünya yorgun, biz yorgun…
Dünyayı biz bu hale nasıl getirdik acaba, toprağa neler yükledik, sonra yüreğimiz nasıl da böyle daraldı diye düşünmek gerekiyor bazen. Bir yılın son ayı ve sonu gelen her şey gibi tuhaf bir ağırlık altındaymışız gibi bir hisse kapılmış herkes. Kiminle konuşsam, “Şu 2017 bir gitse de kurtulsak” diyor. Umut işte, insan umut ediyor, rakamlar değişirse her şey sıfırlanır zannediyor. Sil baştan yeniden yaşayacağız, dünya hiç kirlenmiş olmayacak ve biz tertemiz bir güne doğacağız zannediyor. Ya tutarsa!
Bu içimizi saran nefes darlığına gelmeden önce hepimiz çok mu masumduk? Düşünmek gerekiyor bazen işte, sadece düşünmek, biliyorum derinlere dalınca çıkamazsınız gibi geliyor, ama insanın daha ileriye gitmesi için bazen geriye çekilmesi gerekiyor. Bir topu fırlatır gibi, geri geri gidip hız alması gerekiyor. İşte bazen aydınlığa ulaşmak için de derinlere dalmak gerekiyor. Orada mutlaka işinize yarayacak birçok şey bulabilirsiniz.
İnsan neden bu kadar yorgun? Yıllar neden bu kadar yorgun? Çünkü dünyayı ve tüm doğayı ve hatta bütün maneviyatı, her şeyi biz yorduk. Nasıl mı? Düşünerek çözelim biraz bu soruları.
Öncelikle Mevlana’nın şu sözü kenarda dursun biraz: “Sanma ki dert sadece sende var, sendeki derdi nimet sayanlar da var.” Yolda yürürken, bazen misafirlikte, çay ortamında, bazen bir durakta beklerken, insanların konuşmalarını duyuyoruz. Dertleşmiyor kimse, dertlerde yarışıyor, benim derdim senin derdinin yanında hiç kalır yarışına giriyor. Derdin ne kadar büyükse o kadar daha çok hayran kalsınlar, her şeye rağmen ayaklarının üzerinde dimdik durabildiğine şaşırsınlar istiyor insan. Dert küpü yavaş yavaş kendini kibre bırakıyor. Kimse kimseyi dinlemiyor, biri konuşurken diğeri vereceği cevabı düşünmekle meşgul olduğu için kendi cevabına odaklanıyor. Biz önce muhabbeti kaybettik. Onu kaybettikten sonra da insanlar sadece konuşmaya başladı, kimse dertleşmedi. Birinin derdini omuzlayamadık ve toprak çekti onu, çünkü havada öylece kaldı, dert toprağa yavaş yavaş düştü. İnsanlar artık dağların taşların taşıyamadığı yükü kendi de taşımak istemedi ve onu toprağa attı.
Toprağa bakınca neler gördük? Arazi, sadece boş bir arazi görmeye başladık. Üstüne binalar inşa edelim, insanlar yaşasın, herkes daha üst bir kat için yarışsın, yukarıdan baksın. Nefisler ifşa edildi, gizlisi saklısı kalmadı hiçbir şeyin, artık herkesin zayıflığını biliyor olduk ve nefis toprağa düştü. Çünkü o kadar çok ortalıkta kalmıştı ki onu da toprağa yükledik.
Dünyanın diğer ucundan birini hem görebiliyor hem de sesini duyabiliyoruz; gurbetmiş, hasretlikmiş elden çıktı. Onca radyoaktif dalgalanmalara maruz kalan toprak bir açığımızı daha yakalayıp kendine çekti, özlem ve hasrete de ihtiyacımız kalmadı, onu da toprağa gömdük.
Haritada bir ülke seç ve bir bilet al, hatta yetmezse ozon tabakasını del geç uzaya git, kim tutar seni artık. Yol arkadaşlığı ve yolu unuttuk, yolu da zamanı da toprak “ben alırım” dedi. Eskiden günler çok uzundu hatırlarsanız, kocaman bir gün geçmek bilmezdi, şimdi zaman öyle hızlı çalışıyor ki pazartesiydi daha geçenlerde hangi arada cumaya ulaştık diyoruz. Farkında olmadan “vakit geçmiyor ki” tasasını biz dağlara verdik. Sıkıntıyı, özlemi, derdi, muhabbeti ve bizi insan yapan her şeyi yavaş yavaş terk ettik.
Evler akıllı olduktan sonra komşulara da ihtiyaç duymadık, iyilik yapmaya çalışsan bundan nem kapan insanlar var artık. Herkes herkese kötülük yapar bu normal oldu, şaşırmıyoruz ama biri iyilik yapsa şüpheleniyoruz, normal gelmiyor artık. İyiliği de komşuluğu da kaybettik. Canın iyilik mi yapmak istedi, cebinden bilmem hangi numarayı ara falanca ülkeye yardım yap, nasıl biraz daha mı iyi hissetin kendini, tamam şimdi eline kumandayı alıp koltuğuna yaslanabilirsin. Vicdanın rahatlaya rahatlaya onu da kaybet. Sonra güzel bir Hollywood filmi aç, dünyayı robotlar nasıl ele geçiriyor konulu olsun, gelsin uçan bir adam da kurtarmaya çalışsın, ona hayran kal, hatta çocuğun da onu örnek alsın ve film bittiğinde camdan uçmaya çalışsın. Çocuğum o sadece bir film, robotlar yok, uçan adam yok de ve buna tüm kalbinle inan.
Biz bu gamı ve kederi taşıyamadık, o yüzden çatladık, o yüzden bizden akıp gitti her şey. Yükledik dünyaya ağırlığımızı, biz hafifledik. O kadar hafifledik ki boşlukta kaldık ve her şey artık bizi daha kolay üzüyor, her şey bizi daha çabuk yoruyor. Virüslere karşı bağışıklık kazandık ama sağlıklı birer hasta olduk. Cep telefonu hastalığı, konuşamama hastalığı, selfie çekme hastalığı, benlik yarışı… Canın savaşmak istiyorsa bilgisayar oyunlarından birini seç birkaç terörist vur sen de. Haberleri izlerken bile her şeyin bir komplo bir oyun olduğunu zannet. İnancını yitir her şeye karşı.
Ve insanlık… Nerede biraz doğallık kaldıysa oraya sığınmaya çalışıyor. Bütün bu derin düşüncelerin arasında eğer bir yerde onu bulursak, işte oradan yeniden doğmaya çalışıyoruz. Bir yerlerde hâlâ var olan bu insanlığa sarılmaya çalışıyoruz. Bu yüzden sesini yükselt, karşı çık, hiçbir şey olmuyorsa al bir taş sen de at düşmana, seni senden çalmaya çalışan her şeye bir taş at. Ama dağa taşa verme, o taşıyamaz unutma, sen çatlasan da çatladığın yerden doğma gücün var ama yer çatlasa tutunduğun dal kopar ve sürükler seni. Yeni bir yılı bekleme işte, aralık ayından uyan, uyanacaksan en karanlık geceden uyan ve doğrul. Yusuf’un kuyudan çıkıp sultan olduğunu unutma. Kendi kuyunu bulup düşmekten korkma, her karanlık sonsuz bir aydınlık eder. Muhabbeti bul, özlemi bul, hasreti, sılayı, insanlığı, gurbeti bul; bunlar seni var edecektir. Onlardan kurtulma, bazı kurtuluşlar sadece felakete sürükler çünkü. İnsan susamadıkça suyu aramaya kalkışmaz. Susamışsak, bir yerlerde bizi bekleyen bir su olduğu içindir. Bu da geçer ya hû, vira bismillah de, yeniden kardeş ol, can ol, dost ol, koş ve sakın arkana bakma…