Felatun ve Rakım, Tanzimat sonrası değişimleri farklı tipler üzerinden gösterme arayışının ürettiği iki roman kahramanı. Aynı dönemde yazılan diğer eserlerde de alafranga tip üzerinde durulmuş, züppe kavramı yeni anlamlar kazanarak sosyal değişimin sarsıntılarını tanımlamada kullanılmaya başlanmıştır. Dikkat edilirse Felatun ve Rakım’ın iyi ile kötüyü temsil ettiği görülür. Bu temsil, medeniyet krizine işaret etse de kahramanların iç dünyasında yaşanan çatışmalar hakkında bir şey söylemez. Her iki tip de kararlarını vermiş ve seçimleri konusunda şüphe yaşamamışlardır. Bu iki tip on dokuzuncu yüzyıl edebiyatımızın kahramanlarıdır.
21. yüzyılda Batı edebiyatında olduğu gibi Türk edebiyatında da kahramanların iç dünyasındaki çatışmalar ortaya çıkmaya başlar. Çünkü artık Batı medeniyeti kendi içinde büyük bir güven krizi yaşamakta. Aydınlar güven krizi yaşamakta. Yaban, Fatih Harbiye, Mahşer gibi romanlarda kahramanların iç dünyasındaki çatışmaları Huzur’un Mümtaz’ını eksen alarak da değerlendirebiliriz. Felatun ve Rakım seçimleri bakımından şüphe yaşamadı fakat Tanpınar ârafta kalmıştı. Kırılganlıkları, iç çatışmaları ve güvensizlikleri göstermesi bakımından Yağmuru Beklerken adlı romanı da buraya kaydetmek gerekir. Bu açıdan Haluk ile Asım 19. yüzyıla aittir. 19. ve 20. yüzyıl edebiyatımızın ele aldığı bu tip ve karakterler bugün tekrar yazılsaydı ortaya nasıl bir resim çıkardı?
1950’lerden sonra ortalama inançlı genç tipine dair bir anket çalışması yapılsaydı muhakkak mahallenin, kasaba ve köyün okumuş çocuğuna ulaşır, mazbut ve mühendislik adayı genciyle karşılaşırdık. 1980’lerde bu tipin hâlâ rağbet gördüğünü biliyoruz. Ne yazık ki, 1990’ların ortasında “inançlı bir öğretmenin” ideal tipi, öğrencilerde görmek istediği de bundan ibaretti. Paragrafın başında okuyan sıfatıyla ödüllendirdiğimiz bu gencin gerçek manada okuma kaygısı içinde olduğunu söyleyemeyiz. İktisadî kategorinin alt sınıflarına mensup olan bu gencin temel ideolojisini elbette bir üst sınıfa çıkma düşüncesi belirliyordu.
Bu gencin FETÖ ile buluşması bir kader değildi, ama buluştu. Bu buluşmayı laik cumhuriyetin baskıcı rejimlerinin dini yok sayan uygulamaları ile izah etmek doğru değil. Acı sonucu görmek zorundayız, mazbut delikanlı ve genç kız Amerikan ajanı oldu. Bu süreç bizim gözlerimizin önünde yaşandı ve hiç kimse müdahale etmedi. Bu, bir tipin iflasıdır!
Bu mazbut delikanlı ve genç kız iki kutuplu dünyanın ürettiği tipti. Birçoğumuzun bildiği birtakım romanların dünyasından çıkıp gelen bu tip, gerçekten de yapaydı. Türkiye gerçekliği ile alakası olmayan, yapay dünyaların yapay genç kız ve delikanlısı gerçek hayatta da yalıtılmış örgüt evlerinde yaşadı. Kendi kimlik ve kişiliklerinin oluşması için krizlerle boğuşmaları gereken en önemli gençlik yıllarını, sınırları başkaları tarafından çizilmiş korunaklı ortamlarda geçirdiler. Sınırların sahipleri de onların gençlik yıllarını hoyrat bir şekilde harcadı.
Yalıtılmışlık, yapay kimliklerin içselleştirilme sürecinin fark edilmeden yaşanması için zorunluydu. İki kutuplu dünyanın insanıydılar, mutlak iyi ve mutlak kötünün kötü bir sonucu oldular. Tanımlanması daha kolay bir süreçte rol aldılar ve hayalî düşmanlara karşı kin ve nefretle büyüdüler. Yapaydılar, asla gerçeklikten beslenmediler. Gerçeklik acılarla ve seçimlerle doludur, kayıplar ve kazançlar vardır. Onlar bunu yaşamadı.
FETÖ meselesini inceleyemedik
FETÖ’nün ihaneti aynı zamanda bir döneme damgasını vuran edebiyatın çöküşüdür. O delikanlı ve genç kızlar bir zaman geldi kişisel gelişim kitaplarının büyülü dünyasında arınma süreci yaşadılar, sınıfsal geçmişlerinin ezici izlerini silmeye çalıştılar. Gerçeklikten kopuk, yalıtılmış bir dünyada büyüdüler ama gerçekliğin izlerini de tamamen ortadan kaldıramazlardı. “Kendin gibi ol” düsturu ahlakî sorumluluk ve şahsî bağlardan mutlak kopuşa yol açmalıydı. Bu da tasarlanmış bir şeydi.
Yalıtılmış bir hayatın içinde şekillenen yapay kimlik, gerçekliğin granit sertliğine dokunamadığı için herhangi bir şekilde temas etmediği sosyal alana karşı sorumluluklardan da uzak kalır. Hâkim, savcı, polis veya asker olarak mesleğinin gereklerine bağlılık hissetmemeleri gayet doğal bir sonuçtu. Bu durum öğretmen, akademisyen veya diğer alanlardaki bir memur için de geçerlidir. Mazbut delikanlı ve genç kızın katil olması zor olmayan bir geçişe işaret ediyor.
17-25 Aralık ve 15 Temmuz’dan sonra yaşadığımız temel çelişki de yukarıda izah etmeye çalıştığım sürecin bir yansımasıdır. Daha da ileri gidelim, bazıları için yeni bir umut olarak pazarlanan kişilerin etrafında şekillenmiş kimlikleri öncekilerden ayırt etmek çok da kolay olmasa gerek. Aynı yalıtılmışlık hâlinin burada da yadırganmadığı açıktır. Koşullar farklı olmadığı için sonuçlar da farklı olmayacaktır.
FETÖ meselesini enine boyuna incelemediğimizi düşünüyorum. Bu düşünce bende sabit bir fikir hâline geldi. Konunun hakaret içeren birkaç sözle geçiştirildiği açıktır. Yaşadığımız günler gelip geçici. Hepimiz geleceğe bir miras bırakıyoruz. Kişisel mirasımız çocuklarımızı ilgilendirir. Fakat sorumlulukları olan kimselerin mirası, milleti ve ümmeti ilgilendirir. FETÖ, tarihte eşine az rastlanır bir meseledir. Tasarlanmış örgütlü ihanetin sorumluğunu gelecek nesillere bırakmamak lazım. Amerika, İngiltere, Fransa ve İsrail adına kendi ülkesine savaş açanları hiç kimse unutmaz. Eğer enine boyuna ele almazsak bu mesele kendi içindeki bataklığa bizi de çekecektir.