“Bulgaristan’da evim de vardı arabam da. Ama bunlar haram. Bulgaristan’da şampiyon olmaktansa Türkiye’de çöpçü olmak iyi…”
1986 yılının Aralık ayıydı ve ‘Neum Şalamanov’ bu sözleri söylediğinde 19 yaşındaydı. Müthiş bir özgüveni ve cesareti vardı. İlk dünya rekorunu kırdığında henüz 15 yaşındaydı ve 1984, 1985 ve 1986 yıllarında dünyada ‘yılın haltercisi’ seçilmişti. Bulgaristan’da el üstünde tutuluyordu. Bulgar mayosu ile Dünya ve Avrupa Şampiyonluklarını kazanmıştı ve dönemin Bulgaristan lideri Todor Jivkov’un gözbebeğiydi. Ona ev ve araba vermişti. Üstüne bir de ancak traktörle gidilebilen Yunanistan sınırındaki Rodop Dağları’nın zirvesine bakan dağ köyüne yol sözü bile almıştı. Neum’un köyüne yol yapma sözü aynı zamanda Jivkov’un kendisine verdiği özel ödüldü. Bulgar devleti dağ köyüne yol açmak için çalışmalara başlamıştı. Fakat ‘Neum’ çok zaman önce bir karar vermişti. Türkiye’ye iltica edecekti. Bunu başardığında ise kaderinin değişeceğini düşünüyordu. Bir kere ‘Naim Şalamanov’ olarak zorla değiştirilip kütüğe işlenen adını Naim Süleymanoğlu yapacaktı. Üç dünya rekoru kırmıştı, üst üste yılın sporcusu seçilmişti fakat buruktu. Özgürlüğü adında ve sanında hissetmek istiyordu. Türk’tü. Baskıya, yasaklara, işkenceye boyun eğmek istemiyordu.
Türkiye hakkındaki ilk bilgileri de 1985 yılında Polonya’nın Katoviçe kentinde yapılan Avrupa Şampiyonası’na katılan Milli Takımımızdaki sporculardan elde etmişti. Haltercilerimizden Mehmet Altın ile antrenman sahasında gizli gizli bir araya gelip sorular soruyordu. “Mehmet kardeş anlat bana Türkiye’yi” demiş ve ağzından ilk baklayı da orada çıkarıvermişti: “Ben Türkiye’ye kaçmak istiyorum. Bu iş nasıl olacak?” Mehmet de, “Bu işi Stockholm’de gerçekleştirelim” demişti. Bir yıl vardı daha. Naim’in Mehmet’ten bir isteği vardı. Kendisi için çok önemliydi. Türkçe konuşmanın yasaklandığı, camilerin kapatıldığı ve Kur’an-ı Kerim’in basılıp satılmasının kesinlikle engellendiği Bulgaristan’daki Türklerin en büyük yoksunluğunu dile getirmişti. “Stockholm’e gelirken bana Kur’an-ı Kerim getirmeyi unutma” diye tembihlemişti Mehmet Altın’a.
O bir yıl doldu ve Naim Süleymanoğlu, 1986 yılında Avustralya’nın Melbourne kentinde düzenlenen dünya kupasında şampiyon olduktan sonra, tarihe geçen ilticası gerçekleşti. Yabancı ajanslar “Bulgar Halter Takımı’ndan bir sporcu Avustralya’da kaybolmuş” şeklinde duyurmuştu kaçışını. Türk gazeteleri ise ertesi gün Naim’in ilticasının tüm detaylarını yazmaya başlamıştı. Naim Süleymanoğlu, Avustralya’nın başkenti Kanberra’daki büyükelçiliğimize sığınmıştı ve başkonsolosumuz Sahir Armaoğlu’nun evinde misafir ediliyordu. Artık devrede resmi olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve dönemin Başbakanı Turgut Özal vardı. Dünya basını adeta çalkalanıyordu. Los Angeles Times, Naim Süleymanoğlu’nun, Çek tenisçi Martina Navratilova’dan sonra Batı’ya sığınan en ünlü Demirperde sporcusu olduğunu dünyaya duyurmuştu. Bulgar BTA ajansı, Naim’in iltica olayının perde arkasında Türk Mili İstihbaratı’nın olduğunu duyurmuştu ve dünya şampiyonu bir sporcuyu ellerinden kaçırmanın gerekçesi şuydu: “Neum Şalamanov kaçırıldı, psikolojik telkinle ve baskıyla yönlendiriliyor.”
Bulgar zulmünden kaçmak için tam 23 bin kilometre yol yapmıştı Naim Süleymanoğlu. Özgürlük rotası şöyleydi; şampiyona için Bulgaristan’dan Melbourne gitmişti önce. Ardından da sırasıyla Bombay, Londra ve nihayet İstanbul’a ayak basmıştı ve Turgut Özal’ın himayesindeydi ve artık Neum Şalamanov değildi. Giydiği mayo ve göndere çektirdiği bayrağın rengi değişecekti. Naim Süleymanoğlu sadece kendi kaderini değil Bulgar zulmü altındaki soydaşlarımızın geleceğini ve hatta ülkesini demir yumrukla yöneten Todor Jivkov’un da siyasi kariyerini değiştirmişti. Yıllar sonra şöyle demişti Naim: “Türkiye’ye ilticam sayesinde dünya Bulgaristan’da neler olup bittiğini öğrendi, demokrasinin gelişini hızlandırdı. Kapılar açıldı, büyük göç oldu.”
Naim’in Türkiye’ye ilticası kadar formamızı giyip şampiyonaya katılması da zor oldu. Bulgarlar 7 milyon dolar yetiştirme parası istiyordu ve dönemin Başbakanı Turgut Özal rakama razıydı. Bu parayı ödemeye itiraz eden
Hazine’den Sorumlu Başbakan Yardımcısı Ekrem Pakdemirli, Özal ile aralarında geçen diyalogu şöyle aktarmıştı: Merhum Özal ‘Bak, bu arkadaş Türk formasıyla olimpiyatlara katılacak ve çok büyük ihtimalle birinci olacak. O takdirde bayrağımız göndere çekilirken İstiklâl Marşımız çalınacak. Bu anı, dünyada milyonlarca kişi seyredecek. Bu bize bir fırsattır. Bu kadar küçük bir paraya, böyle büyük ve etkili reklam yapma imkânı her zaman karşımıza çıkmaz. Sen bir düşün, ondan sonra kararını ver.’ dedi. Rahmetli, bu argümanıyla beni hemen ikna etti. Dediği oldu, halterde dünya şampiyonluğu kazandık.”
Türkiye, Naim Süleymanoğlu için Bulgaristan’a 7 milyon dolar ödedi mi, net değil. Çünkü Bulgarlar bu rakamı yıllar sonra 1 milyon 70 bin dolar olarak açıkladı. Gayri resmi ödemenin “elden” yapıldığını Eski Komünist Partisinin spordan sorumlu Merkez Komite üyesi Hristo Meranzov anlatarak şu detayları vermişti: “Bavullar dolusu parayı Kapıkule’nin karşısındaki Kaptan Andreevo Gümrük kapısında teslim aldık. Polis koruması eşliğinde Sofya’ya getirdik.”
Bundan sonrasını detaylıca yazmaya gerek yok. Çünkü Naim Süleymanoğlu, bir sporcu olarak kırılması gereken tüm rekorları Türkiye adına kırıp, her seferinde bayrağımızı göndere çekerek kendisi için yapılanların karşılığını fazlası ile ödedi. Turgut Özal’ın büyük vizyonu ve emanetiydi aynı zamanda. Ne kadar önemli bir isim olduğunu her şampiyonada ortaya koydu. Türkiye’nin diplomasi başarısının sportif alanda rekorlara dönüşmesinin yanı sıra Bulgar zulmüne maruz kalan soydaşlarımızın da yol haritasıydı Naim.
Naim Süleymanoğlu halteri bıraktıktan sonra zor günler geçirdi. Belki de doğru yönlendirilmedi. Spordan koptu ve şimdi ağır bir hastalığın pençesinde yaşam mücadelesi veriyor. Devlet her türlü imkanı seferber ederek Naim’e vefasını gösteriyor. Kilosunun üç katını kaldırarak tarihe geçen Naim Süleymanoğlu ile yakından ilgilenen ve ziyaretine giden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şu sözü de kayıtlara geçmeli: “Naim Süleymanoğlu Türkiye’ye sınıf atlattı.” Bu taltif de büyük bir vefadır.
Not: Naim Süleymanoğlu’nun kaçış öyküsünü ve kamuoyundaki yankılarını yazarken Milliyet’in 13 Aralık 1986 ve Hürriyet’in 19 Aralık 1986 tarihli sayılarından faydalandım. Meslek hayatımda sık sık başvurduğum ve daha yolun başındaki arkadaşlara da tavsiye ettiğim gazete arşivlerini karıştırmanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha teyit etmiş oldum.