Maneviyatçı yeni dinî hareketleri besleyen yapay gerilimler

Öğrencilik yıllarımızda İslam ve Türk tarihi kitaplarında geçen bazı iddiaları yanlış bulur, kendimizce bir tarih savunusu yapardık. Haklı olduğumuz birçok yön vardı. Fakat İslam dünyasının gerileme sebepleri arasında bazı yanlışları görmezden geldiğimiz açıktı. Bugün hâlâ İslam dünyasının gerileme sebepleri sıralanırken üzerinde düşünülmemiş yargıların sıralandığını görebiliyoruz. Bunlardan biri de İslam’ı yeterince bilmiyor olduğumuz yönündeki yargıdır. Tanzimat Fermanı’nın girişinde karşılaştığımız bu yargı bir bakıma dönemine göre ileri düzeyde bir “nefs müdafaası”ydı. Dinin gerilediği bir çağda dinimizden şüpheye düşmeyi engelleme yönünde kararlı bir duruş sergilenmek istenmişti. Faydalı olduğunu, bu yargının hâlâ tekrar edilmesinden anlayabiliriz. Ne yazık ki üzerinden iki yüz yıla yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen bu yargı sadece bir cümle olarak varlığını sürdürmektedir. Konu hâlâ farklı bağlamlarda ele alınmamaktadır.
Aklî gelişim ve manevî olgunlaşma karşıtlık içeren süreçler şeklinde sunulabilir, nitekim bu doğrultuda önemli bir külliyattan bahsedebiliriz. Fakat bizim için madde ve mana, akıl ve din şeklinde sıralayabileceğimiz zıtlıkların sahici bir temeli yoktu. Bu yönde güçlü bir eğilim söz konusuydu. Doksanların ikinci yarısından itibaren “manevî olgunlaşma” hareketleri yaygınlık kazandı. Bunun dönüştürücü bir etkiye sahip olduğu görülüyordu fakat önüne geçmek mümkün değildi. “Weekend hippie-haftasonu hippiliği” modelinin her bir alana tatbik edildiği bir ortam oluştu. Bugün bizi şaşırtan tuhaflıkların oluşum zamanı doksanlardır. Batı’nın hastalıkları bize de sirayet etti. Kişisel gelişim ve manevî olgunlaşma külliyatının aynı dönemde zenginleşmesi tesadüfî değildi ve her iki alan birbirini besledi.
Post-kolonyal söylem analizleri çerçevesinde yeni dinî hareketlerce oluşturulan metinlerin de ciddî bir şekilde tahlili gerekmektedir. Salt edebî ürünlerin tahlili, zihniyet dönüşümlerinin kapsamı hakkında yeterli fikir veremez. Hâlbuki yeni dinî hareketlerce oluşturulan metinlerle aynı dönemde ortaya çıkan edebî ürünler arasında çok yönlü bir etkileşim söz konusudur. Bilim alanında üretilen fikirler de bu sürece dâhildir. Mağlubiyetin yaygınlaştırılması çerçevesinde ele alabileceğimiz bu çok yönlü etkileşim, yönetilebilir çaresizliklerin egemen olduğu bir dönemde yaşandığı için doğallıktan bahsedemeyiz.
Evrim ve yaratılış karşıtlığının da yukarıda andığımız zıtlıklar çerçevesinde işlevsel bir örnek olduğunu söyleyebiliriz. Seksenlerde oldukça etkili olan bu tartışma, bize ait bir dünyanın sorunu değildi ve kuşatıcı yeni bir alan açtı. Konu bazı çevreler tarafından ısrarla tekrarlanarak yapay gündemler oluşturuldu. Yeni kuşaklar bu yapay gündeme hapsedildiği gibi Batı kaynaklı bir din algısı da içselleştirildi. Çok yönlü bir dönüşüm yaşandı. Arı, kelebek, elma ve sair üzerinden yeni bir din algısı inşa edildi. Yeni dinî hareketler; tarihî Doğu-Batı karşıtlığını din, bilim, edebiyat ve sanat üzerinden etkisizleştirmeye çalıştı ve bunda da büyük oranda başarılı oldu. Sadece Doğu-Batı karşıtlığı yok edilmedi, aynı zamanda Doğu da kendi içinde keskin hatlarla parçalandı ve birbirine düşman kılındı. Türkiye dil üzerinden büyük bir darbe yediği gibi seksenlerden itibaren din üzerinden de darbe yiyordu.
17-25 Aralık 2013 ve 15 Temmuz 2016 en az elli yıllık bir sürecin sonunda yaşandı. Bu tarihlerden önce en az elli yıllık bir dönüşüm ve değişim süreci vardır. Açıkça ifade etmekte fayda var: Basra harap olduktan sonra yapılan işlerin ve söylenilen sözlerin anlamı yoktur. Çünkü olan olmuştur. Seksen öncesinde yaşanan ideolojik çatışmalar, yeni dönemlerde din üzerinden yaşanıyor ve galiba bundan sonra da bu çatışma devam edecek. Çünkü kurulan zıtlıklar, bize ait bir dünyanın temel meseleleri üzerinden inşa edilmiyor, başarısı da buradan kaynaklanıyor.
Arı, kelebek, elma; bilim ve din savaşında mağlup olmuş dinin evrim ve yaratılış tartışması üzerinden kendini yeniden inşa etme araçlarıydı. Böylelikle kilise, bireysel ve sosyal hayatından dini uzaklaştırmış Batılı insana “tanrı”nın mucizelerini hatırlatmaya çalışıyordu. Türkiye’de inşa edilen yeni dinî hareketler için ise arı, kelebek, elma bilimciliğin ulaştığı yüksek konumun avantajlarından faydalanma araçlarıydı. İslam dininin sosyal boyutu tamamen gündemden çıkıyordu. Bir yönüyle maneviyatçı, manevî olgunlaşma süreçlerine aşırı derecede önem atfeden fakat diğer taraftan toplumsallıktan ve onun zorunlu bağlarından uzak kitlesel hareketler önüne ne geldiyse tahrif etti.
Ne yazık ki maneviyatçı, manevî olgunlaşma süreçlerine aşırı derecede önem atfeden hareketlerin süreklilik arz ettiği bir dönemden geçiyoruz. Seksenlerin ve doksanların yapay çelişki ve zıtlıkları üzerinden kendilerini yeniden inşa ettiklerini ve daha da güçlendiklerini söyleyebiliriz. Çünkü yapay, steril ve temassız hayatlar nimet dağıtımında etkin konumlarını devam ettiriyor ve bu da onları bir cazibe merkezi yapıyor.
Haberlerden öğrendiğimize göre Basra yine karışık. Bu sefer şiî topluluklar kendi aralarında çatışmaya başlamış. Önceden çatışmanın sebebi güya mezhebî farklılıklardı. Bu defa Basra’da yaşanan çatışmaların temelinde etnik farklılıklar varmış. Üzüldüm.