Peki hocam sanatta modernleşme caiz mi?

Kültürler arasındaki onca değişikliği sağlayan ana etmen ne? Bugün bu soruya verilen bütün karşılıkların işaret ettiği temelde azami ittifak sağlanmış durumda: dil.

Dilin, en üst düzeyde kendini ifade ortamı saymamız gereken edebiyat, zaman içinde sandığımızdan çok daha farklı anlam evrilmeleri yaşadı. Üstelik bu evrilmeler, geçen yüzyılda birbirine zıt veya birbirini kökten yanlışlayan yapılara bile bürünmüştü. Meramın, etkileyici ve çarpıcılığı kalıcı bir tarzda yazılı veya sözlü ifadesi… Bin yılı aşkın bir süredir edebiyat denince akla gelen buydu. Ne ki tarihte bir dönem sonrasında, insanlığın o güne değin yaşadığından çok farklı hâllere bürünmesi, o güne değin bilmediği ve düşünemediği tarzda yaşamak durumunda kalması, insanla ilgili birçok olgunun, değerin ve dolayısıyla kavramın da değişmesine neden oldu.

Kullandığımız tarih anlayışına göre insanlığın yaşadığı en önemli değişme Hz. İsa’nın doğması… Bu satırların yazarına göreyse değişmeden de öte, handiyse başkalaşma başlığı altında değerlendirilmesi zorunlu insanlık evresi, Sanayi Devrimi’nden başka ne olabilir ki!

Bırakalım fiilen sanayileşmeyi, (Hoş, bunun bir zorunluluk, dahası gereklilik olduğuna inananlardan değilim.) henüz sanayileşmenin toplumsal açıdan anlamını bile çözümleyememiş insanımızın, sanayileşme sonrasında ortaya çıkan kabullerin sistematikleştirilmesinin ardından, edebiyatın içlem ve kaplamının da değiştiğinin ayırdına varması ne derece makul bir beklenti?

İşin şaşırtıcı tarafı, bu ülkede modernitenin ilk tebarüz ettiği (‘Ettirildiği’ deseydim, meramımı daha ayan ifade etmiş olabilir miydim?) yerlerden biri edebiyat. Öyle ya, Türk Edebiyatı’nın dünya edebiyatı içindeki yeri sözkonusu edildiğinde, modernite sonrasının tarihini taşıyan kaç ürün sayılabilir?

Konumuz burası değil fakat bu tespitten ulaşabileceğimiz yer, işimize yarayabilir.

İfade ve meram ilişkisi

Belirginleştirme pahasına bir miktar keskinleştirildiğini başa alarak belirtelim: ‘Klâsik’ ile ‘modern’i birbirinden ayırt etmeye yarayacak bir yordam ister misiniz?

Herhangi bir sanat türündeki bir ürüne muhatap olduğunuzda, varolan birikiminizle o sanat ürününü anlamlandırabiliyorsanız, o ürünün, sözü geçen sanat türünün klâsik yapısına uygun olarak verildiğini söyleyebilirsiniz. Muhatap olduğunuz sanat ürünü, olanca birikiminize karşın size kapısını aralamıyorsa, modern anlayışla kotarılmış bir sanat ürününün karşısında olabileceğinizi düşünebilirsiniz. Çünkü ne anlatıyorsa anlatsın, tüm öğelerini, ‘birebir anlatma’yı bir tarafa bırakmak ve ‘tek bir’ meramı hedeflemeyi aşmaktan, ifadeyi meramın ötesine taşımaya değin birçok tarz ve kalıp altında ‘anlatım’ı ‘anlatılan’a tercih etmek biçiminde ‘tasarlamak’ diye özetleyebileceğimiz modern sanatın olmazsa olmazlarından biri durumundaki nitelik, anlattığını da, kimileyin anlatımını da peçelemesinde bulmakta.

Demin Türk Edebiyatı’nın, modern anlayışların bizde ilk uygulandığı sanat alanı olduğunu söylemiştim. Örneğin şiirde Fransız mistisizmi ile Türk halk deyişleri gibi iki uç öğeyi son derece kendine özgü modern bir potada eriten Necip Fazıl, tiyatroda Shakespearevari bir oyun; romanda 19’uncu yüzyılın ilk dönemlerindeki bezeme ve benzetmeyi önceleyen anlatı anlayışı doğrultusunda ürün verebilmekte. Tek örnekten hareketle bir genellemeye gitmiş olmayalım ama bu tür bir tespitte bulunabilmek için ne denli bol seçeneğin bulunduğunu söylemeye gerek var mı?

Türk Edebiyatı’nda, başta şiir olmak üzere, ardından roman, deneme ve hikâye alanlarında gözlemlenen ‘modernleşme’, edebiyatın dışındaki öbür sanatlara gittikçe azalarak sirayet etmişken, (Bir avuç ismin hakkını yemeden belirtelim.) örneğin Türk Müziği’nin yanına yakınına uğramamış gibi. Bu, hem (neredeyse olmayan) çağdaş sanat müziğimiz için geçerli hem de popüler müziğimiz için.

Hâlbuki ilkin her bakımdan yüzümüzü döndüğümüz, ardından zihnimizi beslediğimiz, sonuçta da ruhumuz için yemişler devşirdiğimiz Batı’da, modern anlatım yapıları, modern müzikal anlayış öğeleri, yalnızca sanat müziğinde değil popüler müzikte bile çoktan yerini almış durumda. Fakat bizdeki pop müzik, (Dikkat! Popüler demiyorum.) gelişme adına Batı’daki melodik yapıyı almaya çabalarken, özellikle de 1970’lerden sonra kendini nerede buldu dersiniz? İsrail’de!

Nasıl mı?

İşte incelenmeye değer ‘şaşırtıcı’ bir gelişme.

Farklılık modernlik ve müzik

Sığ bir armoni anlayışıyla örülmüş, kulakta hemen yer edebilecek bir melodi akışından güç alan ve olabildiğince basit bir ritmik yapı üzerinde kurulmuş; bu yüzden de hemencik muhatap bulabilen ve aynı hızla yerini başka bir hemcinsine bırakan modern popüler müzikte bile müziğin ana ekseni, çoktan yüzyıllardır kendisini taşıyan iki öğeye, melodi ile ritmin saadet dolu izdivacına sırtını dönmüş durumda. (Burada drum’n bass adlı müzik türünü anımsayabiliriz.) Popüler müzikte bu düzeye ‘inen’ değişme, acaba sanat müziğindeki hangi dalgalanmaların sonucuydu?

Temelde sözcüklerden hareket eden dil merkezli edebiyat konusundan başlayıp, kendisine özgü ‘cümle’ yapısını başa alan modern müziğin n’idüğünü olmasa bile ne olmadığını kurcalamaya çabalayan böyle bir yazının, daha baştan bir muhatap sorunu vardır. Herhangi bir sanat dalının olağan bir ürünü hakkında bir fikir sahibi olmayan bir kişiye, o sanat üzerine (üst bir yaklaşım niteliği barındırmasa da) veya o sanatın sorunları üzerine bilgi vermek, gereksizliği bir yana zararlıdır da. Fakat ülkemiz aydınının düştüğü tuhaf durum da bu: Ya Batı menşeli bir felsefe, sanat, siyaset… anlayışının arkaplanından habersizce onun meftunu olacak ya da o felsefe, sanat, siyaset ve bilgi anlayışlarından bağlantısızca ürünlerinin (ya da sonuçlarının) sevdalısı kalacak.

Ne ki insanımıza haksızlık etmemeli. Görünen o ki, sözü geçen bu açığı kapamak için siyasetçimizle el ele veren aydınımız, bu sorunun da altından kalkmaya yarayacak adımları atmış durumda. Handiyse ikiyüz yıldır bir türlü, ‘her nasılsa öyle’ anlayamadığımız Batı’ya bütünüyle kapılanma, sahiden de derdi ortadan kaldıracak gibi görünüyor. Ne ki unutulan şu: Bir derdin ortadan kalkması, ondan aşağı kalmayan bir başkasının gelmesine bağlı olduğunda, ortada sevinilecek bir durum mu vardır yoksa ağıt yakılacak bir acı mı?

Demek ki bir koroya kitle olarak katılmış olmak, o koronun söylediği şarkıda falso yapmamayı beraberinde getirmemekte.

Avrupa’da Klâsik ve Modern Müzik

Peki açıkça soracak olursak, Batı Klâsik Sanat Müziği ile Modern Batı Sanat Müziği arasında en belirgin fark nedir?

Yine aynı berraklıkla cevaplandırmayı deneyelim: Sanıldığının tersine Modern Batı Sanat Müziği’nde en belirgin farklılaşma, öğelerinde görülen değişiklikler alanında ya da öğelerinin yer değiştirmelerinden kaynaklanan ‘iç tazeleme’ biçiminde değil, müzikte ‘ses’in niteliği bağlamında gerçekleşti. Özellikle çağdaş müzik, bir ahenk oluşturacak tarzda bir araya getirilen öğelerin belirli ilkeler doğrultusunda bestelenmesiyle oluşmayabilmekte. Zamanımıza değin ahenksizliğin içinde değerlendirilen kimi tempo değerleri, çağdaş bir müzik eserinin ritmi olabilmekte; dahası, önceleri düpedüz gürültü sayılan sesler, artık belirli konseptler çerçevesinde müziğe dahil edilebilmekte.

Çok daha ilginci, düpedüz gürültü, belirgin bir müzikal form çerçevesinde bestelenebilmekte.

Sanatta meramı etkileyici ve çarpılmayı sürdürücü bir tarzda ifade etmenin devri kapanalı beri, müzikte de yeni bir şeyler söylemenin neredeyse olanaksızlığı, yerini, meramını yeni biçimler üzerinden aktarmaya bırakmış durumda. Peki bu sonuç beraberinde neyi getirdi? Zaten öbür alanlarda doğadan ve doğallıktan kopayazan insanı, müzik alanında da doğanın seslerini taklitten uzaklaştırmaya.

İyi de, bu insanın yararına mı oldu, zararına mı? İşte bu soru, kişinin müzikal tercihinden çok, felsefi tercihiyle yakından ilgili. Dolayısıyla çağımızın müziği, bize nota adlı simgelerle işarete kavuşturduğumuz ses birimleri üzerinden, ahenkli, (doğaya uygun anlamında) doğal ve bestelenmiş sesler üzerinden de ulaşabilmekte; dönüşüme uğratılmış günümüz doğası gibi ‘kaotik’ atmosfere dayalı, doğal olmayan seslerin insan doğasını zorlayan biçimde ‘tasarlanması’ ile de yaratılabilmekte. Bu yeni müzik, insanlık tarihinin tanımadığı bir biçimde karmaşa ile ahengi, gürültü ile düzenli sesi, tekanlamlılık ile çokanlamlılığı birarada barındırabilmekte.

Ahenksizlik mümkün mü?

Daha önceden duyularımız üzerinden duyarlılığımıza seslenen müzik, çağımızda yerini, duyularımızın yeteneklerini suistimal edercesine kendi fonksiyonunu abartan ve her an zıddına dönüşmeye meyilli, bilincimize seslenen ‘ses birimleri’ne bırakmış durumda. Daha önceden müzik kabul edilmesi olanaksız sesler, asla enstrüman diye kabullenilmemiş nesneler aracılığıyla ve dolaylı ya da dolaysız coşkunluğa yol açmaktansa, bu iç coşkunluğa giden bütün yolları tıkatırcasına, anlamsızlığa varmayan bir harmanlanmayla, ‘bestelenmeksizin’, bir tür tasarı anlayışıyla bir araya getirildiğinde, ortaya çıkana (bile) ‘modern müzik’ denilebilmekte. (Burada değer bakımından bir tanım değil, yapı açısından bir tasvir yapılmakta.)

Peki, bir daha asla başrol oynamamacasına makamından indirilen, belki kimi küçük çaplı eserlerde ufak rollerde gözükebilecek ahengin yerini ne aldı modern müzikte? Ahenksizlik mi? Tüm kolay cevaplardaki aceleciliğin getirdiği potansiyel yanlış, bu karşılıkta da niçin olmasın? Yeni bir ahenk anlayışı mı? Niçin olmasın?

Tam burada şunu anımsatmadan edemeyeceğim: Bir insanın, Dante’yi veya Balzac’ı anlaması için genel kültür düzeyine erişmesi yeterlidir. Ama iş Borges’i, Faulkner’i, Kafka’yı gereğince kavramaya gelip dayandığında farklılaşmakta. Bu yazarlar gibi modern kurgu anlayışlarına taraf olan kurmacacıları; Heidegger’i, Kant’ı, Adorno’yu, hatta Chomsky’yi bile anlayabilmek için Stochausen’i, Stavinski’yi, John Cage’i, daha olmadı Klaus Schulze’yi heceleyebilme düzeyinde olsun okuyabilmeli.

Tersi de geçersiz değil.

Demek ki ‘Avrupalılaşma’nın, hele hele yalnızca siyasi ve iktisadi değil, aynı zamanda bir kültür birliğini hedefleyen Avrupa Birliği’ne yönelik tavırların öncesinde hesaplaşılması gereken sorun bu.