Referandum sonuçları hakkında birkaç tespit

FETÖ’nün, Anayasa Referandumu öncesinde Türkiye kamuoyuna yönelik yoğun bir saldırı kampanyası içinde olduğunu gördük. Örgütün Türkiye’de hâlâ etkili olduğunu gösteren bu saldırı kampanyasında dikkatleri oylamadan uzaklaştırmaya odaklandığı anlaşılıyor. FETÖ müdahaleleri, kamuoyunda Anayasa Referandumu oylamasının sağlıklı bir şekilde yapılamayacağı yönünde bir endişe oluşturdu. Kuşkusuz haklı bir endişeydi fakat bu, FETÖ’cülerin Hayır çıkması yönünde farklı bir çalışma yaptıklarını görmemizi engelledi. Türkiye’nin 2002’den bu tarafa yaşadığı gerilimlerde taraf olmuş birçok siyasî kişilik ve etkili kalem sahiplerinin de dâhil olduğu geniş bir kesim Hayır çıkması yönünde çalışma yaptılar. Bu süreçte Hayırcılar birçok farklı kesimi bir araya getirmede başarılı oldu.

Hayırcıların yoğun çalışmalarına rağmen Erdoğan etrafında birleşen Anadolu insanı, referandum oylamasına doğru giderken 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin meydana getirdiği tehlikeyi herhangi bir şekilde geri plana itmediğini gösterdi. Bu da 15 Temmuz Darbe Girişimi’ne karşı ortaya çıkan duyarlılığın uzunca bir zaman varlığını sürdüreceğini gösterir. Bunun yanında 15 Temmuz’dan Anayasa Referandumuna giden süreçte yeni kamplaşmalar da gündeme gelmeye başladı. Açık söylemek gerekirse İslâmcılar arasında bir kırılma yaşanıyor (FETÖ’cüler zaten İslâmcılara karşı her zaman dışlayıcı oldukları için konu dışıdır.) Bu kırılmayı klasik İslâmcı perspektifin oluşum koşullarında meydana gelen değişimle açıklamak mümkündür.

Yeni anayasanın oylandığı referandumda Evet cevabı galibiyetini ilan etti. Eğer daha yüksek oranda Evet çıksaydı oylama öncesinde tezahür eden birçok sorun görülmeyebilirdi. Örneğin FETÖ’nün mağlup olduğu tezi kabul görebilir ve bu terör örgütüne karşı rehavetle hareket edilebilirdi. Zaten bu yönde bir eğilim de vardı. Aynı şekilde AK Parti içinde Erdoğan’a ve onun temsil ettiği siyaset biçimine muhalif olanların varlığı da hasıraltı edilebilirdi. Referandum sonuçları, önümüzdeki dönemin mühim olduğunu herkese göstermiş oldu.

Anayasa referandumu sonrası göze çarpan en önemli sonuçlardan biri de Anadolu’nun siyasallaşma sürecine etkin bir şekilde katılmış olmasıdır. Sandıktan çıkan oy oranları, şehirler ölçeğinde ele alındığında daha “kırsal” kesimin başka bir kelimeyle “çevre”nin şehir, kasaba ve köylerinde Evetin açık ara önde olduğunu gösteriyor. Bu oranlara göre değişimi sağlayan destek çevreden gelmiştir. Halen anlamaya çalıştığımız bu durum, Türkiye’de “değişim” etrafında gündeme gelmiş klasik tartışmaları ciddî ölçüde geçersiz kılabilecek bir öneme sahiptir. Bu bağlamda İdris Küçükömer’in Düzenin Yabancılaşması adlı kitabının yeniden okunması faydalı olacaktır.

Türkiye’de geçmiş dönemlerde yaşanan değişimlerde İstanbul, Ankara ve İzmir gibi şehirler merkez olmaları dolayısıyla etkili olmuştu. Kuşkusuz bu değişimler Türkiye’nin millîlik ve yerlilik vasfına ciddî ölçüde zarar vermişti. Üstelik bu değişimlerde dışarıdan gelen baskının önemli bir rolü olduğu da bilinmektedir. Bugün yaşamakta olduğumuz değişimde “Anadolu köylüsü”nün bu kadar öne geçmesini sosyolojik açıdan incelemek sosyal ve siyasal süreçlerin yönünü tahmin etmek açısından önemli ipuçları sunacaktır. Doğal olan “köy”ün muhafazakâr olmasıydı. Fakat anayasa referandumunda “köy” ileri bir adım attı ve değişimi sırtlamış oldu. Bir zamanlar bu “köy”ün sakinleri arasında yer alan birçok kimsenin dahi mevcut sonucu hazmetmekte zorlandığını, hatta “bunlar da kim oluyor” kabilinden bir tavra yöneldiklerini söyleyebiliriz. Referandum öncesi “yeni bir aydın yabancılaşması”ndan bahsetmemiz de bu sebeptendi.

Anayasa referandumuyla ortaya çıkan değişim talebinin “kırsal kesim”den gelmiş olmasını klasik merkez çevre çatışmasında çevrenin merkeze galebesi şeklinde tanımlamak bir yönüyle doğru olsa da çevrenin çevre olarak varlığını sürdürmesi yeni bir durumdur. Çevrenin çevre olarak varlığını koruyarak siyasetin yönünü tayin etmesinin kalıcı sonuçları olacaktır. Siyasî aktörler bu sonuca bigâne kalamayacaktır. Hatta çevrenin varlığını bu şekilde sahneye sürmesi, küresel ölçekte yaşanan büyük sarsıntılara karşı yeni direnç alanlarının ortaya çıkması bakımından bir avantaj şeklinde görülebilecektir.

Anayasa referandumunda çevreden gelen büyük desteği yadırgamamak gerekir. Çünkü referandum tam da 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra gerçekleşti. Bilindiği gibi 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin baş aktörü FETÖ idi. Lider kadrosunda yer alan kimselerin uluslararası güç odakları ile artık gizlenme gereği duyulmayan ilişkileri, FETÖ’nün kozmopolit karakterini iyice belirgin hâle getirmişti. Salt bu özelliğini vurgulamak bakımından “ihanet” tanımının öne çıkması anlamlıdır. Bu bakımdan referandum sürecinde millîlik ve gayr-i millîlik gerilimini yaşamamız da tesadüfî değildi. Yurt dışında yaşayan Türk seçmeninin Evete ilgisi de tesadüfî değildi. Çevrenin Evet oyu kullanmakta tereddüt göstermemesini, gayr-i millî müdahalelere sert bir tepki şeklinde değerlendirmek gerekir.

İzah etmeye çalıştığımız gibi anayasa referandumunun sonuçları çok önemli bir değişime işaret ediyor. Referandum sürecinde yaşanan gerilimlerin de gösterdiği gibi oylama, sadece bir yönetim değişikliğini sağlamamıştır. Neredeyse bütün toplum kesimleri dinamik bir süreç yaşamış ve Türkiye’nin geleceği hakkında söz söyleme kabiliyetini sergilemiştir. Bunun iyiye işaret olduğunu söyleyebiliriz.