Yaklaşık iki yüz yıldır Batı’nın Doğu politikalarının ahlakî temelden yoksun olduğunu dile getirir ve gerekli eleştirileri sıralarız. Bu, fikrî planda doğru bir davranış olmakla birlikte siyaset sahasında, etkili bir eylem geliştirecek güce ulaşamadığımız için coğrafyamıza yönelen saldırılar karşısında pasif bir tutum olmaktan ileri gidememiştir. Pasif tutumun kendi içinde etkili sonuçlar doğurabileceğini ve salt bu açıdan bu tutumun pasif nitelemesini hak etmediğini söyleyebiliriz ki bu, doğru bir değerlendirmedir. Fakat gerek fikrî ve gerek siyasî yaklaşımlar öz varlığını ayakta tutabilecek güçten yoksunsa, devamlılık arz edecek bir yapı oluşamaz. Bunun neticesi de yılgınlık ve umutsuzluktur. Kuşkusuz Türk ve İslam dünyasında bu duruma örnek gösterilecek birçok girişimden bahsetmek mümkündür. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın aynı zamanda yılgınlık ve umutsuzluk üreten bir mekanizma olmasının sebebi de budur. Mikro ölçekte mahallî düzeyde tecrübe ettiğimiz küçük örnekleri hatırladığımızda İİT’nin de bilinçli bir şekilde kısırlaştırıldığını söyleyebiliriz.
İslam İşbirliği Teşkilatı, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın daveti üzerine Filistin-Kudüs gündemli olağanüstü zirvesini gerçekleştirdi. İslam ülkelerinin kahir ekseriyeti toplantıya katıldı ve Doğu Kudüs Filistin’in başkentidir şeklindeki ortak karara imza attı. Bu bir başarıdır ve anlık tepkilerin sonucu değildir. Türkiye uzun bir zamandan beri Filistin meselesine yeni bir yaklaşım getirmekte, sahadaki varlığı ile yeni bir siyaset oluşturmaya çalışmaktadır. İİT’nin Kudüs kararını salt bugünün gelişmelerini esas alarak değerlendirirsek konuyu anlamamış oluruz.
“One minute”, Recep Tayyip Erdoğan’ın Filistin meselesinde yıllardır devam ede gelen bir haksızlık karşısında anlık öfkesinin dışa vurumu değildi. Filistin meselesi, İslam dünyası açısından bir utanç vesilesi olduğu gibi bu meselede oluşan statik yapı bizim için yılgınlık ve umutsuzluk üretiyordu. Bu statik yapı Müslümanların terörle ilişkilendirilmesi üzene bina edilmiş, Batı’nın genel manada İsrail yanlısı bir siyaset üretmesini kolaylaştırmış, Amerika ve İsrail’e çok geniş bir alan açmıştı. Amerika’nın Irak ve Suriye eksenli siyaseti de İsrail’e Filistin’in varlığını tamamıyla imha edecek bir ortam doğurmuştu. “One minute”, Amerika-İsrail hedefleri doğrultusunda oluşan statik yapıya bir itirazdı ve İİT’nin İstanbul’da Kudüs’ün statüsü hakkında aldığı kararın önünü açtı. Artık Filistin-Kudüs meselesinde yeni bir dönem başlamıştır. Kuşkusuz bu yeni dönemi, savunma pozisyonundan çıkıp Filistin’de barış ve huzurun temini adına ileri bir adımın şekillenmesi şeklinde tanımlayabiliriz.
İslam İşbirliği Teşkilatı olağanüstü zirvesinin, ABD Başkanı Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in mutlak egemenliği altına alacak kararından sonra yapılması oldukça anlamlıdır. Bu karar doğrudan Amerika’nın tavrına binaen alındığı için daha bir önem arz ediyor ve meselenin hassasiyeti hakkında yeterince fikir veriyor. Türkiye ve İİT, bugün harekete geçmemiş olsaydı Filistin konusunda İsrail-Amerika karşısında hiçbir devlet veya teşkilat inisiyatif almak istemeyecekti. Trump’ın mevcut kararının muhtemel sonuçları, salt Filistin ve Kudüs ile sınırlı tutulamaz. Bütün Türk-İslam dünyası bu kararın olumsuz sonuçlarından etkilenecek ve geriye dönülmesi imkânsız bir ortam yaratılacaktı. Suudî Arabistan, BAE ve Mısır yönetimlerinin Filistin, Filistinliler ve Kudüs’ü yok sayan yaklaşımları yakın vadede oluşabilecek ortam hakkında çok şey söylemektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin çağrısı yerinde ve zamanındaydı, birkaç istisnayı saymazsak İslam dünyasının olumlu cevabı da konunun hassasiyetini göğüslemek bakımından umut vaat edicidir.
İİT, Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak tanıdığını bildirdi. Bu ifade bile kendi içinde birçok mesajı barındırmaktadır. İlk önce bu ifadenin barışçıl, mütevazı ve kararlı bir duruşa işaret ettiğini söylemeliyiz. Doğu-Batı ilişkilerinde adaletsizlik yaratan dengesizliği göz önüne getirdiğimizde İİT’nin Kudüs bağlamındaki barışçıl, mütevazı ve kararlı duruşunu edilgen ve çaresiz bir varlığın güvenlik arayışı şeklinde görmemek gerekir. Zira salt bir temenni ile yetinilmeyeceği açıkça ifade edilmiş, Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olma durumuna fiilî bir çerçeve de çizilmiştir. Bu, ileriye doğru atılmış büyük bir adımdır. Artık bu adımın, varlığını geleceğe taşıyabilecek bir yapıya dönüşmesi gerekir.
Başlıkta ifade ettiğimiz “Kudüs’te İslam’ın barışçıl gücü” bir mecazdır. Bu başlıkla ifade etmeye çalıştığımız şey Kudüs’e silah gönderilmesi değildir. Bilakis bu başlıkla Kudüs’ün İsrail askerlerinden arındırılarak İslam ülkelerinin de destek verdiği, Müslümanlardan oluşan Doğu Kudüs sivil yönetimi ile Kudüs’ün insanlığın bir adası olabileceğine işaret etmek istedik. Müslümanlardan oluşan sivil “Doğu Kudüs İslam barış gücü”, bu sembol şehrin son umudur. Bu şekilde Türkiye’nin öncülük ettiği İİT Kudüs girişimi bir temenniden ibaret olmadığını, Allah’ın yarattığı bütün yönler arasında barışın mümkün olduğunu dünyaya gösterecektir.
Çünkü Yahudiler ve Evangelistler binlerce yıllık geçmişten devşirdikleri hurafelerle bugünü ve geleceği ateşe atmaktan çekinmeyeceklerini göstermiş oldu. Artık kimse İsrail-Amerika’ya güvenemez. Hiçbir kimsenin onların hurafelerine ayıracak vakti de olmamalı.
Çünkü Kudüs sadece bir mekân değildir. Kudüs, bir fikirdir ve Allah’ın yarattığı bütün yönleri ilgilendirmektedir. Bin şu kadar yıldır Müslümanların yönetiminde barış ve huzur adasıydı. Ne var ki yaklaşık bir yüz yıldır Yahudilerin ve Evangelistlerin açgözlülüklerinin nelere yol açabileceğine tanıklık ediyor.