Her bayram yaklaştığında, özellikle de dini bayramlar öncesinde, bütün basın-yayın organları ağız birliği etmişçesine hep bu konuyu ele alır: Ahhh, nerede o eski bayramlar…
Televizyonlarda ünlü konuklar kendi çocukluklarındaki bayramları anlatır biteviye. Radyolardaki çiçeği burnunda çok bilmiş sunucular, kendilerince bu konudaki düşüncelerini beyan eder. Gazete ve dergilerdeki köşe yazarları, kendi eski bayramları hakkında döktürürler.
Neymiş efendim, eski bayramlar çok daha güzelmiş. Hem çocuklar için çok daha zevkliymiş, hem de büyükler için. Bütün aile, bayramlarda bir araya gelinir, büyüklerin elleri öpülür ve hayır duaları alınırmış. Bayram süresince de türlü türlü eğlenceler düzenlenirmiş. Eskiden sevgi ve saygı varmış. Ama şimdi öyle miymiş? Hatta kokonalardan bir-iki Direklerarası hatırası… Gelsin mendil düşürmeceler, gitsin göz süzmeceler.
Bir nostalji, bir ağıt, bir sızlaklık… Sormayın gitsin.
Doğrusunu söylemek gerekirse kurtlanmış temcit pilâvı gibi ısıtılıp ısıtılıp bize sormadan her bayram soframıza konulan bu çürük menüden (TDK’ya göre mönü…) benim sıtkım sıyrıldı. Bu minvalde söylenenlerin bazılarına katılmamak imkânsız. Hakikaten ne eski saygı ve sevgi kaldı zamanımızda, ne de eski eğlence anlayışı. Ama zaten bu da hayatın o kendine özgü ritmine uygun bir durum değil mi? Dünyada her şey ama her şey, zamanla değişmez mi? Hayatta değişmeyen tek şey, değişmenin kendisiydi hani! Hayır! Ben öyle inanmıyorum; siz böyle düşündüğünüzü söylüyorsunuz. Bana göre çevre değişir ama insan asla değişmez. Hatta kâinatta değişmeyen tek şey, insan. Değişen çevre şartlarına göre değişmeyen varlığa insan diyoruz hatta. Ne ki çağdaş insan, kendisine huzursuzluk veren çevresini değiştireceğine kendisini değiştirme derdinde. Bu çok ayrı bir mesele.
O yüzden ben, evrendeki her türlü değişmeyi, farklılaşmayı, başkalaşmayı, ilk ânda onaylamakta zorlansam da anlayışla karşılama tavrım zamanla galip gelir. Öyle ya, madem biz ana-babalarımızdan, dedelerimizden, anneannelerimizden, babaannelerimizden farklılaştırılmışız; bayramlarımız da farklılaşmak zorunda. Çünkü biz onlarınkinden çok değişik bir dünyaya gözlerimizi açtık. Onlardan farklı şekilde yetiştirildik; eğitildik. O hâlde değer yargılarımız, alışkanlıklarımız, zevklerimiz, beklentilerimiz, umutlarımız, hedeflerimiz de onlarınkinden farklı olmak durumunda.
Bu ülkenin her vatandaşı bir yandan gizli veya aleni evrimci anlayışa göre yaşamakta, bir yandan da toplumdaki her türlü evrilmeye direnmek istemekte. Zaten zamanımızın gençliği her şeyiyle önceki nesillerin tıpkısının aynısı kalsaydı, nasıl bir insanlık tarihinden sözedecektik acaba?
Demek ki yalnızca bilim ve teknik alanlarında farklılaşma değil, toplum hayatında da değişme kaçınılmaz. Öte yandan, zaten tehlikeli olan, toplumun değişimi değil, dönüşümü. Bu da ayrı bir mesele elbette. Demem o ki zamanımızın gençleri, bayramları anne ve babaları gibi yaşamıyorlar diye öyle şaşıracak, telâşlanacak veya kaygılanacak bir durum yok aslında.
Hem bence bayram, her zaman büyüklerden çok, çocukların hakkı. Onlarla özdeşleşmiş bir olgu. Ben şimdiye kadar bir çocuğun “Nerede o eski bayramlar; ah, ahhh!” dediğini hiç duymadım. Bana nasip olmayan bu cümleyi bilmem siz hiç duydunuz mu?
Hatta bana sorarsanız, zamane çocuklarının bayramları, eskiye oranla çok daha bayram geçiyor. Bir kere anne ve babaları, şimdiki çocuklara her bayram ellerinden geldiği kadar yeni kıyafetler alıyor. Onların gönlü olsun diye bir dediklerini iki etmiyorlar. Yeni bir oyuncak mı istiyorlar, hemen başuçlarında buluyorlar istediklerini. Lunaparka gidip eğlenmek mi istiyorlar, hemen kendilerini o büyülü dünyada buluyorlar. Çocukların çoğunun bir eli yağda bayramları, bir eli balda.
Diledikleri gibi eğleniyorlar bayramlar süresince çocuklar, istediklerini de elde ediyorlar. Ebeveynlerin çocuklarına verdikleri önem de, çocukların lehine değişti. Yahut yıl boyunca ihmal edilen çocuk, vicdan azabını susturmak için hiç değilse bayram boyunca sultan sadedinde. Eskiden “Saldım çayıra, Mevlâm kayıra!” anlayışıyla kendi hâllerine terkedilen çocuklar, en azından bayramlarda, çok daha farklı muamele görüyorlar artık; taşrada bile. Demem o ki şimdiki çocuklar kıskanılacak kadar şanslı; hem bayramlarda, seyranlarda, hem de olağan vakitlerde.
Dikkat edin, şimdiki bayramlardan şikâyet edenler, eski bayramları özleyenler, o eski bayramların tadını arayanlar, çoğunlukla yaşlılar… Bir tek onlar bayram nostaljisi üzerinden eğlenmeye çalışıyor. O eski mutlu günlerini özlemle, hasretle yâdederek.
Aslında bu durumu da olağan saymak gerek. Çünkü ben bu eski bayramlar nostaljisini, büyüdüğünü, hatta yaşlandığını kabullenmek istemeyen insanların, bayramlardan çocuklar kadar eğlenme hakkını kendilerinde görme isteği şeklinde değerlendiriyorum. Hani televizyonda kimi programlara başka konuklarla çıkan bazı ünlüler, kamera kendisini daha çok görüntülesin diye ‘rol çalarlar’ ya; ben yaşlıların bu tutumunu, hoş görsem de, biraz bu rol çalma durumuna benzetmeden edemiyorum.
Bence onlar da, haklarını yeme pahasına, çocuklara özgü bayramlarda eğlenme hakkını, ufaklıklarla paylaşmaya çalışıyorlar. Çünkü hepimizin bildiği gibi yaşlanmak, biraz da çocukluğa dönmek, az biraz da çocuklaşmak demek. Ama ya o aradaki 40, 50 yıllık fark? İşte mesele de bu noktada ortaya çıkıyor ya.
Hâlbuki herkes kendi döneminin bayramlarını yaşar. Ne şimdiki zamanın bayramları eski bayramlara benzer, ne de eski bayramlar, daha önceki bayramlara. Her şeye teşmil ettiğiniz o değişimden bayramlar da kendilerine mahsus payını devşirme hakkına sahip değil mi?
Peki madem bayramlar da değişmek durumunda, o zaman şu soruyu sormak zorundayız: Hem anlayış, hem kendisine yüklenen değer, hem de kutlama biçimi bakımından bayramlarda yaşanan bu değişim, hangi yönde gerçekleşti? Yani bu değişikliği müspet sayarak sevinmeli miyiz, yoksa menfi kabullenerek üzülmeli miyiz? İşte asıl mesele bu.
Bayramlar değişti, değişmeliydi; çünkü ‘insan’ın kendisi olmasa bile dünyası değişti. Değişti, gelişti ve farklılaştı. Bu yeni insanın bayrama da, anne ve babaya da, hemcinsine de, eşyaya da, olgulara da farklı anlamlar yüklemesi, kendine özgü değer yargıları geliştirmesi kaçınılmaz ve bir o kadar da doğal.
Hem çağımızın, dolayısıyla çağdaşlığın bütün nimetlerini, verimlerini, kazanımlarını övgüyle bağrımıza basalım ve içselleştirelim ama azıcık bize ters gelen, beklentilerimize tam olarak karşılık gelmeyen kimi gelişmeleri ise bir çırpıda reddedelim; en azından onlara direnelim. İşte bu bana akla yakın gelmiyor.
Bence zamanımızın bayramları, tam da zamanımızın insanlarına göre. Zamanımızın insanları da zamanımızın bayramlarına.
Herkese mutlu bayramlar.
Nerede o eski bayramlar muhabbeti
