Müzik ruhun gıdası mıdır, zehri mi?

Nedir müzik? Ahenk ve ezgi nitelikleri barındıran sesleri belli kurallar çerçevesinde ve belirli anlayışlar doğrultusunda yeniden tasarlamak.
Peki insan niçin müzik dinler? Hatta daha ileri giderek soralım, insan müzik dinlemeli midir? Dinlemezse ne olur?
Sorunun bağlamını daha bir pekiştirecek tarzda soruyu yineleyelim: Farklı dinler ve inançlar, tarih boyunca müziğe ne diye böylesine taban tabana zıt anlam ve değer yüklemiştir?
Bilindiği gibi sadece İslâm’da değil, birçok inançta müzik netameli bir mevzu… En azından İslâm’ın bazı anlayışlarında bu netamelilik, yerini şiddetli bir muarızlığa bırakmış durumda.
Şunu da teslim etmek durumundayız. Başta esoterik dinler ve inançlar olmak kaydıyla birçok inanç ve elbette bu arada başta sufilik olmak kaydıyla kimi İslâmi anlayışlar, müzikle kopmazcasına bir içiçelik yaşamakta. Hatta bazılarında müzik ile inanç arasındaki ilişki simbiyotik bir işbirliğine dönüşmüş durumda. Meselâ bir vudu ayinini, o biteviye aynı ritmi tekrar edip duran hipnotik davullar olmaksızın tasavvur edebilir miyiz?
Bilindiği gibi hakikatiyle değil de yaşandığı şekliyle İslâm üç büyük kola ayrılmış durumda. Selefilik, Şiilik ve Sünnilik. Sırasıyla Araplar’ın, Persler’in ve başta Türkler olmak kaydıyla Müslüman çoğunluğun İslâm anlayışları… Efendimiz’in irtihalinin üzerinden çok geçmeden putatapar Araplar’ın itikatlarını nasıl da eski inançlarına yakınlaştırmadan edemedikleri meselesi, bu yazının bağlamının çok dışında. Yine de tam da burada bu ayrımı öne sürmemin sebebi, farklı milletler ve meşreplerden müteşekkil İslâm coğrafyasında müziğe ilkece ve şiddetle karşı çıkan en önemli anlayışın Selefilik’ten beslendiğini işaret etme ihtiyacı. Elbette bu tespit, daha çok modernite öncesini kapsamakta.
Gerekçeleri ise çok keskin: Müzik insanın hevaühevesini tahrik eder. Zaten müzik, serapa şeytanın sesidir. Müzik ruhu karartan bir mel’anetten başka bir şey değildir.
Yazık ki Cumhuriyet Türkiyesi’nin İslâmcılık anlayışlarının kahir ekseriyeti, Selefilik’ten yarım yamalak devraldıkları köksüz mirastan hareket ederek müziği haram kılar. Farklı meşrep ve anlayışlardaki bu İslâmcı akımların istisnasız hepsi de zaten temelden atalarının dinine karşı çıkmak ilkesi üzerine yükseltildiği için bu duruma şaşmamak gerek. Aralarından hiçbiri, geçmişte Ehli Sünnet ile müzik arasında kurulmuş kavi irtibata bakma ihtiyacı hissetmez bile. Zaten bu topraklarda İslâm, onlarla başlamıştır ve bir tek onlarla yükselecektir.
Özellikle ’80 sonrasındaki ithal ve gizli yahut aleni modernist İslâmcılık anlayışlarının serencamı bakımından müzik, zannedildiğinden mühim bir değer teşkil etmekte. İşin daha garip ciheti, müziği haram kabul eden bu insanlardan herhangi birisinin cep telefonundan tabletine ve bilgisayarına, arabasından asansörüne kadar kullandığı birçok teknolojik alet, bir şekilde müzik çalmakta; yahut gündelik yaşantısı içerisinde müzik handiyse her ân karşısında. Kimileyin kısa bir melodidir bu, kimileyin de daha fazlası. Elbette meselenin en garip tarafı, bu kişinin tepeden tırnağa moderniteyle donanmışlığı… Doğrusu böylesi traji-komik gerçeklik kopukluklarını işaret etmek bile neredeyse yersiz.
Çünkü meselenin bam teli işin bu yönü değil.
Evet, müzik tarihinin mühim bir kısmı, Selefiler’i haklı çıkarırcasına insanın belden aşağısına seslenmekte. Ne ki bu durumdan hareketle müziğe karşı bu sekter tavrı tasvip makamında mıyız? Elbette hayır. Çünkü müziğin belden aşağısına seslenen kısmını dikkate alarak ileri sürülen bu pervasız yasak, müziğin belden yukarısına seslenen seçkin tarafını külliyen reddetmekte. Dolayısıyla getirisini de imha ve iptal etmekte. Ve böylelikle de kendini sağlama aldığı zehabıyla ciddi bir adaletsizliğe imza atmakta. Bir hukuk tabiri olmanın ötesinde adalet, aslında eşyanın hakkını doğru tayin etmek demek. Bilmiyorum buradaki ‘eşya’ ifadesinin, nesnelerin çok ötesini de kapsadığını vurgulamaya gerek var mı?
Öte yandan müzik dinlemek, aslında insanın içindeki sesi dinlemesi demek. En azından şöyle bir kulak kabartması… Sanırım müzikle arasını açan veya toptan yasak kılanların, yani hayatla başetmenin yolunu, benliğini körü körüne akla teslim etmekte bulanların kendilerini sakındığı husus da tam manâsıyla bu: ruhun sesini dinlemek! Gerek kendi ruhlarının, gerekse başkalarının.
Doğru, müzik dinlerken sesler dışarıdan gelir. Ama içeride yankı bulur. Yankı ve anlam. Peki ya dışarıdan içerimize aldığımız o bir çeşit tahassüs dedektörün, derinliklerimizde bulacaklarından, bulacağını umduklarımızdan, bulacağını tahmin ettiklerimizden, hatta bulacağını korktuklarımızdan sakınıyorsak? Üstelik bir de bu sakınmanın bilinç düzeyinde pek farkında değilsek?
İşin garip tarafı, bir ömür ruhunu tezkiye etme gayretindeki kişilerde bile ruhunun sesine kulaklarını tıkamak meyli çok fazla. Hem kendi içindeki ruhun fısıltılarına, hem de ruhuna dışarıdan seslenen sadaya… Yine aynı türden insanların, kendi içlerinde olup-bitenlere dikkat kesilmesinin ilmi manâsına da gelen psikolojiye, özellikle de bu ‘meslek’in pratik tarafıyla aralarında inşa ettikleri o Çin Seddi’nin sebebini burada aramak gerekir kanaatindeyim.
Bu söylediklerim müzik dinlemeyenlere nispetle dinleyenleri aklamak manâsına mı gelmekte? Belki zahiren. Ne ki biraz dikkatle meseleye yaklaştığımızda kolaycana farkederiz ki kötüden iyiye yol vardır ama yasağın ötesi yoktur. Hele sözkonusu yasak, arkasına sığınabileceğimiz kimi kutsallık emareleri barındırıyorsa.
Müziği kendisine de, başkalarına da külliyen yasaklayanların dışında bir de müzik münafıkları var. Evet, müzik münafığı… Dinlediği müzik ile duygularının arasında herhangi bir mütekabiliyet, bir senkronizasyon, bir zamandaşlık yahut denklik aramayan, arama ihtiyacı hissetmeyen; bunun tersine, ruhunun sesine kulaklarını tıkamak için, duyduklarının zıddına seslere meyleden kişi… Ne mi demek istiyorum? Meramımı anlatmak için verebileceğim en güzel misal sanırım şu: Klâsik Türk Müziği dinleyen ve çevresine o müziğin kültürüne az-biraz aşinalığını kabul ettirmesine rağmen, o ruh dünyasına yabancılığını hiç hesaba katamayan insan tipi. Bu insan tipi gençse, onu çocuğuna verdiği isimden de çıkarabilirsiniz: Elizan, Buğlem, Burak filân.
Galiba müzik dinlemekten kaçınmanın asli sebebine bir miktar daha yakınlaştık: Kendini, kendinden korumak!
Birbirine taban tabana zıt iki etkisi var müziğin. Ruhu iyileştirmek ve kötüleştirmek. Kimileyin de teskin etmek. İyi de birinin hakkı için öbürünü reddetmek niye?
Demek ki müzik hislerimizin hakikatini ortaya çıkarabildiği gibi setredebilir de. Müzik tercihlerimizi de (farkına vararak yahut varamadan) buna göre belirleriz: Dinlediğimiz müzik ya hislerimize tercümandır veya hislerimizin hakikatinin tam zıddına yahut tersine.
Şu yahut bu hasleti kadar insan, kendi iç sesine kulak verebilen bir varlık aynı zamanda.