Zihnim beni yanıltmıyorsa, 2000’li yılların başlarında Yeni Şafak gazetesinde emekli bir generalle yapılmış bir söyleşi yayımlanmıştı. General 1960’ların ikinci yarısında NATO’da Türkiye’yi temsilen üst düzey görevlerde bulunmuş ve söyleşide bu görev esnasında yaşadığı bir olayı anlatıyordu. Generalimiz NATO’da bir gün üst düzey generallerin katılımıyla gerçekleşen bir toplantıda Türkiye’yi temsil eder. Toplantı esnasında masada bulanan ülke temsilcilerinin her birine bir dosya bırakılmıştır. Bu dosyada neler olduğunu bilmeyen generalimiz, toplantı bittikten sonra dosyayı koltuğunun altına alır ve odasına çekilir. Daha o dosyada neler olduğuna bakamadan odaya iki tane albay gelir, biri İngiliz diğeri Fransız.
Toplantı masasından koltuğunda dosya ile ayrılıp odasına giden general, iki albayı karşısında görünce önce bir şey anlamaz. Onlar selam verdikten sonra bir müddet bekleyip konuya girerler. Türk generale, az önce masadan almış olduğu dosyanın kendisine yanlışlıkla bırakıldığını söyleyip dosyayı almak isterler. Generalimiz bu isteği kabul etmez, ona göre kendisi masanın etrafındaki diğer temsilcilerle eşittir. İki albay dosyayı istemekte ısrar edince durum yeni bir boyuta ulaşır ve tehdit devreye girer ama generalimiz dosyayı vermez. Konunun almış olduğu yeni boyutu göz önünde bulunduran generalimiz, konuklarını teskin etmeye çalışır. Onlara, dosyanın Türklerin eline geçmemesi gerektiğini anladığını söyler. Her ne olursa olsun dosyayı vermeyeceğine, onu doğrudan Türk Genelkurmay Başkanlığına teslim edip içeriği hakkında herhangi bir açıklamada bulunmayacağına dair asker sözü verir. Konu bu şekilde kapanır.
İki albay odayı terk ettikten sonra generalimiz, dosyanın içeriğini merak eder ve inceler. Dosyada çok ilginç bir rapor ile karşılaşır. Bu raporda, Sovyetler Birliği’nin yakın bir zamanda dağılacağı ve ortaya geniş bir Türk dünyasının çıkacağı tespiti yapılmıştır. Bu tespitten sonra raporda Sovyetlerin dağılmasıyla ortaya çıkan geniş Türk dünyasının kendi içinde birbirlerine yakınlaşmasını önleyici tedbirlerin neler olması gerektiği hususu üzerine eylem planı bulunmaktadır. Yeni Şafak’ta yayımlanan söyleşide bu eylem planının ayrıntılarından bahsedilmemişti.
Yarım yüzyıl sonra NATO’da yine Türkiye tartışılıyor. Suriye’de meydana gelen ve coğrafyamızı muazzam bir belirsizliğe düşüren gelişmelerden sonra NATO’da Türkiye aleyhine sesler yükseliyor.
Rusya’nın Suriye’ye hukuksuz müdahalesi ve işlemiş olduğu suçlar karşısında sesi çıkmayan NATO, sıra Türkiye ve Rusya arasındaki gerginliğe gelince Türkiye bizden yardım beklemesin diyor.
21.02.2016 günü Yeni Şafak’ta yayımlanan haber yazısı, bir NATO üyesinin Türkiye hakkındaki görüşleriyle ilgili şu bilgileri veriyor: “Lüksemburg Dışişleri Bakanı Jean Asselborn’un yaptığı Rusya’yı kayıran açıklama NATO’yu yeniden tartışma konusu haline getirdi. Türkiye’nin ‘Rusya’yı askeri bir gerginliğe kışkırtması halinde NATO’nun desteğine güvenmemesi gerektiği’ konusunda uyaran söz konusu açıklama Lüksemburg’un NATO’daki etkisizliğine rağmen tepki oluşturdu. Spiegel Online’a konuşan Asselborn, Lüksemburg’un da üyesi olduğu NATO’nun, her halükârda Türkiye’yi desteklemeyeceğini savundu. Diğer NATO müttefiklerini temsilen konuştuğunu iddia eden Asselborn, desteğin ‘sadece bir üye ülke açık bir biçimde saldırıya uğrarsa’ geçerli olacağını belirtti.”
Yıllar önceki söyleşiyle bugünkü haber yazısı, içerik itibarıyla birbirini bütünlüyor. NATO’nun Suriye’de yaşanan acımasız “insansızlaştırma” karşısındaki “duyarsızlığı” ile Türk dünyasına karşı “duyarlılığı” aynı zihniyetin ürünüdür. NATO, Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi karşısında sessiz kaldı. Rusya, Ukrayna’nın bir parçası olan Kırım’ı ilhak etti, yine sessiz kaldı. Büyük bir ihtimalle Kırım olaylarında Türkiye’yi de tuzağa düşürmek istemişlerdi. Çünkü Türkiye, sınırlı bir düzeyde de olsa Kırım Türkleriyle ilgileniyordu. Kırım Türkleri, yıllar sonra döndükleri ata topraklarında yeniden tutunma mücadelesi veriyordu. Kırım Türklerinin sömürgeci ve emperyalist güçler karşısında kaybedilmiş bir toprağa yeniden dönmeyi başarmak bakımından bir ilk olduklarını da buraya kaydetmeliyiz.
Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi, Kırım’ı işgal ve ilhakı karşısında sessiz kalan NATO sıra Suriye’de yaşanan, Rusya ve Türkiye gerilimine gelince sessiz kalmayı bir kenara bırakın, alıntı yazıda görüldüğü gibi Rusya’ya taraf olan bir yaklaşım sergilemeye başladı. Bu yaklaşım, elbette, bugün alınmış bir kararın yansıması değildir. Coğrafyamızda meydana gelen hadiseler yeni bir “haçlı seferi” ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Bunun karşısında Türkiye’nin Türk ve İslam dünyası ile kurduğu ve geliştirmeye çalıştığı ilişkilerin birilerini endişeye düşürdüğü muhakkaktır. Fakat artık onların endişesinin çok bir öneminin olmadığı da açıktır. Bu hamasi bir meydan okuma değildir. Bu, Türkiye’nin kendi dinamiklerini fark etme ve onların üzerinde yükselme meselesidir.
Türkiye yakın coğrafyasıyla ilgilenmelidir. Türk ve İslam dünyası bizim için öncelikli bir mesele olmalıdır. Bu ülkenin bir Kırım davası olmalıdır. Kırım Türklerini hiçbir zaman ikinci plana itemeyiz. Kafkasya ve Balkanlar dikkat merkezimizden uzak tutulmamalıdır. En az bunlar kadar önemli olan başka bir coğrafya ise Türkistan’dır. Artık bu bölgelerle olan ilgimiz yardım kampanyalarının ötesine geçmelidir. Biz bu coğrafyalarda yaşayan insanlarla aynı dilin ve medeniyetin çocuklarıyız. Aynı dili konuşmalı, aynı meseleler etrafında fikir alışverişinde bulunmalıyız. Medeni münasebetlerimize, bir zamanlar var olan derinliği tekrar kazandırmalıyız.