Fikirler ya açık bir şekilde ifade edilmiyor ya da konuşanların, karşılaştığımız meselenin şimdiye kadarki nitelikleri ve bundan sonra kazanabileceği muhtemel boyutlar hakkında sağlıklı bir fikri yok. Birincisi diğerine göre zalimce bir tavırdır. İkincisi ise cehalete işaret eder. Fakat her iki hâl de Türkiye’nin yaşadığı yeni dönem saldırılara bir şekilde gözünü kapatmayı gerektirir. FETÖ’nün tartışıldığı ortamlarda konunun özellikle OHAL’in kaldırılmasına, mağduriyetlerin giderilmesine ya da bu örgüte karşı verilen mücadelenin hedefine ulaştığına getirilmesi, bahsettiğimiz saldırıları yok saymak manasına gelir. Bu saldırıları önemsizleştirmek, FETÖ ve benzeri terör yapılarıyla ilişkisini görünmez kılmak ve de bu ilişkilerin derinliğini sorgulamamak da zalimcedir. Gezi Parkı kalkışmasından bu tarafa ülkemizin karşılaştığı saldırıların olağanüstü nitelik arz ettiği bilinen bir durum olmasına rağmen FETÖ bağlamında tanık olduğumuz hususları sıralamamız gerekiyor:
FETÖ, küresel güç odaklarıyla birlikte olup vatanımıza yönelik bir işgal girişiminde bulundu. Bu örgütün amaçlarından vazgeçtiğini gösteren herhangi bir işaret bulunmamaktadır. Bunun aksine yurt dışına yerleşen örgüt mensupları Türkiye karşıtı faaliyetlerini yeni merkezlerde kendini yeniden üreterek devam ettirmektedir. Bunun farklı bir örgütlenme olduğunda şüphe yoktur. Salt bu yeniden örgütlenme dahi FETÖ’nün ülkemize yönelik faaliyetlerini farklı şekillerde sürdüreceğini gösterir.
FETÖ’nün küresel güç odaklarıyla ve bu odakların ülkemizde bulunan bireysel ve örgütsel uzantılarıyla çok yoğun bir temas içerisinde olduğu geçen zaman içinde anlaşılmıştı. Boyutları hakkında çok açık bilgiler olmamakla beraber bu münasebetlerin kopmadığı, farklı örtüler altında devem ettirildiği yönünde bir kabulden bahsedebiliriz.
FETÖ, örgütsel varlığını yeni merkezlerde yeniden ürettiği gibi İslam dininin temellerini tahrif etmeye de devam ediyor. Haddizatında onlar, İslam’ı tahrif ederek farklı bir din algısı inşa etmiş ve küresel güç odaklarıyla ilişkilerini bu algı üzerine bina etmişlerdi. Örgüt mensuplarının din üzerinde yaptığı tahrifatı fark ettiğine ya da bundan vazgeçtiğine dair herhangi bir emare gözükmemektedir. Bu da örgütsel yapının faaliyetlerini uzun bir süre devam ettireceğini gösteriyor.
Mevcut hukukî içtihatlar ya da tanımlar üzerinden kavranılması çok kolay olmayan bir yapıyla yüzleştiğimiz açıktır. Farklı ülkelerdeki örnekler göz önünde bulundurulduğunda “yeni dinî hareketler” bağlamında izah edilmesi gerekli bir yapının, böyle bir örnekle yüzleşmemiş hukukî çerçeve içerisinde tanımlanması doğru değildir. Özellikle örgütün Türkiye’deki derinliği hakkında kesin bir kanaat oluşmadığını hatırlamakta fayda var. Şimdiye kadar FETÖ’ye karşı verilen mücadelede örgütün devlet içindeki derinliğinin dikkate alındığını unutmamak gerekir. Hâlbuki küresel güç odakları ve onların ülkemizdeki kurumsal uzantılarıyla kurulan ilişkiler ve de sivil alandaki etkinlik, örgütün devlet kurumları dışında da güçlü bir ağa sahip olduğunu göstermektedir. Sadece sivil alanda bile bir çözülme ve pişmanlık yaşansaydı bireylerin sosyal uyum sorunlarından bahis açabilirdik. Toplumsal desteği olmayan örgütlerin belli bir ölçüde güvenlik meselesine indirgenmesi onların sosyal destekten yoksun olmalarıyla doğrudan alakalıdır. Sivil alandaki uzantılarıyla çekirdek örgüt arasındaki sıkı dayanışma FETÖ’nün güvenlik meselesine indirgenemeyeceğini gösterir.
Türkiye’de, FETÖ yapılanmasının tanımlanamadığını ve bu meselenin bütün boyutlarıyla yeterli düzeyde işlenmediğini açık bir şekilde söylemek gerekiyor. Üstelik durağan, olmuş bitmiş bir vaka üzerine de konuşmuyoruz. Hâl böyle iken falanca kurumda FETÖ ile mücadelenin başarıyla tamamlandığını, örgüt mensuplarının topluma kazandırılması gerektiğini ve mağduriyetleri konuşmak Batı emperyalizmi ve onun coğrafyamıza yönelik istila girişiminden bî-haber olmakla izah edilebilir.
Bugün bütün dünya ölçeğinde devletlerarası kuralsız bir mücadele ortamının egemen olduğuna dair çok güçlü emareler var. Şimdilik savaşlar örgütler üzerinden yürütülüyor. Proje örgütlerin aktif savaş ortamında etkin bir araç oldukları Gezi Kalkışması, 17-25 Aralık Hukuk Darbesi, MİT Tırları baskını ve 15 Temmuz Darbe Girişimi ile görüldü. PKK-PYD de proje örgütlerin devletler düzeyinde müdahale araçlarına dönüştürülmesine örnektir. Bu durum, ikinci ve üçüncü aşamaya geçildiği zaman savaşların çok daha sert geçeceğini gösteriyor. Bu şartlarda yeni tanımlara duyulan ihtiyaç daha belirgin hâle gelmektedir.
FETÖ, Batılı emperyalist devletlerin basit bir müdahale aracı değildir. Kimliksiz ve şekilsiz bir organizma olması, bu örgütün diğer örgütler arasında bir odak noktası olmasına imkân veriyor. Bu da FETÖ ile birlikte örgütsel yapıların değişim geçirmesi anlamını taşır. Kısaca söylemek gerekirse karşımızda tek düze bir süreç yok ve muhatap olduğumuz yapılar tek boyutlu değildir.
Emperyalist müdahale, yeni istila, coğrafyanın yeniden talanı ve küresel ölçekte büyük gerilim gibi yeni kavramlara rağmen karşılaştığımız vakaları eski alışkanlıklarımız doğrultusunda izah etmek bize çok şey kazandırmayacak hatta ciddî bir körlük oluşturacaktır. Küresel ölçekteki büyük gelişmeleri görünmez kılmak, geçmişte kurulan ilişkilerin gölgesinde kişisel arayışlara girmek ve bunlar karşısındaki millî ve yerli hassasiyeti tahfif edici bir yaklaşım sergilemek artık masum bir davranış olamaz.