Gezi Parkı eylemleri, Türkiye’nin karşılaştığı en büyük müdahaleydi. 15 Temmuz darbe girişimi ile kıyaslandığında da böyle olduğunu düşünüyorum. 15 Temmuz darbe girişimi sebep olduğu yıkımlar itibarıyla elbette Gezi Parkı eylemleri ile karşılaştırılamayacak derecede şiddetlidir. Türkiye, Gezi Parkı eylemlerine hazırlıklı değildi, siyaset üzerinde belirleyici olan bazı etkili şahıslar dahi Erdoğan’ı kuşatma çabasındaydı. Oysa 15 Temmuz darbe girişiminde en azından saldırının hangi yönden geleceği belliydi. Erdoğan, o zaman başbakandı ve birçok kimse ona çelme takma yarışına girmişti.
Gezi Parkı eylemlerinin kırılma anı Erdoğan’ın Fas, Tunus ve Cezayir’i kapsayan Kuzey Afrika seyahatinden döndüğü saatlerdi. O gün AK Parti il başkanı Aziz Babuşçu, bütün medya organlarını dolaşarak Erdoğan’a karşılama yapılmayacağını anlatmaya çalıştı. Kanaatime göre bu, samimi bir çabaydı. Çünkü Ankara’nın havası bunu gerektiriyordu, devlet erkânı (yeni dönem seçkinleri) Gezi Parkı eylemlerinde Erdoğan’ın da kabahatli olduğunu düşünüyordu. Onlara göre Erdoğan’ın dili kışkırtıcıydı, mesaj alınmıştı vs. Daha eylemlerin ilk günlerinden itibaren yeni dönem seçkinlerinin bu yöndeki açıklamaları kulaktan kulağa yayılıyordu.
Erdoğan’ın Türkiye’ye dönüş yolunda etrafında örülmüş çemberi kırma yönünde çok önemli, hayatî bir karar verdiğini düşünüyorum. Bu karar, bütün bir gün boyunca millette oluşan Erdoğan’ın karşılanması yönündeki bir iradenin yansımasıydı. Nitekim Erdoğan daha Türkiye’den ayrılmadan önce “Şu anda evlerinde bizim zorla tuttuğumuz bu ülkenin yüzde 50 insanı var.” demişti ve işte o yüzde 50 Erdoğan’ı karşılamak istiyordu. Çünkü bu sadece bir karşılama olmayacaktı. Erdoğan birçok yurt dışı gezisine çıkmıştı ve Davos çıkışı haricinde böyle bir karşılama olmamıştı. Millet olağanüstü bir heyecanla muazzam bir görüşme trafiği içindeydi. Erdoğan, Türkiye’den ayrılmadan önce söylediği sözün karşılığını alacaktı. Belli bir saatten sonra Aziz Babuşçu, bütün bir gün sürdürdüğü çabasını terk etti ve milletin önünden çekildi. Hatta havaalanına ulaşımın kolaylaştırılması yönünde adımlar atmaya başladı. Tarihin kırılma anıydı. Millet olaya el koymuştu.
Erdoğan, uçaktan indikten sonra yaklaşık yüz bin kişinin kendisini karşıladığını gördü. Saatler gece yarısını çoktan geçmiş olmasına rağmen bu kadar güçlü ve intizamlı bir kitle karşısında Erdoğan’ın yaptığı konuşma bütün millette Türkiye’nin geleceğine dair inancı daha da pekiştirdi. “Dik dur eğilme, bu millet seninle” sloganı da bu esnada doğdu. Gezi Parkı eylemlerinin akıbeti de bu andan itibaren belli olmuştu. Millet ve onun adamı eğilmeyecekti.
Televizyon kanallarından biri, Erdoğan’ın karşılandığı ve heyecanın dorukta olduğu bir anda yaşlı, sakalları bembeyaz bir amcayı, bir köşecikte dua ederken yakalamış ve bizlere onun hâlini gösteriyordu. Hâlinden sessizce ve elbette hüzünlü bir kaygıyla Türkiye için, Erdoğan için, vatan için, millet için, din için dua ettiği anlaşılıyordu. Milletin olaya el koymasıyla kast ettiğim budur. Günlerdir Erdoğan’ın geriye dönmeyeceği yönünde propaganda yapanların hevesleri kursağında kalmış, millet Erdoğan’ın etrafında örülen çemberi kırmıştı. Artık Erdoğan için Anadolu’yu adım adım dolaşma vakti gelmişti, sıra Anadolu’daydı. Eğer Anadolu, Erdoğan’a sahip çıkarsa gezi mezi kalmazdı. Bu açıdan Erdoğan’ın havaalanından sonra ilk mitingini Anadolu’da yapması derin, tarihî bir tecrübenin yansımasıdır. Zor zamanlarda Anadolu’ya başvurmak bir âdettir, çünkü Anadolu insanı hesapsızdır. Anadolu’da milyonlar, o sakalları bembeyaz olmuş amcayla aynı kaygıyı taşıyordu ve Erdoğan’a sahip çıktı.
Gelecek zamanlarda Gezi Parkı eylemleri ve 15 Temmuz darbe girişimi daha geniş bir açıdan değerlendirilecektir. Fakat bugünden her iki Türkiye karşıtı hareket arasında birçok yönden ilişki olduğunu görebiliyoruz. Her iki olayın ve bu iki olay arasında cereyan eden diğer Türkiye karşıtı saldırıların, aynı merkezlerde planlandığı ve aktörlerin hemen hemen aynı kişiler olduğu anlaşılıyor. Bir ülkenin bu kadar kısa zaman aralığında bu ölçüde büyük ve yıkıcı saldırılara maruz kalması ağaç, yeşil, cici çocuk, tabanı ibadet, mağduriyet ve adalet söylemleriyle izah edilemez. Yeni dönem seçkinleri Gezi Parkı eylemlerini anlamamıştı, 17-25 Aralık hukuk darbesini de anlamadı. Son dönemde bazı kesimler tarafından dile getirilen görüşlere baktığımızda 15 Temmuz darbe girişiminin de yeni dönem seçkinleri tarafından anlaşılmadığına hükmedebiliriz.
Sıra yeniden Anadolu’ya mı düşecek, bunu bilemiyoruz. Fakat bildiğimiz bir şey var: Eğer bu ülkenin seçkinleri aynı yıl içinde gerçekleşen Gezi Parkı eylemlerinin ve 17-25 Aralık hukuk darbesinin hedeflerini anlamış olsaydı 15 Temmuz darbe girişimini kimse göze alamazdı. 249 şehidin ve binlerce gazinin vücudundaki parmak izleri, mahşerde kimlerin hesap vereceğini göstermeye yeter. İnancımıza göre, zerre miskali de olsa karşılığı görülecektir. Aldatıldık, kandırıldık, ahmaktık demenin de orada bir faydası olmayacak; bunu da inandığımız din bize söylüyor.
Seçkinci bakış açısı, bulaşıcı bir hastalık gibi zihinlerden zihinlere tesir ediyor. Her bir dönemin yükselen simaları, kendilerine göre sıradan insanların dünyasından uzaklaşmayı bir marifet zannediyor. Zor zamanlarda milletin olaya el koyacağını bile bile milletle aralarına mesafe koyuyorlar. Çünkü milletin olaya el koyması, gerçekliği bütün çıplaklığı ile onların yüzlerine çarpıyor. Kimsenin adalet isteyenle bir derdi olmaz, eğer mesele adaletse. Gerçek adalet 15 Temmuz’a giden süreçte kimin nerede durduğunu itiraf etmesiyle ortaya çıkar.