Millî ve yerli siyasetin bir sonucu olarak FETÖ davaları

FETÖ davalarının önemi, uluslararası gelişmelerle bir kez daha kanıtlanmıştır. Bu davalar Türkiye’nin ve yakın coğrafyamızın kaderi üzerinde belirleyici olacaktır. Çünkü bu davalarla bir yönüyle Batı dışında kalan millet ve toplumlarda bağımlı yapılar yargılanmış olacak. Yakın coğrafyamızda meydana gelen Katar eksenli hadiseler çok dinamik bir süreci yaşamakta olduğumuzu hatırlatırken emperyalizmin tarihte kalmış bir olgu olmadığını da göstermektedir. Dolayısıyla FETÖ karşısında Türkiye Cumhuriyeti tarafından geliştirilen tavır, aynı zamanda Batı hegemonyasına karşı geliştirilen bağımsızlıkçı bir siyaset şeklinde görülmelidir. Birincisi ikincisinin zorunlu uzantısı olduğu için her iki durum birbirinden ayrılamaz. Üstelik FETÖ, Batı’nın Doğu içinde uzantısı olmak bakımından tekil bir örnek değildi ve bağımlı yapıların varlığı bugün keşfedilmiş yeni bir gelişme de değildir. Dolayısıyla bu örgüt karşısında alınan tavrın bütün bağımlı yapılar için geçerli olduğunu düşünmek gerekir. 15 Temmuz işgal ve parçalama girişimi, Türkiye için uzun bir sürecin nihaî aşamalarından birini temsil eder. Yine aynı sebeple 15 Temmuz’da Erdoğan’ın öncülüğünde Türk milletinin gösterdiği kararlı tutumun “millî ve yerli” kavramlarına hayat vermesi de uzun bir siyasî sürecin yeni bir aşamasıdır.

Belirli çevrelerin Batı karşısında geliştirilen bağımsızlıkçı siyaseti orasından burasından çekiştirerek etkisini azaltmak ya da önemsizleştirmek yönünde beyhude çabalar içinde olmaları da anlamsız değildir. Nitekim bu çabaların neticesi olarak kamuoyunda FETÖ davalarının sürdürülebilir olamayacağı yönünde bir şüphe doğmuş ve “millî ve yerli” olanın akıbeti hakkında ciddî kaygılar oluşmuştu. Elbette bu şüphenin ve kaygının doğma ve büyümesi mesnetsiz değildi. Yaklaşık üç yüz yıla varan bağımlı ve güdümlü yapılar hâkimiyetinden bahsediyoruz. Türk milletinin derin hafızasında sürecin kolay geçmeyeceği yönünde bir kabul zaten vardı. Ama siyasî iradenin kararlı tutumu derin hafızada ciddî bir desteği gün yüzüne çıkardı. Bu destek, karşılıklı güven ilişkisinin tezahürü şeklinde görülmelidir.

FETÖ ile mücadele bir zorunluluktu. Bugün mahkemelerde görülen davalar birbirini takip eden birçok adımdan sadece biridir. Millî ve yerli siyaset şekillendikçe bağımlı ve güdümlü yapılar birer birer kendini açığa vuruyor. Türkiye’de klasik siyasî kampların kendilerini geleceğe taşımakta zorluklar yaşaması ve geçici kimliklerini yok saymakta bir sakınca görmemesi, üzerinde durulmayı hak eden bir durumdur. Süreç, hem Batı mitini savuruyor hem bağımlı yapıların ödünç kimliklerini geçersizleştiriyor. Kuşkusuz bu süreçte belirleyici olan millî ve yerli siyasetin alan hâkimiyetinin gittikçe artıyor olmasıdır. Bu sürecin entelektüel alanda da bir karşılık bulması şaşırtıcı bir gelişme olmayacaktır.

Gerek FETÖ ve gerekse de diğer bağımlı yapılara yönelik millî ve yerli siyaseti sulandırmaya çalışan bazı çevrelerin varlığı sır değil. Hatta süreci baltalamaya çalışan grupların tahminlerin ötesinde bir ilişki ağına sahip olduğu görüldükçe meselenin vahameti daha iyi anlaşılmaktadır. Sırf bu yönüyle Türkiye’nin yaşadığı siyasî tecrübe Batı dışında kalan bütün toplumlar için bir laboratuar hüviyetindedir. Türkiye’nin halen yaşamakta olduğu bu siyasî tecrübenin bu toplumlara örneklik teşkil edebileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bugün yaşadığımız acı tecrübeler, gelecekte yumuşak gücümüz olabilir. Fakat bu olumlu beklentiler bir tarafa bağımlı yapıların ilişki ağlarının gücü karşısında en önemli dayanak noktası derin hafızada oluşan hassasiyettir. Süreci baltalama yönündeki çabalar önemsenmelidir.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’yi bağımsız ve güvenli bir sığınak hâline getirme ve ileri bir adım olarak da benzer adaların oluşması yönünde verdiği mücadele bilinçli bir tercihin ürünüydü. Nitekim Erdoğan her bir ileri adımda hem içeriden hem de dışarıdan ciddî saldırılara maruz kaldı ve bu mütemadiyen devam ediyor. Bu saldırılar onun şahsında bütün Türk milletine karşı yapılmaktadır. Bunlar arasında, belirli bir zaman aralığında başlayıp bitme bakımından en şiddetlisi Gezi Parkı ayaklanmasıydı. Bu bir kalkışmaydı ve püskürtüldü. Bu olayla birlikte maskeler düştü, arkasındaki yüzler birer birer ortaya çıkmaya başladı. FETÖ en güçlü ve üzerinde en çok emek sarf edilen bağımlı yapılardan biriydi, bunun için en sona kaldı. Bu yapı Batı tarafından II. Dünya Savaşı’ndan sonra geliştirilmiş yeni bir bağımlılık ilişkisi modeliydi. FETÖ ile mücadelenin zorluğunu yaşadığımız süreç gösterdi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 07 Haziran akşamı Ankara’da Emniyet Özel Harekât Başkanlığı’ndaki iftar programında sarf ettiği şu cümleler FETÖ ile mücadeleyi anlamak açısından önemlidir: “İhanetlerinin bedelini ödemeyen tek bir FETÖ’cü kalmayıncaya kadar mücadelemiz devam edecektir. Milletimizin özellikle de şehit yakınlarımızın ve gazilerimizin gönülleri ferah olsun. Başdanışmanlarımın tamamıyla duruşmaları takip ediyorum. Yarısı Ankara, yarısı İstanbul olmak üzere duruşmaları takip ediyorlar, günbegün raporlarını alıyorum, ne oluyor, ne bitiyor takip ediyorum. Bu eli kanlı katillerin hiçbiri de kendilerini bekleyen acı akıbetten kurtulamayacaklardır. Mahkemelerde yaptıkları ahlaksızlıkların, cezaevlerinde açık net söylüyorum, çürürken onlara hiçbir faydası olmayacaktır.”

Bu cümleler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın FETÖ ile mücadele sürecine ne kadar hâkim olduğunu göstermektedir. Erdoğan, süreci baltalama yönündeki çabaları görmüş ve alıntıladığımız sözleriyle müdahalede bulunmuştur. Böylelikle kamuoyunda oluşan olumsuz havayı dağıtmıştır.

Türkiye istisnaî bir süreçten geçiyor ve bu süreç birkaç asırlık bir zincirin halkasıdır. Türkiye, Erdoğan öncülüğünde sadece kendi millî varlığı için değil, aynı zamanda bütün bir coğrafya ve Batı dışında kalan toplumlar için de bir mücadele içindedir.