Hangimiz normaliz? Hem ne kadar? Kime göre? Bu iddiamızı şaşmaz bir şekilde nasıl ispat edebiliriz ki! Hem normalliğin şartları ne? Kim, ne zaman, nerede belirlemiş? Bu belirlenim hâlen daha geçerliliğini korumakta mı? Öyleyse normal, ne diye bu kadar değişmekte? Hem ferde göre gözlemlenmekte bu değişim, hem toplum katmanlarına göre ve hem de kültürlere göre. Dünün normali, bugünün anormali sayılabilmekte. Bunca varsayımı kaldırabilir mi bir norm-al?
Sadece felsefeye özgü terimlere yahut bilime ait kavramlara kendimizce çeşit çeşit çoğu boş anlamlar yüklemekle kalmayız, (Hoş, sanki bilim adamları da, filozoflar da farklı bir şey yapıyormuş gibi.) aynı zamanda bu terimlerin kendine mahsus anlamlarından da usul usul uzaklaştığımızı görmezden geliriz. Kendi kendimize oynadığımız bu oyuna da yerine göre bilgi, düşünce veya görüş demekten çekinmeyiz. Yarı mütereddit bir eda ile ileri sürdüğümüz bu kanaatlere dair çevremizden itiraz gelmedikçe de bu altı boş kabullerimizi doğru hâline getiririz.
Yahut tutarlı bilgi. Kimileyin de ilke.
Bu mahiyeti hiç sorgu yüzü görmemiş kavramların başında da galiba şu meşhur meçhûl tabirimiz gelmekte: normal.
İyi ama sahiden de nedir bu normal? Kime göre normal normaldir? Neye göre? Ne vakitten beri? Öyleyse normal, ne diye bu kadar sıklıkla kılık ve kimlik değiştirmede? Normal şartlarda normali nasıl tespit edeceğiz? Sınırlarını neye göre çizeceğiz? Çizdiğimiz bu sınırlar, hangi norma göre nereye kadar geçerliliğini muhafaza edecek?
Normalin Sınırsız Sınırları
Zor sorular. Bırakalım bu ve benzeri sorulara kendimizce cevap aramayı, soruların kendisini bile sormaktan vazgeçtik. Tam yüz yıldır.
Ne ki normal, yalnızca bizde değil, bütün dünyada anlamı en değişken kavramların başında gelmede. Bu değişkenlikten kasıt sadece kavramın bağlam farklarına göre farklılaşan anlamlarına işaret etmekle de sınırlı değil üstelik. Hatta bu ifade meselenin bu yönünden daha çok, normal’in hem dünya üzerinde yayılan onca farklı kültüre uygun başka bir anlama denk gelebilmesi özelliğini, hem de aynı kültür havzasında değişik toplum tabakalarına göre farklı anlamlara bürünebilmesi hususunu vurguluyor.
Sakınmadan ifade edebiliriz: Normal, hiç de normal bir tabir değil. Akılalmaz bir kaypaklığa sahip. Cıva kadar ele-avuca sığmaz; eter kadar uçucu. Ve her yere, her şekilde sirayet edici. Kavram değil de casus sanki.
‘Normal’in Kökeni
Etimolojiyle ilgilenenler bile ‘normal’in işaret ettiği ‘norm’u hesaba katmadan iş görmeye alışmış durumda. Olur-olmaz yerde kullanmaktan sakınmadığımız bu tabirin kökü ne demeye gelmekte acaba? Bir işin yapılışına yahut herhangi bir şeyin ölçülerine veyahut hususiyetlerine dair kurallar bütünü. Veyahut da değerler topluluğu. Norm bu. Az-çok ele gelir bir tanım bu.
İyi ama bir kelimenin sıfat hâli nasıl da böyle zalimleşebilmekte? Denilebilir ki normal, tabirlerin arasında aslen en belirsizi. Ama buna rağmen gündelik yaşantıdan tutun da en derin fikri mevzuatta bile hiç sakınmadan karşımıza çıkabilecek, yani tabiatıyla hiç de mütenasip sayılamayacak bir kullanım hakkını kuşanmış durumda. Hatta kullanıldıkça çoğalan ama anlamı buharlaşan ve aynı zamanda anlamı buharlaştıkça daha çok kullanılan ve kullanım alanını çoğaltan bir tabir. Anlam katmanları arasındaki sihir kudretli, Türkçe’deki ‘şey’in kudretinden bile fazla.
Normalsizlik Mümkün mü?
Anlamını sınırlandırma ihtiyacı hissetmediğimiz veya beceremediğimiz bu kavrama yine de şiddetle ihtiyaç duyarız. Aslında bundan da fazlası: Onsuz edemeyiz! Böylesine siyam ikiziyiz aslında normalle. Elbette normal bir durum değil bu.
Bunca derinden ihtiyaç hissettiğimiz bir kavramın bizde bir karşılığı yok mudur acaba? Var elbet: âdet. Evet, şu bildiğimiz âdet. Yahut hiç bilmediğimiz.
Bir yanıyla içler acısı bir miktarda, öbür yanıyla da yüz kızartıcı suç çapında bir anlam daraltmasına maruz bırakmışız ‘âdet’in sınırlarını. Sığlaştırmış, güdükleştirmiş, gelenek-görenek ile aynı kategoriye itelemişiz; yazık ki. ‘Normal’in zıddına.
Hâlbuki adet, normale göre ne de sahici. Doğru, bir yönüyle o da belirsizliğe meyyal. Yine de içinde bulunduğu zaman ve mekânla irtibatlı. Deyim yerindeyse değişkenliği sınırlandırılmış. En azından bizim kültürümüz için ne de anlaşılır bir tabir. Az kıymet mi bu?
Normal Adlı Bağ
Ya şu onca güvendiğimiz normal hissimizden mahrum kaldığımızı farkedersek ne yaparız? Ayağımızın altındaki toprak, bir halı gibi çekilip alınmaz mı? Bilinmezliğin boşluğuna yuvarlanmaz mıyız? ‘Yukarı’dan aşağıya, aşağıdakine ‘den-i dünyaya’ ‘indirildiğimiz’ gibi hissederiz kendimizi belki de. İndirildiğimiz gibi ve kadar hatta. Demek ki norm, bizi üzerinde yaşadığımız dünyayla irtibatlandıran bağ. Bağ ve akıl. Akıl… bağ… akıl bağı. Doğru çaydanlık tarzı bir türetme. -dan eki zaten -lık eki demek iken. Çaydanlık=çaylıklık. Dilin mekanizması ile makûlün mekanizması her daim ahenkli çalışmak mecburiyetinde değil ki.
Ne ki norm, hakikaten de, zihnen de adım atabilmemiz için muhtaç olduğumuz kudret şurubu. Bir şekilde içimizde yer eden. En gafilinden en uyanmışımıza kadar hepimizin kurtarıcısı. Kurtarıcı çünkü dara düştüğümüz her ânda imdadımıza yetişmede. Ne ise hâlimiz ona uygun bir seçenek sunabilmekte bize.
Norm İhtiyacı
Öte yandan soruları ‘kişileştirerek’ sürdürelim: Hangimiz normaliz? Kim belirliyor bu normu? Hem normal olmak iyi bir halt mı? Yahut ya normal kalmak? Madem aslolan normallik, normalliğin ölçütü de, tanımı da bu kadar değişkense nasıl normalleşeceğiz? Ve normal kalacağız?
Şaşırtıcı değil mi, bir yanıyla ısrarla normale uyma gayreti içerisindeyiz, öbür yanıyla da normalden uzaklaşmaya. Çünkü elimizi soktuğumuzda hangisini avuçlayabileceğimizi kestiremeyeceğimiz o dipsiz tombala torbasındaki normalin o hâdsiz manâlarından biri de ‘sıradan’.
‘Normal’ tabiri de tıpkı ‘gösterge’ tabiri gibi ilk elde ‘frengi’ kokan bir kibir taşımakta, çağdaşlık-mağdaşlık teraneleri… Hâlbuki aslı da, esası da bizde mevcut. Üstelik elân kafa karıştırıcılığından da, kaypaklığından da ciddi miktarda kurtulmuş bir tarzda. Keşfetmeyi bekleyenler için tavan arasında, tozu yüz yıldır silinmemiş işlemeli sandığın içinde.
Normal bir toplum böylesi tabirlerini hafızasından silmek ister mi hiç?