Rüzgâra karşı çay ve sohbet

Bugün FETÖ konusunda sormamız gerekli birçok soru var. Yıllar içerisinde FETÖ oluşumu niçin bütün yönleriyle fark edilmedi, fark edenler sesini niçin duyuramadı, FETÖ oluşumunun muhtemel tehlikelerini fark edenlerin sözleri niçin ciddiye alınmadı gibi geçmişi anlamaya yönelik sorular cevapsız duruyor. Aynı şekilde FETÖ yapılanmasının ülkemize, milletimize ve dinimize karşı işledikleri suçlar açık bir şekilde görülüyorken bu yapının çözülmemesi ve dolayısıyla bu yapıdan kaynaklanacak muhtemel tehditler hususu açıklığa kavuşturulmuş değildir. FETÖ yapılanması yine gözümüzün önünde daha tehlikeli başka bir şeye dönüşüyor.

Açık söylemek gerekirse 17-25 Aralık hukuk darbesi ve MİT TIR’ları baskınından sonra çoğu kimse örgütün sonunun geldiğini düşünmüştü. Bugün de 15 Temmuz darbe girişiminden sonra FETÖ’nün Türkiye’de belini doğrultamayacağı yönünde bir algı oluştu. Darbe girişimi öncesinde örgütün sonunun geldiğini düşünenler 15 Temmuz günü yanıldıklarını anladılar. Bugün de FETÖ’cülerin mahkemelerde sergilediği çirkin tavırlar örgütün çökmediği yönündeki tespiti doğrulamaktadır. Örgütün bu kadar açık din, millet ve vatan düşmanlığı sergilerken varlığını koruyabiliyor olması, içinde bulunduğumuz durumun vahametini artırmaktadır.

Öncelikle FETÖ’nün bağlamına dâhil olduğu sosyal ve fikrî alanın, örgüt için koruyucu ve kollayıcı bir kalkan vazifesi gördüğünü belirtmemiz gerekiyor. Bu şartlarda FETÖ’nün çözülmesini beklemek abesle iştigaldir. Öncelikli olarak FETÖ’yü sarmalayan sosyal ve fikrî alanın çözülmesi gereklidir. Bahsettiğimiz alan birçok bileşenden meydana gelmektedir, ne yazık ki bu bileşenlerden çok azı görünür bir hâldedir. Bugünkü yazımızda bu alanı oluşturan unsurlardan sadece bir tanesini ele almaya çalışacağız.

Türkiye’de dinî hayat üzerinde cemaatlerin belirleyici bir etkiye sahip olduğunu teslim etmeliyiz. Bu etki 90’lı yılların ikinci yarısından itibaren gittikçe artmıştır. Bu artışın tasarlanmış bir gelişme olduğunu düşünüyoruz. Bu tarihten önce dinî düşüncenin gelişimi sürecinde bireysel çabaların önemli bir yeri vardı. Üstelik bu çabalar temelsiz de değildi. 90’lı yıllarla birlikte Anadolu’dan büyük şehirlere üniversite okumak için gelen öğrencilere belirli cemaatler tarafından sunulan imkânlar (!) bireysel çabaları önemsizleştirdi. Çünkü her cemaat kendine yeter bir dünya kurmaya başladı. Özellikle bu tarihlerden itibaren dinî hayata etkisi bulunan yayınevlerinin yayın politikasındaki belirgin değişimi de tasarlanmış durumun yansıması şeklinde gördüğümüzde düşünce dünyamızın mutlak bir kuşatmaya tabi tutulduğu anlaşılır. Dikkatli bir göz o yıllardan itibaren genellemeci yaklaşımların ve bir şey söylemeden çok şey söyleme alışkanlığının egemen olduğunu görür. Bireylerin gündelik hayattaki sıradan davranışları üzerinden baskı altına alındığı yıllardan bahsediyoruz. Bununla fikrî eğilimlerdeki sapkınlıkların gözlerden uzaklaştırılması amaçlanıyordu ve başarıldı.

Amacımız cemaatlerin varlığını reddetmek değildir. Fakat cemaatlerin kendilerine mahsus bir dünyanın içinde yaşamaları, başka dünyalara kapalı bir zihin yapısının egemenliğini kıramamaları onları toplumsal gelişmelere karşı duyarsız hâle getirmektedir. Bu kaçınılmaz bir sonuçtur. Cemaatlerin dinî hayat üzerindeki belirleyici etkisine ilave olarak dinî hayata egemen olan düşünme biçiminin kapsayıcı bir nitelik arz etmemesi de bu hayat içerisinde yer alan bireylerin olağan gelişmelere dikkat kesilmesini önlemektedir. Hâlbuki zamanımızda değişimler çok daha kısa zaman aralıklarında cereyan etmektedir. Genellemeci ve birey davranışlarına odaklanmış bir dinî düşünce bilgiyi ve soyut düşünmeyi geri plana iterken toplumsal gelişmelere duyarsız dünyalar, bireyi kuşatan bağlamların görülmesini imkânsız kılar. Çünkü sun’î bir dünya kurulmuştur. Doğal olarak bu da zamanla dinî alanın tarih dışına itilmesine yol açar. Nitekim tarihte yaşadıklarımız da bundan ibarettir.

Yazının başında sorduğumuz geçen yıllarda FETÖ niçin fark edilmedi, fark edenler sesini niçin duyuramadı, duyulan sesler niçin etkili olamadı sorularını bu çerçeve içinde tekrar düşünmekte yarar var. Dinî düşüncenin her türlü kumpasa ve yönlendirmeye açık olmasını başka türlü izah edemeyiz.

Bugün dinî düşünce alanını istismar ederek emperyalistlerle işbirliği yapanların varlığı kendi başına bir utanç vesilesi iken FETÖ’yü sarmalayan sosyal ve fikrî alana karşı açıktan söz söylenmiyor olması da ayrıca dikkate değer bir olumsuzluktur. Çünkü bu alan çok katmanlıdır ve sermaye, siyaset, akademi, basın ve bürokrasi dünyasında birçok temsilcisi vardır.

Emperyalizmin temsilcisi rolüyle bahsettiğimiz çok katmanlı alanda yer alarak dinî kurumlarımızı kullanan ve dinî düşüncemizi şekillendirmeye çalışanlara karşı mücadele vermek esas vazifelerimiz arasındadır. Üstelik bu mücadeleyi de çetrefilli bir ilişkiler yumağı içinden geçerek vermemiz gerekmiyor. Bacak bacak üstüne atarak karşılıklı oturmak ve saatlerce çay eşliğinde sohbet etmek en büyük silahımızdır. Okumak ve okuduklarını paylaşmak, bize ait sorunları tespit edip ısrarla onların üzerine gitmek, keşfetmenin heyecanıyla bilgiyi yeniden üretmek bizi biz yapacaktır.

Bu son söylediğimiz geçmişte denenmiş ve başarılı olmuş bir yöntemdir. Bu yöntem yeni kuşakların sorumluluk almasının önündeki engelleri de kaldıracaktır. Okumak ve okuduklarını paylaşmak bize yeni dünyaların kapılarını açacaktır, kendini bulmak da budur.