Üzerinden on yıldan fazla bir zaman geçti. Temel eğitim ikinci kademede altıncı sınıf öğrencileri ile “seyahatname” türünde yazılmış ve Millî Eğitim kitaplarına girmiş bir edebî yazı(!) üzerinden müfredat konusunu işliyorduk. O dönemde Millî Eğitim Bakanlığı ders kitapları tamamen FETÖ’cülerin elindeydi. Bu durumu üç beş üniversite öğrencisi ile İzmir’in dingin akşamlarında gündeme taşımış olsak da sesimizi duyurabileceğimiz kimse yoktu. Aslında iyi ki de duyuramamışız. Neyse konumuz bu değil.
Bahsi geçen dönemde Millî Eğitim ders kitaplarının basımının FETÖ’cülerin eline geçmiş olması bir tarafa, artık bu kitaplara giren metinler de FETÖ’cü kalemlerden seçiliyordu. Müfredata uygun(!) seyahatname türündeki yazıda bir orman gezisi anlatılıyordu. Her zaman olduğu gibi öğrencilerimizi metne dâhil etmeye çalışıyordum. Bunun için de adım adım ilerliyorduk. Metinler adım adım takip edilerek işlenirse eleştirel bir yaklaşım sergilemek de mümkün oluyordu. Üstelik sınıftaki öğrenciler ders boyunca dikkatini diri tutabiliyor ve keşfettikçe heyecana kapılıyorlardı. Ders süresinin sonuna yaklaştığımızda öğrencilerimizle çok önemli bir durumu fark ettik. Öğrenci arkadaşlarımızın birçoğu sorduğum bir soru üzerine neredeyse hep bir ağızdan yazarın bu seyahati yapmamış olduğunu dile getirdiler. Bu doğru bir tespitti. Çünkü yazar ormanda sabahleyin ilk önce serinliği ve temiz havayı fark etmiş. Bu durumda bir tuhaflık vardı. Çünkü geceyi ormanda geçirmiş bir kimse için fark edilmesi gerekli olan güneş ve ısıdır. Seyyahımız en iyi ihtimalle ormana yakın bir yerde bir odada kalmış, sabah erkenden camı açtığında serin ve temiz havayı ciğerine doldurmuştu.
Yazar bütün bir okur kitlesini, öğrencileri ve elbette ki Milli Eğitim Bakanlığı’nı kandırmış, bu yazıyı ders kitabına koyanlar da yazarın oyununa ortak olmuşlardı. O dönemde FETÖ, ders kitaplarını muazzam boyutlara ulaşan bir gelir kaynağı şeklinde gördüğü için şaşılacak bir durum değildi. Bu kitaplarda cümle bozuklukları ve tashihlerin de olduğu bir dönemden bahsettiğimizi belirtmek isterim.
Ders kitapları, gerçekten öğrencilerin ufuk çizgisini belirler. Okul dışında okuma alışkanlığının sınırlı olması ders kitaplarının geliştirilmesi ihtiyacı hakkında yeterince fikir verir ve müfredat değişikliğinin önemini gösterir. Örneğin fizik dersi için neden öğrencilerin önüne alanın temel konularını tartışan metinler konulmaz, anlamış değilim. Sadece sayılara hapsedilmiş bir dersin öğrencilerin zihin dünyasında meydana getireceği değişim sınırlıdır. Belki bu alanda farklı öğrenci gruplarına göre bir seçim yapılabilir. Mesela sosyal alanda ilerlemek isteyen öğrenciler için fen bilimleri derslerini, alanın temel meselelerini tartışan metinler üzerinden işlemek daha verimli sonuçlar doğurabilir. Artık yeni dönem öğrencileri evrim konusuna hapsedilmesin.
Temel metinler sorunu Türkçe ve Türk Edebiyatı dersleri için de geçerlidir. Mevcut müfredata göre hazırlanmış ders kitapları, dil ve edebiyat zevkinin geliştirilmesi bakımından yetersizdir. Dil ve edebiyat zevki bakımından yetersiz olan metinlerin, yeni fikirlere ve yeni dünyalara yelken açmaya imkân vermeyeceği açıktır. Hatta gerçekleşmemiş bir seyahat üzerinden gezi yazısı yazmak ve bu yazıyı örnek metin şeklinde sunmak birçok değerin aynı anda yıkılmasına yol açar. Hâlbuki edebî metinlerle Saraybosna, Üsküp, Bahçesaray, Bakû, Tebriz, Buhara, Semerkant, Bağdat ve Halep gibi şehirleri tanıma fırsatı bulan herhangi bir öğrenci o şehirlerin insanlarına yabancı kalamazdı. Eğer yeni kuşaklar harita üzerinde hiç tereddüt etmeden Bahçesaray’ı gösteremiyorsa onun zihin dünyasında Kırım’la ilgili herhangi bir hatıra yoktur. Tebriz’de yaşayanların kimler oldukları hakkında bir fikre sahip olmayan kimselerin siyasete dair söyledikleri şüphe ile karşılanır. Müfredatı belirleyen ve ders kitaplarını hazırlayan uzmanların dünyası ne kadar geniş ise gelecek kuşakların dünyası da o kadar geniş olacaktır.
Bugün Türkiye’de müfredatta değişim üzerinden bir kavga yaşanıyor. Bu vesileyle ders kitaplarının içeriği üzerinden ideolojik bir hesaplaşmaya kalkışan kişi ve grupların varlığına şahit oluyoruz. Değişime karşı olanlar var gücüyle değişim arayışını durdurmaya çalışıyor. Buna karşın yenileşme taraftarları da yenilik arayışını layıkıyla temsil edemeyecekleri yönündeki şüpheyi izale edemiyor. Oysa konu gerçekten önemlidir. Çünkü bu mesele yeni Türkiye hedefleri ile alakalıdır. Kısır konular, öğrencilerin yeni bir dünyada kendi yerlerini tayin etmelerine imkân vermeyecektir.
Yaşadığımız gerilimleri besleyen en temel mesele ne istediğine tam olarak karar verememiş olmaktır. Geçmişte eğitimde ideolojik tercihler öne çıkıyordu. Bir öğrenciden beklenilen, belirli bir dünya görüşünü benimsemesiydi. Onun hayata hazırlanması ve güçlü bir birey olması önemsenmiyordu. Eğitim alanında 90’lı yılların başından itibaren yaşamaya başladığımız sarsıntıyı hiçbir şekilde aşamadık. 28 Şubat sürecinde yaşanan büyük kırılma bu alanda FETÖ’nün mutlak hâkimiyeti ile sonuçlandı. FETÖ de bu fırsatı iyi değerlendirip hakikat anlayışımızı çarpık zemin üzerinde yeniden üretti. Oradan da kendi ülkesine, milletine ve dinine düşmanlar yetişti. Şimdi de ne yapmak istediğimize dair kesinleşmiş bir kararımız yok.
Galiba ilk önce eğitim alanında ne yapmak istediğimiz hususunu açıklığa kavuşturmalıyız.