Modern zamanlarda müzik yahut Schoenberg’den bana ne?

Meramın, etkileyiciliği ve çarpıcılığı kalıcı bir tarzda yazılı ya da sözlü ifadesi… Bin yılı aşkın bir süredir edebiyat denince akla gelen buydu. Ne ki tarihte bir dönem sonrasında, insanlığın o güne değin yaşadığından çok farklı hâllere dûçar olması ve o güne değin bilmediği ve düşünemediği tarzda yaşamak durumunda kalması, insanla ilgili birçok olgunun, değerin ve dolayısıyla kavramın da değişmesinin sebebi…

Yüz yıldır kabullendiğimiz tarih anlayışına göre insanlığın yaşadığı en önemli değişme Hz. İsa’nın doğması… Bu satırların yazarına göreyse değişmeden de öte, handiyse başkalaşma başlığı altında değerlendirilmesi zorunlu insanlık evresi, Sanayi Devrimi’nden başka ne olabilir ki!

Bırakalım fiilen sanayileşmeyi, (Hoş, bunun bir zorunluluk, dahası gereklilik bile kabullenilmesine inananlardan değilim.) henüz sanayileşmenin toplumsal açıdan anlamını bile çözümleyememiş insanımızın, sanayileşme sonrasında ortaya çıkan kabullerin sistematikleştirilmesinin ardından, edebiyatın içlem ve kaplamının da değiştiğinin ayırdına varmasını ummak, ne derece makul bir beklenti?

İşin şaşırtıcı tarafı, bu ülkede modernitenin ilk tebarüz ettiği (‘Ettirildiği’ deseydim, meramımı daha ayan ifade etmiş olabilir miydim?) yerlerden biri edebiyat. Öyle ya, Türk Edebiyatı’nın dünya edebiyatı içindeki yeri sözkonusu edildiğinde, modernite sonrasının tarihini taşıyan kaç ürün sayılabilir? Konumuz burası değil fakat bu tespitten ulaşabileceğimiz yer, işimize yarayabilir.

Meramını peçelemek veya peçe düşmanlığı

Belirginleştirme pahasına bir miktar sivriltilerek keskinleştirildiğini başa alarak belirtelim: Klâsik ile modern’i birbirinden ayırt etmeye yarayacak bir yordam ister misiniz?

Herhangi bir sanat türündeki bir ürüne muhatap olduğunuzda, varolan birikiminizle o sanat ürününü kolaycana anlamlandırabiliyorsanız, o ürünün, sözü geçen sanat türünün klâsik yapısına uygun bir anlayışla kotarıldığını iddia ettiğinizde çoğun yanılmazsınız. Muhatap kaldığınız sanat ürünü, olanca birikiminize karşın size kapısını hemencik aralamıyorsa, modern anlayışla kotarılmış bir sanat ürününün karşısında olabileceğinizi hesaba katabilirsiniz. Çünkü ne anlatıyorsa anlatsın, tüm öğelerini, birebir anlatmayı bir tarafa bırakmak ve ‘tek bir’ meram hedeflemeyi aşmaktan, ifadeyi meramın ötesine taşımaya değin birçok tarz ve kalıp altında ‘anlatım’ı ‘anlatılan’a tercih etmek biçiminde tasarlamak diye özetleyebileceğimiz modern sanatın olmazsa olmazlarından biri durumundaki nitelik, anlattığını da, kimileyin anlatımını da peçelemesinde bulmakta.

Türk Edebiyatı’nın, modern anlayışların bizde ilk uygulandığı sanat alanı olduğunu söylemiştim. Örneğin şiirde Fransız mistisizmi ile Türk halk deyişleri gibi iki uç öğeyi son derece kendine özgü yeni bir potada eriten Necip Fazıl, tiyatroda Shakespeare’vari bir oyun; romanda XVIII. yy’ın ilk dönemlerindeki bezeme ve benzetmeyi önceleyen anlatı anlayışı doğrultusunda ürün verebilmekte. Tek örnekten hareketle bir genellemeye gitmiş olmayalım ama bu tür bir tespitte bulunabilmek için ne denli bol seçeneğin bulunduğunu işaret etmekle yetinelim.

Modern Türk müziği mi demiştiniz?

Türk Edebiyatı’nda, başta şiir olmak üzere ardından roman, deneme ve hikâye alanlarında gözlemlenen ‘modernleşme’, edebiyatın dışındaki öbür sanatlara gittikçe azalarak sirayet etmişken, örneğin (bir avuç ismin hakkını yemeden belirtelim) Türk Müziği’nin yanına yakınına uğramamış gibidir. Bu, hem (neredeyse olmayan) sanat müziğimiz için geçerlidir hem de popüler müziğimiz için.

Hâlbuki ilkin her bakımdan yüzümüzü döndüğümüz, ardından zihnimizi beslediğimiz, sonuçta da ruhumuz için yemişler devşirdiğimiz Batı’da, modern anlatım kalıpları, modern müzikal anlayış öğeleri, yalnızca sanat müziğinde değil popüler müzikte bile çoktan yerini almış durumda. Fakat bizdeki pop müzik, (Dikkat! Popüler demiyorum.) gelişme adına Batı’daki melodik yapıyı almaya çabalarken, özellikle de 1970’lerden sonra kendini nerede buldu dersiniz? İsrail’de!

Nasıl mı?

İşte incelenmeye değer ‘şaşırtıcı’ bir gelişme. Ancak erbabının sırrına vakıf olabildiği bir Cumhuriyet tuhaflığı daha…

Türk aydınının makus talihi

Sığ bir armoni anlayışıyla örülmüş, kulakta hemen yer edebilecek bir melodi akışından güç alan ve olabildiğince basit bir ritmik yapı üzerinde kurulmuş; bu yüzden de kolayca muhatap bulabilen ve aynı hızla yerini başka bir hemcinsine bırakan modern popüler müzikte bile müzikalitenin ana ekseni, çoktan yüzyıllardır kendisini taşıyan iki öğeye, melodi ile ritmin saadet dolu izdivacına sırtını dönmüş durumda. (Burada drum ‘n’ bass adlı müzik türünü anımsayabiliriz.) Popüler müzikte bu düzeye ‘inen’ değişme, acaba sanat müziğindeki hangi dalgalanmaların sonucuydu?

Temelde sözcüklerden hareket eden dil merkezli edebiyat konusundan başlayıp kendisine özgü ‘cümle’ yapısını başa alan modern müziğin ne idüğünü olmasa bile ne olmadığını kurcalamaya çabalayan böyle bir yazının, daha baştan bir muhatap sorunu vardır. Herhangi bir sanat dalının olağan bir ürünü hakkında bir fikir sahibi olmayan bir kişiye, o sanat üzerine (üst bir yaklaşım niteliği barındırmasa da) veya o sanatın sorunları üzerine bilgi vermek, gereksizliği bir yana zararlıdır da. Fakat ülkemiz aydınının düştüğü tuhaf durum da bu değil mi? Ya Batı menşeli bir felsefe, sanat, siyaset… anlayışının arkaplanından habersizce onun meftunu olacak yahut o felsefe, sanat, siyaset ve bilgi anlayışlarından bağlantısızca ürünlerinin (ya da sonuçlarının) sevdalısı kalacak.

Müzikte değişen ne?

Peki açıkça soracak olursak, Batı Klâsik Sanat Müziği ile Modern Batı Sanat Müziği arasında en belirgin fark nedir?

Yine aynı berraklıkla cevaplandırmayı deneyelim:

Sanıldığının tersine Modern Batı Sanat Müziği’nde en belirgin farklılaşma, öğelerinde görülen değişiklikler alanında ya da öğelerinin yer değiştirmelerinden kaynaklanan ‘iç tazeleme’ biçiminde değil, müzikte ‘ses’in niteliği bağlamında gerçekleşti. Özellikle çağdaş müzik, bir ahenk teşkil edecek tarzda bir araya getirilen öğelerin, belirli ilkeler doğrultusunda bestelenmesiyle ortaya çıkmayabilmekte. Artık!

Bu “artık”ın önemini kavrabilmişsek devam…

Zamanımıza değin ahenksizliğin içinde değerlendirilen kimi tempo değerleri, çağdaş bir müzik eserinin ritmi olabilmekte; dahası, önceleri düpedüz gürültü sayılan sesler, artık belirli konseptler çerçevesinde müziğe dahil edilebilmekte. Artık!

Başka bir tarzda söylemeyi deneyelim: Sanatta meramı etkileyici ve çarpılmayı sürdürücü bir tarzda ifade etmenin devri kapanalı beri, müzikte de yeni bir şeyler söylemenin neredeyse olanaksızlığı, yerini, meramını yeni biçimler üzerinden aktarmaya bırakmış durumda.

Peki bu sonuç beraberinde neyi getirdi? Zaten öbür alanlarda doğadan ve doğallıktan kopayazan insanı, müzik alanında da doğanın seslerini taklitten uzaklaştırmaya.

İyi de, bu insanın yararına mı oldu zararına mı? İşte bu soru, kişinin müzikal tercihinden çok, felsefi kabulleriyle yakından ilgili. Dolayısıyla çağımızın müziği, bize nota adlı simgelerle işarete kavuşturduğumuz ses birimleri üzerinden ahenkli, (doğaya uygun anlamında) doğal ve bestelenmiş sesler üzerinden de ulaşabilmekte; dönüşüme uğramış günümüz doğası gibi kaotik atmosfere dayalı, doğal olmayan seslerin insan doğasını zorlayan biçimde ‘tasarlanması’ ile de yaratılabilmekte. Bu yeni müzik, insanlık tarihinin tanımadığı bir biçimde karmaşa ile ahengi, gürültü ile düzenli sesi, tekanlamlılık ile çokanlamlılığı birarada barındırabilmekte.

Bestelemekten tasarlamaya

Binyıllar boyunca duyularımız üzerinden duyarlılığımıza seslenen müziğin yerini, çağımızda duyularımızın yeteneklerini suiistimal edercesine kendi fonksiyonunu abartan ve her ân zıddına dönüşmeye meyilli, bilincimize seslenen ses birimleri almış durumda. Daha önceden müzik kabul edilmesi olanaksız sesler, asla enstrüman diye kabullenilmemiş cisimler aracılığıyla ve dolaylı ya da dolaysız coşkunluğa yol açmaktansa, bu iç coşkunluğa giden bütün yolları tıkatırcasına, anlamsızlığa varmayan bir harmanlanmayla, ‘bestelenmeksizin’, bir tür tasarı anlayışıyla bir araya getirildiğinde, ortaya çıkana modern müzik denilebilmekte. (Burada değer bakımından bir tanım değil, yapı açısından bir tasvir yapmaya çalıştığıma dikkatinizi çekerim.)

Popüler bir örnekle belki meramımı daha iyi anlatabilirim: Einstürzende Neubauten.

Bir kulak kabarttıktan sonra devam edin derim; özellikle de ilk dönem albümlerine.

Peki, bir daha asla başrol oynamamacasına makamından indirilen, belki kimi küçük çaplı eserlerde ufak rollerde gözükebilecek ahengin yerini ne aldı modern müzikte? Ahenksizlik mi? Tüm kolay cevaplardaki aceleciliğin getirdiği potansiyel yanlış bu karşılıkta da niçin olmasın? Yeni bir ahenk anlayışı mı? Niçin olmasın?

Bu da başka bir mevzu.

Ne ki şunun altını bir kez daha çizelim: Bir insanın, Dante’yi veya Balzac’ı anlaması için genel kültür düzeyine sahip olması yeterlidir. Ama iş Borges’a, Faulkner’a, Kafka’ya gelip dayandığında farklılaşmakta. Bu yazarlar gibi modern kurgu anlayışlarından taraf olan kurgucuları; Heidegger’i, Kant’ı, Adorno’yu, hatta Chomsky’yi bile hakkıyla anlayabilmek için Schoenberg’i, Stochausen’i, Stravinski’yi, John Cage’i, hatta en azından Klaus Schulze’yi heceleyebilme düzeyinde olsun okuyabilmeli.

Tersi de geçersiz değil.