HDP, PKK, PYD, Amerika ve Batı’nın birlikte oynadığı ‘Kobani tiyatrosu’nu hatırlıyorsunuz değil mi? Türkiye, hemen yanı başında yaşanan insanlık trajedisine kayıtsız kalmayıp 200 bin insana kucak açarken, içeride HDP dışarıda PYD başka hesaplar yapıyordu. Selahattin Demirtaş’ın talimatıyla sokaklara dökülüp şehirleri ateşe veren ve 16 yaşındaki Yasin Börü ile arkadaşlarını katleden caniler de bu tiyatronun figüranları olmuştu. Kobani üzerinden yapılan hesap ise şuydu: Suriye’deki Kürt kantonları birleştirilecek ve aralardaki Türkmenler de etnik temizlikle göçe zorlanıp sınırlarımıza o çok arzulanan ve vaat edilen Kürt devleti kurulacaktı. 6-7 Ekim olayları da bu uğurda denenmiş bir iç savaş girişimiydi.
Oysa PYD’nin siyaseten ‘çökmeye’ çalıştığı Kobani, Türkiye’nin açtığı koridor ile DAEŞ’in elinden alındı. Evet, YPG orada savaştı ama Barzani’nin Peşmerge birlikleri ve Özgür Suriye Ordusu da Kobani’de DAEŞ’e karşı amansız bir savaş verdi. Mesela Özgür Suriye Ordusu birlikleri Eylül 2014’ten Mart 2015’e kadar Kobani’de kaldı ve şehrin DAEŞ’ten temizlenmesine vargücüyle destek oldu.
Yine hatırlarsanız o günlerde uluslararası basın günlerce ABD destekli YPG ve PYD’nin PR’ını yaptı. Sakallarını kesen adamlar, çarşaflarını atan kadınlar, özgürlük şarkıları… PKK eş zamanlı olarak Türkiye’ye çok ağır saldırılar yaparken Suriye’deki kolu olan YPG’ye tam bir algı kurnazlığı ile dünya kamuoyunda itibar yüklemesi yapılıyordu. Neredeyse PKK’nın kanlı eylemlerini bile meşrulaştıracak söylemler geliştirilmiş, Ankara ve İstanbul’daki canlı bomba saldırıları bile Batı medyasında “Kürtlerin özgürlük mücadelesinin” olağan bir parçası olarak sunulur olmuştu. DAEŞ, Avrupa’nın kalbi Brüksel’de ve Fransa’da masumları katlederken bile PKK terörüne ses çıkartmıyorlardı. Recep Tayyip Erdoğan’a biçilen ‘diktatör kıyafeti’nin sayfadan sayfaya, ekrandan ekrana dolaştırılması da aynı sürecin paralel bir hamlesiydi. Türkiye’nin içeriden ve dışarıdan baskı altına alınıp, diz çökertilmek istendiğini ise 15 Temmuz’da artık kafalarda soru işareti kalmayacak şekilde anladık. 15 Temmuz’un klasik bir askeri darbe olmadığını ve çokuluslu işgal girişimi olduğunu rahatlıkla söyleyecek argümanlar var artık elimizde.
Çok net olarak söylemeliyiz; Irak ve Suriye’de üretilen terörü topraklarımıza taşıyanlar, sınırlarımıza Kürt devleti kurmak isteyenler, yıllardır besledikleri ve hücrelerimize kadar soktukları “dini bir örgüt” olan FETÖ ile devletimizi yıkmak istediler. Fakat o devlet bir gecede yıkılamadı ve halkı tarafından yeniden kuruldu. Kapı komşumuz Suriye’de 5 yıldır yaşanan iç savaştan kaynaklanan sayısız terör saldırısına maruz kaldığı halde uluslararası kamuoyundan hiçbir çağrısına cevap alamayan ve hiçbir destek görmeyen Türkiye, 15 Temmuz direnişi ile ordusunu FETÖ’den temizledikten sonra artık sahaya indi. 1974 Kıbrıs çıkartmasından beri ilk defa sınırlarımızın dışında ve kendi irademizle bir operasyon yürütüyoruz.
Daha 40 gün önce kendisine darbe yapmaya kalkışanların yuvalandığı ordusunu arındıran Türkiye, tankıyla tüfeğiyle Cerablus’a girdi. Tam beş yıldır, sivillerin korunması ve terör belasına karşı kurulmasını istediğimiz güvenli bölgeyi artık kendimiz inşa ediyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın deyimi ile; artık kendi göbek bağımızı kendimiz kesiyoruz.
Yıllardır ‘Suriye bataklığı’nın Türkiye’nin sonu olacağını savunan ve tehditler savuranlar, askerimiz Cerablus’a girince kurdukları planların alt süt olmasının şokunu yaşayarak derin bir sessizliğe gömüldüler. Katil Esed hariç. Yıllardır DAEŞ’in ülkesindeki varlığına ses çıkartmayan ve yeri geldiğinde işbirliği bile yapan Esed, Türkiye Cerablus’a girince bir ülkesi ve sınırları olduğunu hatırladı. Ancak bu cılız tepki kendi yandaşlarını bile güldürdü.
Türkiye Cerablus’a girerken başka bir denklemi bitirdi ve yeni bir tiyatronun daha sahnelenmesine mani oldu. Biz darbe ile uğraşırken Membiç üzerinden yeni bir özgürleştirme PR’ı yapıldığını gördük. Tıpkı Kobani’de olduğu gibi yine sakallarını kesen adamların, çarşaflarını atan kadınların öykülerini okuduk. BBC, Membiç hakkında onlarca haber yaptı ve PYD’yi adeta onure etti.
Gaziantep’teki düğünü kana bulayarak olabilecek en alçak saldırıyı gerçekleştiren DAEŞ, Türkiye’nin kendi halkını koruma hakkını artık sınır ötesinde savunmasının baş nedeni oldu. Türkiye’nin bu haklı mücadelesinde kendisine seçtiği ortak ise dünyaya açık bir mesajdı.
Ülke bazında DAEŞ ile gerçek manada mücadele eden ve bunun bedelini de en ağır şekilde ödeyen tek ülke Türkiye’ydi. Silahlı mücadele açısından ise DAEŞ’e ilk günden beri karşı koyan ve bu duruşunu herhangi bir etnik gerekçeye dayandırmayan yapı ise Özgür Suriye Ordusu’ydu. Burada bir parantez açıp, özellikle FETÖ’nün ve etkilediği çevrelerin Özgür Suriye Ordusu aleyhinde yaptıkları kampanyaları da hatırlamak gerekiyor. DAEŞ yaftası yapıştırılmak istenen ve Türkiye’nin desteğinden mahrum kalması hedeflenen Özgür Suriye Ordusu ve Türkmen birliklerinin varlığı ve güçleri Cerablus çıkarması ile tüm dünyanın gündemine sokuldu. ABD, PYD’yi koruyup kollarken, askerlerine armalarını bile taktırırken Türkiye’nin Özgür Suriye Ordusu’nu Cerablus çıkartmasının öncü gücü kolu yapması bölgenin de kaderini değiştirecek artık.
Türkiye kendi koridorunu, DAEŞ’in saldırılarına her daim ilk hedef olan Özgür Suriye Ordusu ile açmış oldu.
Bundan sonra ne olacağı, sürecin ne şekilde gelişeceği şu aşamada çok önemli değil. Sadece Fırat’ın batısının değil doğusunun da gündemimizde olacağını ve DEAŞ’in PYD’nin şehirleri işgal hamlesinin “koridoru” olmayacağını göreceğiz. Çünkü bundan sonrası büyük ölçüde Türkiye’nin kontrolünde olacak. Bu hamle, zamanlaması, hedefi, etki alanı ve partneri ile başlı başına bir mesajdır. Ve mesaj artık alınmıştır.