Medeniyetler savaşında değiliz, bu yeni sömürgeciliktir!

laude Cahen, Haçlı Seferleri Zamanında Doğu ve Batı adlı önemli eserinde Haçlı Seferlerine, Avrupa’nın daha çok hangi bölgelerinden katılım olduğu ya da hangi bölgelerin sürükleyici olduğu konusuna açıklık getirmiştir. Cahen, Haçlı Seferleri başlamadan önce Doğu ve Batı’nın İspanya ve Sicilya’da birbiriyle temas hâlinde olduğunu söyler. Bu iki bölgede Müslümanların ve Hristiyanların bir diğerinin yönetiminde yaşama tecrübesine sahip olduğundan bahseder. Buna rağmen Batı’nın Doğu, Doğu’nun da Batı hakkında kapsamlı bir bilgiye sahip olmadığını da belirtir.

Cahen, Haçlı Seferleri’ne katılan orduların hep Pireneler ve Alplerin ötesinde teşkil edildiğini söyler. Bu önemli bir tespittir. Fransa, Avusturya, Almanya ve İngiltere gibi ülkelerin bulunduğu bölgelerden yoğun bir katılım olmasının bugün için bir anlamı var mıdır? Haçlı seferleri Doğu ve Batı ilişkilerini derinden etkilediği için bunun gibi sorulara cevap verilmesi gerekir. Irak’ın ikinci defa işgali sırasında Amerika başkanı Haçlı Seferleri’nden bahsetmişti. Irak’ı işgal etmekle kalmadılar, İslam coğrafyasının tamamını bir daha yıkıma uğrattılar. Gezi Parkı ve 15 Temmuz olaylarında bu yıkımın Türkiye için de tasarlandığını gördük. Pireneler ve Alplerin ötesinde yaşayan kavimlerin medeniyetler zıtlığı ile ilgilendiklerini gösteren ve dolayısıyla Batı medeniyeti savunusu için yollara döküldüklerini işaret eden herhangi bir izden bahsedilmiyor.

Cahen’in tespitleri medeniyetler savaşı tezini geçersiz kılıyor. 1990’larda Samuel Huntington medeniyetlerin buluşma hatlarını gerilim kaynağı olarak göstermişti. Huntington, medeniyetler savaşından bahsediyor ve gerilim hatlarında başlayan savaşın derinleşeceğini iddia ediyordu. Doğal olarak aynı dönemde yayımlanan diğer bir kitabı ve liberal demokrasinin egemenliği gibi iddiaları da hatırlamak yerinde olur. Francis Fukuyama’nın Tarihin Sonu ve Son İnsan adlı kitabında Batı’nın zaferi mutlaklaştırılıyor, ideolojik üstünlükten dem vuruluyordu. Amerika’nın Irak’a ve Fransa’nın Kuzey Afrika ülkelerine demokrasi götüreceği gibi tezleri savunan insanlar vardı. Bunlar da yerli oryantalist sınıfının seçkin entelektüelleri idi. Nitekim medeniyetler savaşı, demokrasi ihracı vs gibi propaganda ortamında oğul Bush, Haçlı Seferleri’ni ağzından kaçırıverdi. Bu olaydan bir zaman sonra FETÖ elebaşının Haçlılara övgü düzmesi de tesadüfî değildi.

Samuel Huntington’un medeniyetler savaşı tezi inandırıcı değildi. Bin yıl önce Claude Cahen’in belirttiği gibi medeniyetlerin buluştuğu yerlerde kin ve intikam duygularından bahsedilmiyor. Hatta Doğulu Hristiyanların din adına Batı’dan yardım istediğine dair herhangi bir işaretten bahsedilmemesi de oldukça önemlidir. Doğu’nun zenginlikleri vardı ve bunu ele geçirmek istediler. İstila hareketinin temel motivasyonu din değildi. Bugün olduğu gibi o gün de din, araç niteliğindeydi. Batı, Doğu’nun zenginliklerini ele geçirmek için yola çıkmış ve aynı zamanda kendi iç gerilim ve çatışmalarını da istila ettiği yerlere ihraç etmişti. Haçlı Seferleri’nde kilisenin ve Hıristiyan din adamlarının rolü büyüktür fakat bu istila yoluyla talan boyutunu görmemizi engellemez. Keşiş Piyer Lermit’in meczup rolüne vurgu yapılması da önemli bir ayrıntıdır.

90’larda başlayan yeni işgalleri, savaşları ve müdahaleleri doğru tanımlamak gerekir. İstila ve talan sürecinin devam edeceği anlaşılıyor. Suudî Arabistan, BAE, Mısır gibi Arap devletleriyle FETÖ ve PKK gibi örgütlerin aynı anda Batı ile birlikte hareket etmesi, doğru tanımlama mecburiyetinin önemine işaret eder. Batı’nın Doğu’ya demokrasi götürme tezi inandırıcılığını kaybetmiş olsa da Türkiye’de yaşanan birçok Batılı müdahalenin hâlâ demokrasi bağlamından hareketle tanımlanması geç kalmış bir oryantalist tepki değildir.

Özellikle Erdoğan’a yönelik bütün suçlamalar, demokrasi bağlamından çıkıyor. Bunun çok anlamlı olduğunu söylemeliyiz. Suudî Arabistan, BAE, Mısır gibi Arap devletleriyle FETÖ ve PKK gibi örgütlerin demokrasi havarisi olduğu bir siyaset ortamı gülünç bulunmamalıdır. Bu devlet ve örgütlerin arkasındaki güçler Doğu’ya demokrasi götürme tezini terk etmedi. İstila ve talanın 19. yüzyılda medeniyet götürme tezinden beslendiğini biliyoruz. Bunun bir motivasyon meselesi olduğu açıktır. Yeni bir kavram bulununcaya kadar demokrasi bağlamının önemini koruyacağı açıktır. Eski başbakanların ve cumhurbaşkanlarının da aynı bağlamdan hareket etmeleri doksanların liberal demokrasi rüzgarına nostaljik bir hatırlatma değildir.

Dünya değişiyor. Kara ticareti denizlere taşındıktan sonra Türk ve İslam dünyası büyük güç kaybına uğramıştı. Bu elbette yüzyıllar içinde yaşandı. II. Abdülhamit döneminde deniz ticaretine karşı alternatif kara ticaret yollarını hayata geçirmek istedik. Bunu büyük ölçüde başarmış olsak da sürdüremedik. Hatta İngilizler, Basra Körfezi’ne ulaşmamızı engelleyerek demir ipek yolunun yarım kalmasına neden oldular. Basra Körfezi’nden Berlin’e kesintisiz bir hat bizim için de çok önemliydi. Yirminci yüzyılda bu hatların işletilmediğini biliyoruz. Kendi coğrafyamız ile alakamız koptu ve çok zayıfladı.

Bugün Türkiye, bütün yönlerde kendine yeni yollar çizmeye çalışıyor. 2012’den bu tarafa yaşadığımız büyük saldırıların hedefinde bu iradenin olması önemlidir. Türkiye’de de tarafların birbirinin içine girmesi, klasik siyasî tarafların geçerliliğini yitirmesi sürecin ne kadar yeni ve farklı olduğunu gösterir.