1980’lerin ortasından itibaren üniversitede öğrencilik hayatına atılmış olan arkadaşların birçok ortak özellikleri vardır. Bu ortak özelliklerden biri, dönemin siyasî partilerine ve siyasetçilerine karşı mesafeli bir duruştu. Bu mesafeli duruşu belirleyen sebepler arasında dönemin politik aktörleri ile ortak bir dil kuramamak önemlidir. Bu dönemin öğrencileri aktif bir mücadelenin içinde yer alırken aynı zamanda ciddiye alınacak bir okuma sürecinin içindeydi. Bu, yeni ve hakikaten büyük bir dünyayı keşfetmek için girişilen büyük bir çaba idi. Mevcut bütün kalıplar dardı ve küçümseniyordu. Siyasîler 12 Eylül sonrasında gençlik hareketlerinin değişen zihniyet dünyasını anlamaktan uzaktı.
Üniversiteye başladığımız zamanların daha hemen başında başörtüsü yasaklarına yakalandık. Özellikle 1987’nin ilk aylarında farklı şehirlerde başlayan yasak karşıtı eylemler o yılın mayıs-haziran aylarında zirve noktasına ulaşmıştı. Hadiseler siyasal kimlikleri doğrudan etkiliyor ve öğrencilerin zihniyet dünyasını daha keskin bir çizgiye doğru çekiyordu. Dönemi, bütün sorunlarının içinde yer alarak yaşayan öğrenciler için başörtüsü mücadelesi sadece bir yasağa karşı koymak şeklinde algılanmıyordu. Yasaklar karşısındaki tavır, yeniden diriliş mücadelesinin bir parçasıydı. Yasakları da içine alan dönem uzun sürdü. Bu dönem 2010’lara kadar devam etti. Yasakları sadece 28 Şubat ile sınırlayan hâkim bakış açısı 80’leri anlamakta zorlanır.
Hadiselerde doğrudan yer alan ve taraf olmayı adeta yaşamının bir parçası hâline getiren öğrenciler, ciddî anlamda rasat ediliyor ve kayıtlara alınıyordu. Bu dönemde, öğrencilik hayatının olumsuzlukları bir yana, doğrudan yasakların muhatabı olanlar ve onların yanında yer alan birçok kimse rasat edilmenin olumsuz sonuçlarını bir ömür boyu yaşadılar. Sonraki yıllarda rapor hâline getirilmiş rasat sonuçlarıyla her adım başında karşılaştılar. Başörtüsü yasaklarının doğrudan muhatabı olan öğrencilerden önemli bir kısmı şu geçen birkaç sene içinde üniversiteden mezun olmayı ancak başarabildi. Sadece bu geç kalmışlık bile onların hayata tutunmakta ne kadar zorlandıklarını göstermeye yeter. Yasaklar onları vurdu ve onlar ya hayata tutunmakta geç kaldılar ya da bunu başaramadılar. Birçok kimse için o yıllar tarih olmuş olabilir, oysa aynı yıllar bizim kuşağın zihninde halledilmemiş bir meseledir.
Bugün İslamcıların olumsuz yönde değişiminden bahseden birçok kimse var. Bu kimselerin analizlerinde muhakkak haklılık payı vardır. Bunlardan bir kısmı ise hızını alamayıp bu kısmî haklılıktan faydalanarak İslamcıların çöküşünü, bitişini ilan ediyor. Geçen zaman içinde hadiselerin doğrudan içinde yer alan ya da bu hadiselerin sürükleyicisi konumunda olan birçok arkadaşımızın hâlâ eski duyarlılıklarını muhafaza ettiklerine şahit oluyoruz. Bu da İslamcıların çöküşü üzerine yapılan analizlerin geçerlilik derecesi hakkında yeterince şüphe oluşturuyor.
80’li yılların unutulamayan bu günlerinde bazı İslami cemaatler, müntesiplerini bahsettiğimiz eylemlerden uzak tutuyor, bazıları ise aynı eylemlerin karşısında duruyordu. Bu dönemde Fethullahçı yapı başörtüsü eylemlerine karşı doğrudan bir cephe açmış ve Fethullah Gülen, 12 Eylül sonrası ilk açık alan vaazında yasak karşıtı eylemlerde yer alanları açıkça töhmet altında bırakmıştı. Bu yapının müntesipleri ise birçok alanda karşıt olarak gördükleri gruplar hakkında her türden ispiyon faaliyetinde bulunmaktan çekinmedi. 28 Şubat dönemi ve sonrası ise çoğunluğun malumudur. Bizim arkadaşlar hayata tutunmak için mücadele verirken, onlar özellikle de AK Parti iktidarları döneminde ortaya çıkan imkânları tepe tepe kullandılar. Güya ki bu grup başarılı, o mücadelelerin içinde yer alanlar ise başarısızdılar; ayakta kalan tek grup onlardı ve İslamcılar kenara çekilmişti; onlar her alanda insan yetiştirmişler, İslamcılar ise dönemin koşullarına uygun değildiler; üstelik İslamcılar sanat, edebiyat vs. her incelikten yoksundu. Öyle diyorlardı. AK Parti iktidarları döneminde yapılan haksız uygulamalara kimlerin göz yumduğu çok önemlidir. Çünkü bu haksızlıklar toplumun bütün katmanlarında en ince ayrıntılarına kadar konuşulurken bazı siyasîlerin bunlardan haberdar olmadığını düşünmek saflık olur. Bugün anlıyoruz ki sadece göz yumulmamış, bizatihi ön ayak olunmuş.
Zaman hızla akıp gidiyor. Geçmez dediğimiz günler geçiyor. Zaman, onulmaz yaraların tedavisinde de müthiş bir ilaçmış. Geçmiş günler zihin dünyamızda hâlâ bir mesele olarak varlığını sürdürse de bir ömür yaralarla yaşamanın bir anlamı yok. Onları tedavi etmek lazım. Fakat bazı siyasîlerle hâlâ ortak bir dil kurulamamasının zamanla bir ilişkisinin olmadığı açık. Bülent Arınç, bir kesimin tartışmasız aktörlerinden biridir. Bir ağabeydir. Hukukçudur. Cüppesi vardır. Bugün tekrar cüppesini giyerek sahaya inip “haksızlığa uğrayan cemaat üyeleri” için mücadele vermekten bahsediyor. Unutuyor ya da biz unuttuğunu düşünelim, cüppelilerin bu ülke insanının ortak hafızasında hiç de iyi bir yeri yoktur. Biz, onun avukatlığa vurgu yaptığını düşünelim. Fakat bu da problemlidir. Devr-i iktidarlarında devletin her kademesini işgal etmek için elinden ne geliyorsa yapanlar karşısında cüppe giymeye gerek yoktu, engel olmak kâfiydi.
Hâlbuki siyasî tarihimize damga vurmuş en radikal aktörlerden biri olan Necmeddin Erbakan, uzun ve mücadele dolu siyasî hayatında bazı kimselerle hiçbir şekilde uzlaşmadı. Bunu, Necmeddin Erbakan’ın kişiliği ile açıklayanlar oldu. Oysa bu uzlaşmazlığın en başta gelen sebeplerinden biri, Erbakan’ın, millî ve yerli bir siyasetçi olmasıydı. Onun için bazı cemaatlerle arasında her zaman belirli bir mesafe olmuştur. Bahsi geçen cemaatler başörtüsü mücadelesine karşı bir tavır sergilerken 80’lerin en umutsuz günlerinde Necmeddin Hoca’nın, bizzat gelip bu mücadelenin içinde yer alan öğrencileri teker teker tebrik etmiş olduğu da vakidir. Hoca’nın bu tutumu dönemin önemli aktörlerinin çok çok üzerinde bir duyarlılığa sahip olduğunu gösteriyordu. Nitekim 28 Şubat günlerinde de her şeye rağmen Gülen gurubu ile olan mesafesini korudu. Geride saygın bir isim bırakıp gitti.
Zamanımızın siyasî figürleri de bir gün bu dünyadan göçüp gidecekler, her fani gibi. Nasıl hatırlanacaksınız sorusu, hepimiz için geçerlidir. Türkiye’nin ve İslam dünyasının tarihî bir dönemden geçtiği muhakkak. Bu dönemin hangi istikamette ilerleyeceği de çok belirgin değil. Bülent Arınç’ın savunmayı düşündüğü şahıslar ise yön tayini konusunda çok açık bir istikamete sahip. Bunun milli ve yerli bir istikamet olmadığı artık çok gizli bir durum değil.