Medya ‘bitti’ demeden terör bitmez

Türkiye, 22 Temmuz 2015 tarihinden bu yana sistematik ve yoğun terör saldırıları ile karşı karşıya. PKK, DEAŞ ve FETÖ’nün nöbetleşerek hedef aldığı ülkemizde, terörle mücadelenin artık emniyet dışında önemli bir ayağı daha var. İki haftadır, terör örgütlerinin ‘psikolojik savaş’ operasyonlarını özellikle sosyal medya üzerinden yaptıklarını ele almaya çalışıyorum. Bahsi geçen terör örgütleri sosyal medyada çok etkililer ve devlet de bu gücün farkına varmış durumda.

İçişleri Bakanlığı’na bağlı siber suçlarla mücadele birimleri, son 6 aydır yoğun bir çalışma yürüterek PKK, DHKP-C ve DEAŞ’ın sosyal medyadaki oluşumlarını büyük oranda çökertti. Özellikle de PKK’nın sosyal medyasını yöneten ve çoğu öğretmenlerden oluşan beyin takımı, eş zamanlı operasyonlarla gözaltına alındı. Bakın bu bilgi çok net; sosyal medyada halkı, kin, nefret ve galeyana sevk eden, terör örgütünü övüp propagandasını yapan kullanıcıların gerçek kimlikleri ve ikametgâh adresleri yarım saat içerisinde tespit edilebiliyor.

Kaynaklarımdan aldığım verilere göre; son 6 ayda; sosyal medyada terör örgütü propagandası yapan 4 binden fazla kişi hakkında adli işlem yapıldı. Bu şahıslardan bin 700’e yakını da tutuklandı. Açık kimlikleri tespit edilerek savcılıklara bilgisi verilen 10 binden fazla kişi hakkında da inceleme yapıldığı bilgisini de paylaşmış olayım. Veriler, canlı bomba yakalamak kadar önemli.

Ülke psikolojisinin üstüne karabasan gibi çöken ve özellikle 15-30 yaş arası kitleyi direkt etkileyen sosyal medya terörü, darbe üstüne darbe alıyor. Ve bu durum, devlet aklının siber terörle mücadeleyi ne kadar ciddiye aldığını gösteriyor. Sadece bu bile ülkemiz için büyük bir kazanım. Fakat toplumun hemen hemen tüm kesiminin temel haber kaynağı olma gücünü koruyan televizyon ve gazeteler gibi diğer medya aktörlerinin terörle mücadele refleksleri bir türlü ortak bir dile oturtulmuş değil.

Terörle mücadele konusunda evrensel tespit şudur; bütün terör örgütleri; toplum içerisinde korku, ümitsizlik ve paniğe neden olup, devleti yönetenlere karşı kendi ideolojisini kabul ettirmeye çalışırlar. Medyanın, dolayısıyla da kamuoyunun dikkatini çekemeyen, gündeme gelemeyen terör eylemleri de amacına ulaşamamış sayılır.

Bu durumda, terör eylemlerinin amacına ulaşamaması için medyanın, terör örgütleri ve saldırıları gibi konularda bilgi aktarırken dikkat kesilmesi, bir ölçü koyması ve ‘oto sansür’ uygulaması gerekiyor. Mağdurların mahremiyetini, hayatların güvenliğini ve yürütülen operasyonları direkt etkileyen bu önlemleri ‘sansür’ ve fikir özgürlüğüne kısıtlama olarak değerlendirmek bile terör diline hizmet ediyor. “Haber verme” ve “haber alma” özgürlüğü kavramları etrafında dönen medya organları, yeterli özeni göstermedikleri için terör örgütlerinin dolaylı destekçileri oldukları gerçeğini de bir türlü görmek istemiyorlar…

Bu düşünceden yola çıkanlar da gazeteciliği ‘sınırsız özgürlük’ olarak tanımlayıp, terör eylemlerini ve de özellikle asker ile polisi hedef alan saldırıları; hak arama, ayrılıkçı grup eylemi gibi kılıflarla meşrulaştırmaya çalışıyor. PKK’nın katliamlarına “terör eylemi” diyemeyen tescilli bir medyamız var maalesef! Savcı Mehmet Selim Kiraz’ı şehit eden teröristlerle yapılan röportaj, “masum bir eylem diliyle” tam sayfa yayınlandı bu ülkede.

Oysa sürekli ‘gözümüze sokulan’ Batı’da işler böyle yürümüyor. İngiliz medyası Sinn Fein ve IRA’nın, sorunun çözümüne yönelik olmayan mesajlarına yer vermeyerek, terör örgütlerinin eylem yaparak kamuoyu oluşturma silahını elinden almayı başarmıştı. İspanyol basını da ETA konusunda özgün yöntemler geliştirmeye çalıştı. 11 Eylül saldırısından sonra ABD medyasının terörle ilgili dili ve söylemi için bilimsel çalışmalar bile yapıldı.

Batı medyası şunu çok iyi biliyordu; Bir ülkede toplumsal güvenlik sağlanamıyorsa, insanlar gündelik hayatlarında rahat değilse, terör örgütleri artık bir taraftır ve ‘devletin uzlaşması elzem olmuştur’ düşüncesi ciddi bir taban kazanmıştır. Bu da terörün zaferidir. Toplum, medya ve devlet teröre artık boyun eğmiştir.

Türkiye’de de son zamanlarda medya ve terör konusu sıkça gündeme geliyor. RTÜK başta olmak üzere devlet kurumları, medya mensupları ile çok sayıda toplantı gerçekleştirdi ve önemli kararlar alındı. Fakat ne yazık ki konuşulanlar, alınan kararlar, bir gün sonra reyting uğruna çiğnendi. Sergilenen bu ilkesizlik, Batı medyasının da kozu oldu haliyle.

Ülkelerindeki kanlı terör eylemleri sonrasında rahatsız edici hiçbir görüntüyü ekranlarına taşımayan Batı medyasının aynı hassasiyeti Türkiye için göstermemesini son günlerde çokça tartışmaya başladık. Oysa onlara bu ilkesizliği yapma hakkını kendi ilkelerimizi kendimiz çiğneyerek verdiğimizi hiç düşünmüyoruz. Hatta bu ilkesizlik öyle bir noktaya erişti ki; Batı’daki terör saldırılarına Batı medyasının gözüyle bakan, Paris’te, Brüksel’de, Berlin’de yapılan terör saldırılarında hassas davranıp, fotoğraf ve görüntü yayınlamayan bazı medya organlarımız, hedef Türkiye’nin bir noktası olunca adeta canavarlaşıyor. ‘İlk görüntü’yü, ‘patlama anı’nı, ‘parçalanmış cesetler’i, ‘savaş alanına dönen meydanlar’ı sansürsüz yayınlamaktan geri durmuyorlar.

Sonuç olarak, Türk medyası acilen ülke menfaatleri, insani değerler ve terör propagandasına alet olmamak için kendi koyduğu ve uymayı taahhüt ettiği kurallar belirlemeli. Bunun için Türkiye’nin resmi haber ajansı AA’nın koordinatörlüğünde bir süreç başlatılabilir. Medya yöneticileri, gazeteciler, STK’lar, akademisyenler, terör uzmanları ve ilgili devlet kurumlarının temsilcilerinin de yer aldığı bir çalıştay yapılabilir. Bu çalıştay ile Türk medyasının terörle mücadele ilkelerinin belirlenmesi hedeflenebilir. Haberlerde hangi ifadelerin kullanılmayacağı, hangilerinin ortak dil olması gerektiği de bu sayede masaya yatırabilir. Belki böylece medyanın terörle mücadele manifestosu da ortaya çıkmış olur. Böyle bir çalıştay ile inisiyatif alan gazetecilerin kendi koydukları kurallara azami olarak uyacağını düşünüyor/umuyorum.