Kurtlar, Reis’e pusu kurdu…

Köyün birinde fakir ama tevekkül ehli bir ihtiyar varmış. O ihtiyarın bir de dillere destan beyaz atı… Kral bu at için büyük miktarda altın teklif etmiş ama ihtiyar, “Bu at bir at değil benim için, bir dost! İnsan dostunu satar mı?” deyip satmaya yanaşmamış…

Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü, adamın başına toplanıp, “Yapmayacaktın ihtiyar, bu atı sana bırakmayacaklar belliydi. Keşke krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne altınların var, ne de atın” demişler…

İhtiyar: “Karar vermek için acele etmeyin. Sadece at kayıp. Çünkü gerçek bu! Ondan ötesi sizin zannınız ve acele verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir baht mı, bunu bilmiyoruz…”

Köylüler mütevekkil adama kahkahalarla gülmüşler.
Çok geçmeden at geri dönmüş…

Dönerken de, vadideki pek çok vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler. “Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil âdeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir sürün var…” demişler.

“Karar vermek için gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar. “Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu…”

Kısa bir süre sonra, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış.

Köylüler gene gelip, “Bir kez daha haklı çıktın. Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler.

Bilge ihtiyar, “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz. Acele karar vermeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu, ötesi sizin verdiğiniz peşin hüküm…”

Kısa bir süre sonra çıkan savaş nedeniyle ülkede seferberlik ilan edilmiş ve eli silah tutan bütün gençler askere çağrılmış. Herkesin oğlu askere alınırken, ihtiyarın ayağı kırık oğlu alınmamış.

Köylüler ihtiyara tekrar gelip, “Yine sen haklı çıktın. Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler…”

Adam “Siz erken karar verme hastalığına yakalanmışsınız. Hâlbuki ne olacağını kimseler bilemez. Şimdilik bilinen bir tek gerçek var. O da benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde… Hangisi baht, hangisi değil bunu sadece Allah bilir.”
Ancak bu ülkenin gerçek sahiplerinin tepesinde boza pişiren iyi saatte olsunlar yahut da dönme masonlar, Erdoğan’ın önünü kesmekte kararlıdır. Emri alan savcılar hızla harekete geçer. İlk olarak, İstanbul DGM Savcısı 8 Aralık 1997’de Erdoğan hakkında TCK 312/2 maddesi kapsamında inceleme başlatır. Ardından Aydın Doğan ve Dinç Bilgin’in gazeteleri başta olmak üzere sapkın medya devreye girerek bir şiir üzerinden geleceğin liderine saldırır.

Bir gün sonra ise Siirt Cumhuriyet Savcılığı harekete geçerek, 9 Aralık günü Diyarbakır DGM’ye konuşmanın bant çözümünü gönderir. Düzenlediği fezlekede özellikle Erdoğan’ın “Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler asker” diyerek söze başladığına özel vurgu yapılır.

O kaplumbağa yürüyüşünden daha ağır çalışan Türk yargısı, Siirt’ten yola çıkan ve derhal ulaşan fezleke üzerine aynı gün Diyarbakır DGM’ye ulaşır. DGM Savcısı Nihat Çakar, aynı gün soruşturma açıp, Adalet Bakanlığı’na da Tayyip Erdoğan hakkında soruşturma başlatıldığı yazısını yazar. Savcı “halkı, din ve ırk farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik” suçlamasıyla 17 Aralık 1997’de İstanbul DGM’ye talimat yazarak, Erdoğan’ın ifadesinin alınması ve delillerin toplanmasını ister.

Zamanın hantal ve tembel devletinin ilgili makamları işini gücünü bırakıp iki mısralık şiiri okuyan Erdoğan’a, daha doğrusu ümmetin lider namzetine ceza verip, siyaset meydanının dışına itebilmek için arı kovanındaki işçi arılar gibi vızır vızır işlemeye başlar. Adalet ve İçişleri Bakanlıkları, Emniyet ve Mahalli İdareler Genel Müdürlükleri, İstanbul Valiliği, Diyarbakır ve İstanbul DGM’leri arasındaki yazışmalar ışık hızıyla devam eder. O günün haberleşme aracı olan faksların biri gider, diğeri gelir.

12 Ocak 1998’de İstanbul DGM tarafından Erdoğan’ın yazılı savunması alınır. Savunmaya Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer, Prof. Dr. Çetin Özek, Prof Dr. Uğur Alacakaptan başta olmak üzere pek çok hukukçunun konuşmayla ilgili mütalaaları da eklenir.
Dönmezer: Kökten laikçilik
ikilemine düşmeyin!

Mütalaasında kökten laikçilik ikilemine düşülmemesi ikazında bulunan Prof. Dr. Sulhi Dönmezer sözlerini şu cümlelerle tamamlar: “Kökten dincilik karşıtlığı, kökten laikçilik ikilemine düşülmediği takdirde irticai faaliyet telakki edilemeyeceği açıklanmalıdır.”

Özek: Erdoğan eşit insanlardan oluşan Türkiye istiyor

“Recep Tayyip Erdoğan konuşmasının sonunda, hangi zihniyet ile hareket edilirse edilsin birlikte, dostlukla, bölünmeden, barış içinde, sevgiyle, ülkeye hizmet edilmesi zorunluluğunu dile getirerek kula kulluğun olmadığı, herkesin düşüncede özgür, eşit insanlardan oluşan Türkiye’nin kurulmasını temenni etmektedir” diyen Prof. Dr. Çetin Özek ise devamla şunları yazar: “Delil olarak da, ülkemizin manifestosu olarak nitelendirdiği İstiklal Marşı’nın bazı kıtalarını okuyarak, vatanın bütünlüğünün, istiklalinin inançla sağlanacağını, ezan sesinin engellenemeyeceğini belirtmektedir. Belirli zihniyet olmadan, sorunların çözümünde, bireyden çare ummanın, kişilerin peşinde boşuna koşulması anlamına geldiğini belirtmektedir.”

‘Suç unsuru yoktur’