Epistemoloji, neyi ne kadar bildiğimiz, daha da önemlisi bilgi kaynaklarımızı sorgulamaya bizi iten bir felsefe alt-dalı. Bilginin sağlamasını almak konusunda bir nevi can suyu.
Şu aralar batıda, özellikle gençler arasında çok tuhaf, farklı bir o kadar da çetrefil bir “bilgi sorgulama” konusu ön plana çıkıyor.
Dünyanın “şeklini” sorguluyorlar.
Evet, onların tabiri ile “flat earth”, yani “düz dünya” teorisyenleri açıkça dünyanın şeklinin bize öğretildiği gibi “küre” olmadığı, hatta güneş merkezli bir güneş sisteminin “yalan” olduğunu savunuyorlar.
Elbette, internetteki her tartışma ortamında olduğu gibi bu fikirlere sahip çıkan da var, yerden yere vuran da.
Yerden yere vuranların “düz dünya” teoremini savunanlara yaptığı serzeniş ise genelde şu cümlede düğümleniyor: “Ne yani, sen NASA’dan daha iyi mi biliyorsun?”
Buna karşın, zaten bu çıkışı sanki bekliyorlarmış gibi, düz dünya teoremini savunanlar ise hemen karşılığı yapıştırıyor: “Evet, en başından beri NASA yalan söyledi bize…”
Açıkçası bu noktada Fransız yazar Albert Camus’nun “Varoluşçu felsefenin” temel kitaplarından sayılan “Sisyphus Efsanesi” adlı kitabındaki bir pasaj aklımıza geliyor, Engizisyon pençesindeki Galileo için diyor Camus: “Dünya düz mü yuvarlak mı zerre kadar önemi yoktur bunun, dünya için yaşamaya değer mi değmez mi, asıl felsefenin cevap bulması gereken budur.”
Bizim de bu bağlamda, özellikle Amerikan ve Avrupa gençliğini “NASA”nın bilimsel otoritesini sorgulamaya iten etkenler ilgimizi çekiyor.
YOUTUBE’DAN PHOTOSHOP’CU NASA SANSÜRÜ
Düz dünya gibi benzer teorileri savunan pek çok genç araştırmacı-yazar veya “youtube belgesel yapımcısı”, seslerini yeteri kadar duyuramadıklarını iddia ediyor. Cidden de “İlluminatinin gözü” veya Hollywood filmlerinde arka planda duvarda seks sözcüğü mü yazıyor gibi magazinel videolar yerlerinde duruyorken, nedense, youtube “düz dünya” teorileri ile ilgili videolara sansür uyguluyor, buna şahit olduk.
NASA’ya yöneltilen suçlamaların en önemlisi ise, kullandıkları tüm görsellerde ciddi oranda “photoshop” tekniği tespit edilmesi.
Ve hatta bir başka suçlamaya göre NASA’nın “PR” çalışmaları için harcadığı paralar ile pek ala daha başka “bilimsel” projeler yapabileceği ama bunu tercih etmediği yönünde.
Burada da sosyolojik bir tespite ihtiyaç duyuyoruz. Zira “NASA’nın yalanları” diye sosyal medyada arattığınızda karşımıza batılı “flat earth”, konulu kaynaklardan yapılan çeviriler çıkıyor. Bazı Türk gençleri ise inanılmaz bir itaatkar tutum ile canhıraş bir şekilde “Sen NASA’dan daha iyi mi bileceksin, işte Türk gençliğini ne hale getirmişler” diye cevap veriyor.
Bizi üzen ise, NASA’nın kendi sosyal medya hesaplarından paylaştıkları görsellerinin nasıl abartılı birer “photoshop” ürünü olduğunu Amerikalı gençlerin, hiç bir komplekse kapılmadan onların yüzlerine vurabilmesi.
Evet, işin gerçeği bu aslında. NASA’nın “Dünyanın uzaydan görüntüsü” diye yayınladıkları fotoğrafların tamamı cidden “photoshop” eseri.
MARS GÖRÜNTÜLERİ PHOTOSHOP ÜRÜNÜ
Hatta daha yeni dolaşan bir başka görselden anlıyoruz ki NASA, Mars’tan alınan görüntü diye aleni bir şekilde Mısır’dan bir çöl fotoğrafını alıp, “RGB” değerleri üzerinden “Kırmızı” renk skalasını artırarak bu fotoğrafı yayınlamış.
NASA neden böyle görsel “atraksiyonlara” ihtiyaç duyuyor, üzerine düşünmeye, sorgulamaya değer.
Bu konuda kafa patlatan bir başka güruh ise, NASA’nın bunu bilinçli yaptığını söylüyor.
“Rakip ülkeler” askerî sırları çalmasın diye bu tarz manipülasyonlar ile NASA “ters manyel” yapıyormuş, sosyal medya tabiri ile.
Şurası gerçek ki, artık NASA’nın “objektif bilimsel” kurumsallığı tamamen tartışmaya açılmış durumda, batılı gençler arasında.
Görsel teknolojilerin kendisi ve onun “reverse engineering” modelleri, yani “tersine mühendislik” çalışmaları o kadar ilerledi ki, çok basit bir kaç “photoshop” dersleri ile bu iddiaları kendiniz test etmeniz mümkün oluyor.
AYA HİÇ GİTMEDİLER
Dolayısyla 1969’daki “Aya seyahat” etiketli bir görselin “green box” efekti ile aslında stüdyoda çekilip çekilmediğini anlamak çok kolay.
Bir de bu tarz iddiaların üzerine NASA yetkilileri çıkıp da “Aya tekrar gidemeyiz zira o zamanki teknolojiyi yok ettik” türünden tuhaf açıklamaları da eklenince ortalık komplo teorilerinden geçilmiyor.
Biraz sabırlı araştırma sonucunda NASA’nın saplantılı bir şekilde “gizemli sembollere” takıntılı olduğunu görebiliyoruz… Görevlerin takvim tarihlerinden tutun da, cihazlarına verdikleri isimlere kadar…
Böyle olunca NASA’nın bilimsel bir kurumdan ziyade “ezoterik bir tarikat” tavrı ile hareket etmesinin sorgulanması kaçınılmaz oluyor.
İNGİLTERE ONAYLAMAZSA HİÇ BİR UÇAK UÇAMAZ
Şimdilik çeperi sosyal medya ile sınırlı kalsa da, böylesi sorgulamalar, aslında bizi, kimbilir, her türlü “askerî ve siyasî” dogmayı da sorgulamaya itebilir, bu cidden olumlu bir gelişme olur.
Mesela, dünya genelinde hiç bir uçak rotasını İngiltere merkezli bir kuruluşa önceden onaylatmadan havalanamaz.
Aynı durum, trans-atlantik gemiler için de geçerliymiş.
Dünya haritaları ve şekilleri tartışıladursun, kıtalar arası “balistik füze” hesaplamalarının da bu tarz komplo teorileri söylemleri arasında kaybolduğunu belirtelim.
Belki de yeni nesiller, bırakın NASA’yı, önlerine konan her türlü “fizik bilimi” dayatmasını da sorgulayacaklar. Bu süreçten toplum olarak hem kârlı, hem de zararlı çıkabiliriz.
Yeter ki her konuda olduğu gibi işi “magazinel” boyuta indirgemek değil de sosyolojik ve siyasî akisleri üzerinden de düşünelim.