Seçim sürecinde üzerinde çokça konuşulduğu hâlde Millet Kıraathanesi hakkında yazma fırsatımız olmadı. Konu cumhurbaşkanımız tarafından gündeme getirilmişti, bundan sonraki dönemlerde bu adla hizmete açılan binaların şehirlerimizi ve kasabalarımızı süsleyeceği anlaşıyor. Okulun kendi başına bir öğrencinin okuma sürecini kuşatmadığı görülmelidir. Millet Kıraathanesi projesinin öğrencileri kitapla dolaysız bir şekilde buluşturacağını hayal ettiğimizde doğabilecek olumlu sonuçlardan heyecan duymamak mümkün değil. Buna rağmen seçim sürecinde bu projenin mizahî bir tarzda ele alınması üzerinde ayrıca durulmayı gerektiriyor.
Kıraathane, Türk ve İslam tarihinde yabancı olmadığımız bir mekân geleneğidir. Zaman zaman bu gelenekten uzaklaşma söz konusu olsa da devirlerin değişimi ile birlikte insanları kitaplarla buluşturan mekânlar yeniden hayat bulmuştur. Bu, kitap geleneğinin köklerinin çok eskilere uzanmasıyla alakalıdır. Bu yazıda, kitap geleneğinin en önemli halkalarından birini yeniden hayata geçiren İsmail Gaspıralı’nın, 1883’ten vefat tarihi olan 1914’de kadar süreli bir şekilde yayımladığı Tercüman gazetesinde yayımlanan küçük bir bilgiyi paylaşacağım.
Gaspıralı, Rusya Türklerinin hayatında önemli bir rol oynamış fikir adamı, gazeteci, öğretmen, edebiyatçı ve siyaset adamıydı. Onun faaliyetlerini Rusya Türklerinin yeniden dirilişi bağlamında ele almak mümkündür. Gaspıralı’nın Tercüman gazetesi, usul-i cedid okullar, cemiyet-i hayriyyeler ve kıraathanelerle bütün bir cemiyet hayatını harekete geçirmek istediği açıktır. Bahsettiğimiz dönemin 19. yüzyılın son çeyreği olduğunu düşünürsek gazetenin, yeni bir eğitim sisteminin ve kıraathanelerin önemi daha iyi anlaşılır. İsmail Bey’in faaliyetlerinin büyük etkisiyle Rusya Türklerinin yaşadığı yenileşme, “cedidizm” adıyla tarihe geçmiştir.
Yukarıda söylediğimiz gibi kıraathaneler Gaspıralı’nın önem verdiği kurumlar arasındaydı. Rusya Türkleri arasında usul-i cedid eğitim veren okulların yaygınlaşmasından sonra ilk kıraathane 1894’te Bakû’da açılır. İsmail Bey, Tercüman’ın 11 Mart 1894 tarihli 10. sayısında yayımlanan Bizim Hal ve Maişet adlı yazısında açılan bu ilk kıraathane hakkında şunları yazar:
“Bu gün Bakû şehrinde Müslümanlar kıraathane açıyorlar. Bu iş güzel ve maarife ait işlerdendir.”
Neriman Bey Nerimanof tarafından açılan bu kıraathaneye Gaspıralı maddi yardımda bulunduğunu, Neriman Bey’in de Gaspıralı’ya bir teşekkür yazısıyla cevap verdiğini Tercüman’da yayımlanan diğer yazılardan anlıyoruz. Gaspıralı, Bakû’da açılan bu ilk kıraathaneyi çok önemser ve Rusya Müslümanlarının yaşadığı diğer bölge ve şehirlerde bu yönde adımlar atılması için yayınlar yapar. Nitekim Tercüman’ın 1 Mayıs 1894’te yayımlanan 17. sayısında Erbabına Lâzımdır başlıklı yazıda yeni kıraathaneler açılması için takip edilecek yol hakkında bilgiler verir:
“… hükmü cari olan nizamnamenin şeraitine binaen kitap satmak için kitapçı dükkânı, kitap ve gazeteler okutmak için ‘kıraathane’ açmak isteyen adam Gubernatora [vali] ariza berip ruhsat almalıdır.”
Gaspıralı farklı ve uzak coğrafyalarda yaşayan Rusya Türklerini, Tercüman vasıtasıyla birbirinden haberdar ederek onları her bakımdan harekete geçirmek istemişti. O, bütün Rusya Türklerini başta eğitim ve kültür hayatı olmak üzere “sa’y ve gayret”e davet etti. Gaspıralı bir ömür sosyal hayatı birçok cepheden harekete geçirmek, genel bir kültür politikası oluşturmak, mektebi destekleyen unsurlarla çok yönlü bir uyanış sürecini hayata geçirmek ve bunun için de kitap, gazete gibi araçlarla bilginin yeniden üretilmesine olanak sağlamak için mücadele etmişti. Onun bu çalışmalarının neticesinde Rusya Türkleri arasında münevver bir tabaka ortaya çıkmış, kültür hayatı canlanmış ve usul-i cedid sosyal hayatı kuşatan genel bir harekete dönüşmüştü.
Aynı dönemde Osmanlı kültür hayatında benzer bir canlılıktan bahsedebiliriz. Ahmet Mithat Efendi’nin kitaplarının kıraathanelerde topluca okunduğunu biliyoruz. Okuma bilen bir kişi Mithat Efendi’nin kitaplarını sesli bir şekilde okur, etraftakiler de dinlerdi. Bunun bir geleneğe dönüştüğü de biliniyor. 1970’lerde, çocukluğumun o eşsiz dinginliğinde amcam bizim evimizde, akrabalarımızın bulunduğu bir ortamda herhangi bir romandan ya da herkesi ilgilendiren başka bir kitaptan okur, ortamda bulunanlar da sessizce dinlerdi. Daha okul hayatına atılmamıştım o zamanlarda.
Belki de bu güzel izlenimlerin tesiriyle 70’lerin sonuna doğru köyümüzde, caminin hemen bitişiğindeki küçük odada “kıraathane” kurmuştuk.
Millet Kıraathanesi güzel bir fikir. Kitaplara dolaysız bir şekilde ulaşmanın neredeyse imkânsız olduğu zamanlardan geçiyoruz. Her bir mahfil, etkisi altına aldığı kimselere belirlenmiş, elenmiş çok sınırlı sayıdaki kitapları ulaştırıyor. Bu tarz bir okumanın ötekileştirmeyi tetiklediğini yaşayarak gördük. Seçilmişlik ve masumiyet duygusu ileri düzeyde mutlak bir yabancılaşmaya yol açtı ve ortaya bir katil sürüsü çıktı. Hâlbuki bilmek, şahsî bir çabanın neticesinde elde edilen şahsî bir sonuçtur. Otodidakt adıyla anılan ve bir kişinin kendi kendisini yetiştirmesi manasına gelen bireysel örnekliği önemsemek gerekir. Ortak akıl da bu türden şahsî çabaların çoğalmasıyla güç kazanır. Kıraathanelerin yaygınlaştırılması projesini bir de bu açıdan değerlendirmek gerekir.
Erdoğan’ın dile getirdiği “yeni Türkiye” fikriyatının temelsiz olduğunu söylemek, atılan adımları anlamamak manasına gelir.