Türkiye Müslümanlarının galiba en vahim züğürt tesellisi, Müslümanın ruhunun asla hasta olmayacağı zannı.
Birçok bakımdan sorgulanabilecek bir kabul bu. Doğru, iman etmiş bir ruh hakikaten hasta olmaz. Bunda şüphe yok. Ne ki sanırım psikolojinin uzun yıllardır bizde ilkin ruhiyat, ardından da ruhbilimi diye karşılanmasının getirdiği bir yanılgı yüzünden bu meselenin esası ıskalanıyor: Sanıldığı gibi psikoloji ruh hastalıklarıyla değil, duygu ve davranış bozukluklarıyla ilgilenmekte. Dolayısıyla insaniyetin getirdiği bir durum nev’inden herkeste, en iyi ihtimalle zaman zaman, bir duygu ifadesi sorunu veya bir davranış aksaklığı elbette gözlemlenebilir.
Babanzade psikoloji karşılığında ilmunnefs tabirini önermişti. Ama kaale alan kim? O tabir tutulsaydı Müslümanlar psikolojiyle mevcut hastalıklı ilişkilerini hâlen sürdürür müydü; bilinmez!
Öte yandan, elbette siyasi ve içtimai sebepler yüzünden yalnızca Türk Müslümanları değil, bütün dünya Müslümanları çok büyük ruhi buhranlar içerisinde kıvrım kıvrım kıvranmakta. Bu kıvranışta, nerede yaşarsa yaşasın, bütün Müslümanların önünde, inandıkları şekilde yaşayamamak gibi son derece yüksek rakımlı bir mania var. Düşündüğünü dost meclislerinde bile apaçık ifade edemeyen, inancı eviyle camii arasına hapsedilmiş insan, büyük buhranlar yaşamasın da ne yapsın? Hem de modern zamanlarda!
Demek ki zannedildiğinin tersine, en çok Müslüman psikolojik bunalma hakkına sahip.
Ülkemize dönersek… On dokuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren psikolojiyle ilgili en üst düzeyde literatür ân be ân takip edilmekteyken, tuhaf bir biçimde Cumhuriyet döneminde, bütün dünyayı kasıp kavuran Freudyen psikoloji anlayışının üzerine sükût küllerinin döküldüğünü görüyoruz.
“Freud’un literatürü Türkçe’ye çevrilmedi” demek istemediğim açık. Tersine, “Freud merakı, entelektüel bir ilginin ötesine geçmedi” diyor ve soruyorum: Avrupa’da kediler ağaca çıksa bizde kediyi ağaca çıkarmak moda hâline gelir; orada kedileri ağaçtan indirseler bizde kedileri ağaçtan indirme seferberliği düzenlenir. Gelgelelim Freud ve meşhur ettiği terapi tekniği psikanaliz, ülkemize niçin bu kadar geç getirildi? Sakın bunun sebebi, her türlü modern illete maruz bırakılan ama modern hastalıkların bilinen yegâne modern tedavi yönteminden Türk insanını mahrum bırakmak olmasın?
Her modern insan kadar modern Müslümanın da duygu ve davranış sorunları yaşayabileceğini ifade etmiştim. Peki bu hâllere düçar olmuş Müslümanların, kendi dillerini konuşan, meselelere kendisiyle aynı meşrepten bakan bir yardım bulması mümkün mü? Psikoloji dediğimiz ve modernitenin mecbur kıldığı bu tedavi imkânının Müslümancısı yok mu?
Şarlatanları saymazsak yok. Müslüman psikologlar elbette var ama İslâmi bir psikoloji anlayışı yok. Tersine, Müslüman psikologlar, inançları ile psikolojik bilgileri arasında en az kendilerine danışanlar kadar çözümsüzlük cenderesine sıkışmış durumda.
Kim diyor bunu? Ben de katılıyorum bu görüşe ama bu tespit bana değil, meselenin erbabına ait: Malik Bedri’ye. Nerede diyor? Müslüman Psikologların Çıkmazı adlı eserinde.
Müslüman Psikologların Çıkmazı, bir bakıma benim neslimin klâsiklerinden. İnsan Yayınları’ndan 1984 yılında çıkan kitap, ciddi bir meseleyi, yetkin bir tarzda ele almış bir çalışma diye selâmlanmıştı o yıllarda. Kitabın yeni baskısı, geçtiğimiz Nisan’da Mahya Yayıncılık’tan çıktı.
Kitap aslında Leicester Üniversitesi’nde psikoloji doktorasını tamamlamış yazarın, 1975’de Amerika’da verdiği “Kertenkele Deliğindeki Müslüman Psikologlar” isimli tebliğin genişletilmiş metni. Bu tebliğinde klinik psikolog yazar, ‘kertenkele deliği’ tabirini Efendimiz’in bir hadisine dayandırıyor: “Onlar bir kertenkele deliğine girseler, siz de onları takip edeceksiniz.” Sahiden de öyle değil mi? Yeri geldiğinde Batı zihnini eleştirirken pagan kökeninden girer, Greko-Lâtin kültürü temellerine değinir ve Yahudi-Hıristiyan vasfından çıkarız. Ama iş, özellikle sosyal meselelere veya sosyal bilimlere geldiğinde bütün bu yargıları unutmuş gibi yapar ve “onları kertenkele deliğine kadar takip ederiz.”
Malik Bedri, Müslüman Psikologların Çıkmazı adlı kitabında, kertenkele deliğine girmiş sosyal bilimcilere, girdikleri o delikten çıkmaları için muhtaç oldukları kudretin kendi kültürlerinde zaten var olduğunu hatırlatan, özgüven aşılayıcı bir davet niteliğinde.
Peki, karşılık buldu mu bu davet? Bizde pek değil ama dünya çapında söylersek, evet. Çünkü bu küçük risale, İslâmi Psikoloji kavramının ortaya atılmasına ve bir yere kadar da içinin doldurulmasına öncülük etti. Daha önemlisi, İslâm ülkelerinde revaçtaki davranışçılık ve psikanaliz anlayışlarının kerameti kendinden menkullükleri Müslüman psikologlar nezdinde sorgulanabilir hâle geldi.
Hâlen ülkemizdeki özel bir üniversitede ders vermeye devam eden Malik Bedri’ye göre, “… Batı psikolojisinin uyumlu kişiliğin göstergesi saydığı kriterler, deneylerle elde edilmiş bilimsel araştırmaların sonucu değildir. (…) Büyük ölçüde öznel nitelikli olmalarına rağmen bu varsayımlar, -Ki onlar, tartışılmaz gerçekler olarak kabul edilmiş olabilirler.- Batı’nın uygulamalı psikolojisine yön veren dönüm noktaları olmuşlardır.” (Malik Bedri, Müslüman Psikologların Çıkmazı, Mahya Yayıncılık, İstanbul, Nisan 2018, s. 27.)
Psikolojinin mitik ve ateistik yönüne dikkat çeken Malik Bedri kitabında, aslında yalnızca Müslüman psikologların değil, farklı disiplinlerdeki bütün Müslüman sosyal bilimcilerin, sığındıkları kertenkele deliğinden dışarı çıkarak özgürleşmelerinin ipuçlarını veriyor.
Ülkemizin neresine, hangi kitapçıya giderseniz gidin, raflarda çoksatan piyasa işlerinin yanı başında NLP kitaplarının sergilendiğini görürsünüz. Nedense vakti zamanı geldiğinde her modayı atlatan Türk insanı, bu şarlatanlığın künhüne bir türlü vakıf olamadı. Uzun vakitlerdir sahte psikoloji, hakiki psikolojiyi mat etmiş durumda. Yine de bu durum bizi umutsuzluğa sevk etmemeli.
Malik Bedri’nin Müslüman Psikologların Çıkmazı, aslında yalnızca kendi alanında bir klâsik değil, başta öteki sosyal bilimler olmak kaydıyla bütün Batılı bilgilerin, Batılı olmayan toplumlar tarafından nasıl bir sınamaya tutulabileceğinin de mümtaz bir örneği.
Umarım kitabın yeni baskısı için bir 34 yıl daha beklemeyiz.