Birinci Dünya Savaşı bir Sırp gencinin Saraybosna’da ateşlediği silahla başlamıştı. Onun sıktığı kurşunun sembolik değeri yüksekti. Fakat büyük savaşı izah etmeye çalışan araştırmacılar 1870’lerin başlarına kadar gidip özellikle İngiltere ile Almanya arasındaki amansız silahlanma yarışıyla savaşın çok önceden başladığına dikkat çekmişlerdir. Sırp gencinin ateşlediği silah, Balkanların gerilimin tam merkezinde olduğunu gösteriyordu.
Türkiye, son yıllarda büyük hadiselerin tam merkezindedir fakat I. Dünya Savaşı’nda Balkanların edilgen durumundan farklı bir konumdadır. Uluslararası arenada yaşanılan büyük gerilimler Türkiye’nin pes etmesiyle önemli ölçüde istikamet kazanacak. Bunun için farklı güç merkezleri, Türkiye’nin kendileri tarafından belirlenmiş bir kurgunun içinde yer almasını istiyor. Türkiye bu isteklere olumlu cevap vermediği için büyük ölçekli saldırılara muhatap oluyor. 2010’dan bu tarafa Türkiye’de yaşanılan büyük hadiseler, uluslararası nitelikleri dolayısıyla büyük bir savaşı başlatabilecek önemde olmasına rağmen bir türlü farklı tarafları içine çekebilecek vakum oluşmuyor. Çünkü Türkiye kendi yerini kendisi belirlemek istiyor ve olaylar büyük güçlerin istediği yönde seyretmiyor. Bunun bir sonucu olarak farklı güç odakları açısından belirsizlik devam ediyor. Bu belirsizlik durumu kendi ölçeğinde Türkiye için geçerli değildir.
Belirsizlik durumunu Suriye örneği ile izah edebiliriz. Ruslar, Suriye’de özellikle Türkiye ile alakalı yerleri hedef olarak seçti ve Türkiye’ye bir şekilde diz çöktürmek istedi. İran’ın Suriye’de Türkiye’nin ilgi alanlarına yönelmesi de Rus müdahalesi ile aynı çerçevede görülmelidir. Fırat Kalkanı harekâtına kadar geçen sürede hem Rusya’nın hem de İran’ın, Türkiye’nin Suriye’de korumaya çalıştığı alanları yok etmek istemesi diz çöktürme isteği ile alakalıdır. Aynı şekilde Batı Avrupa ülkeleri (AB) ve Amerika birbirinden farklı sebeplerle Türkiye’nin gelecek perspektifini Suriye’de belirlemek istediler. Nitekim beş yıl boyunca özellikle Amerika’nın Türkiye karşısında farklı ve biri diğerine zıt siyasî tercihlerde bulunması anlamlıdır.
Bütün güçler Suriye’de Türkiye’nin tavrını belirlemek istediler, kendileri ile birlikte hareket etmeye zorladılar. Eğer Türkiye onların belirlediği şartlarda sürece dâhil olsaydı bir tarafta konumlanmış olacaktı. Türkiye, Fırat Kalkanı harekâtı ile Suriye’de kendi belirlediği şartlarda güvenli bölgeler oluşturmaya çalıştığında başta Amerika olmak üzere farklı güçleri karşısında gördü. Bu durumun temel nedeni Fırat Kalkanı harekâtının büyük güçlerin belirsizlik durumunun çözümüne katkı yapmamış olmasıdır. Türkiye, belirlenmiş bir tarafta yer almamış oldu. Dolayısıyla büyük güçler açısından belirsizlik sona ermedi.
Türkiye için belirsizlik durumunun geçersiz olması, büyük krizleri daha önceden yaşamasıyla alakalıdır. 1990’lara damgasını vuran büyük krizler yol açtığı olumsuzluklarla bütün milleti etkilemişti, ama o yılların olumsuzluklarına karşı oluşan tepki ya da bu kötü hadiselerden elde edilen tecrübe bugün Türkiye için büyük bir şansa dönüştü. Anılan yılların büyük krizleri, Türkiye’yi adeta uçurumun kenarına kadar getirmişti. Avrupalı ve Amerikalı dostları Türkiye’yi içeriden kuşatmıştı. Türkiye yol ayrımındaydı ve bir an önce 28 Şubat sürecine son vermeliydi. 2001 ekonomik krizinin asıl etkilerini siyaset ve kültür-medeniyet sahasında göstermesi oldukça anlamlıdır. Bünyeyi felç eden önceki tercihlerin sürdürülebilir olmadığı artık güçlü bir şekilde kabul görmüştü. 2007’de cumhuriyet mitingleri ile zirveye ulaşan yeni dönem krizi Türkiye’de 28 Şubat sürecini sonlandıran iradeye verilen bir cevaptı ve onlar bu hamleyle istediklerinin bir kısmını aldılar.
2008 küresel ekonomik krizi Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu zamanı kazandırmak bakımından önemli bir fırsattı, bu beklenilmeyen bir gelişmeydi. Sonraki dönemde yaşanılan büyük müdahaleler Türkiye’nin bu fırsatı iyi değerlendirdiğini gösteriyor.
Küresel ölçekteki belirsizliklerin Türkiye açısından geçersiz olması bundan sonraki küresel ölçekteki krizler açısından önemli bir avantajdır. Büyük güç merkezleri yeni bir dönemin şartlarını ve çerçevesini belirlemeye çalışıyor. Sert çatışmaların yaşanacağı yönünde güçlü emareler var. Türkiye’nin büyük saldırılara direniyor olması da bu güçlü emareler arasındadır.
Batı dünyasında Türkiye’ye ve İslâm’a karşı düşmanca ve dışlayıcı bir tavrın iyice gün yüzüne çıkması yeni bir paylaşım mücadelesi ile izah edilebilir. Türkiye’nin daha çok oyun bozucu ya da yeni bir oyunun kurulmasına izin vermeyen hamleleri karşısında büyük güç merkezleri doğrudan Türk ve İslâm düşmanlığı söylemlerini öne çıkarıyor. Türk ve İslâm düşmanlığı söylemi Ruslar, Almanlar, İngilizler, Fransızlar, Amerikalılar ve sairler için 19. yüzyıldan mirastır. Sömürge siyaseti Doğu’nun temel dinamiklerini etkisizleştirmek için İslâm ve Türk düşmanlığına sarılmıştı, şimdi de aynı yöntem öne çıkıyor. Türkiye ve İslâm dünyası, emperyalizmin bütün bu sapkınlıklarına doğru bir tercihle cevap veriyor, topyekûn Batı ve Hıristiyanlık karşıtı bir söylem esaretine düşmüyor.
Sonuç olarak I. Dünya Savaşı’nda Balkanlarda olduğu gibi Türkiye ve İslâm’ın merkez coğrafyası için bir Sırp kurşunu bulmaya çalıştılar ama Suriye’de bunu başaramadılar. Türkiye, büyük güç merkezlerinin oluşturmaya çalıştığı vakuma teslim olmadı. İçimize yerleştirdikleri elemanlarını yanlarına çağırmaları da bu sebeptendir.