Daha önce hiç bir salgın bu kadar “meşhur” olmamıştı. Bu sefer farklı olan ne? Şu günlerde asıl sorulması gereken soru bu.
Trump’ın, virüsten bahsedermiş gibi yapıp “Dünya görünmeyen bir düşmanla savaşıyor, biz kazanacağız” demesinin altında çok başka şeylerin yattığı kesin.
Küresel sistem kendine harika bir oyuncak buldu, ismini de “korona” koydu.
Batı medyası, Türkiye’de çıkan vakaların azlığından dolayı kıskançlıktan kurdurmuş durumda, her türlü virüs haberi ile ilgili görsel için ya cami, ya Erdoğan resimleri kullanıyor. Daha ne kadar çukurlaşabilirler derken, her defasında kendi rekorlarını egale ediyorlar.
Zaten onları kendi memleketlerinde ciddiye alan yok, ancak bizi sinir etmeyi başarıyorlar, belki de sadece dertleri bu.
Avrupalılar, kendi sistemlerinden çoktan ümitlerini kesmişler, evlerinde oturup balkonlardan şarkı söylüyorlar, bunu alkışlamak ise 68 model yurdumun kompleksli solcularına düşüyor.
Oysa Almanya ve Fransa, kendilerine yalvaran İtalya’ya bırakın solunum cihazını, maske bile vermiyor.
Bu virüs “tantanası” geçince, belki de tüm Avrupa’nın sınırları yeniden çizilecek, İngiltere’nin Brexit furyasına diğer ülkeler de katılmak isteyecek.
Amerika’da yaşayan Türk akademisyen ve doktorların hepsi, Türkiye’nin önlemlerinin ve sağlık sisteminin ABD’den çok daha iyi durumda olduğunu belirtse de, bu virüsü fırsat bilip Türkiye’de hayatı felç etmek için sürekli şov peşinde koşturan, kriz fırsatçıları olduğu bir gerçek.
Bunların dertleri ne karantina, ne de sağlık. “Sokağa çıkma yasağı gelsin” bahanesi ile önce ekonomiyi felç edip belki de 15 Temmuz’da beceremediklerini, kitlesel isyanlar sayesinde tekrar denemeyi hedefliyorlar.
Neyse ki aralarında çok boş boğaz var, ağızlarında bakla ıslanmıyor. Şu aralar belki de salgın için görece en güvenli yerlerden olan hapishanelerin “boşaltılması” gerektiğini ağızlarından kaçırıyorlar.
Bizler bir yandan batı medyasının haberleri için seçtikleri görseller, bir yandan “duyum” alan sözüm ona “tabipler” ve bütün bunların ortasında at koşturup, sosyal medya üzerinden halkı kaosa sürüklemeye çalışanlar ile vakit kaybederken, dünya genelinde çok daha acayip vakaları gözden kaçırıyoruz.
ŞİRKET PATRONLARI KENDİ İSTEKLERİ İLE GÖREVDEN ALINIYOR
Son iki haftada sessiz sedasız 5 trilyon dolardan fazla para el değiştiriyor, küresel tezgahların en tepe kadrosunda gerçekleşen bu değiş-tokuş belki de normal şartlarda çok dikkat çekecekken, nedense herkesin “time-line”’ı yani zaman çizgisi virüsle paralel aktığı için bu haberleri atlıyoruz.
Kaseti biraz geri sarınca çok tuhaf bir manzara ile karşılaşıyoruz.
1 Ocak 2020 tarihinden itibaren, aralarında Mastercard, T-Mobile, IBM, Microsoft, LinkedIn gibi devasa küresel şirketlerin de bulunduğu pek çok trilyon dolarlık firmaların en tepe kadroları “kendi istekleri” ile görevden ayrılmış.
Normalde dünya borsalarını derinden sarsması gereken şu haber, Patagonya’daki enfekte sayısı kadar haber olmuyor.
DEVLET ADAMLARI PANİK POMPALIYOR
Bunlar olup biterken, bazı devlet başkanları, sanki yangına körükle gitmek istercesine “panik” pompalıyor. Diğer yandan tüm ekonomi uzmanlarını şaşırtacak bir şekilde ABD merkez bankası FED, “kendi” para birimini devalüe etmeye çalışırcasına “panik” bir eda ile piyasaya sürekli dolar arz ediyor.
Birileri panik havasını hâkim kılmak istiyor
Diğer salgın hastalıklar nedense hiç bu kadar gündem olmuyor. Sosyal medya üzerinde aşı karşıtı olan insanlar bile neredeyse “Korona için aşı bulundu! Yetişin, hemen aşı olun!” haberinin çıkması ile rahat nefes alacak gibi.
Alman bir gazeteci, bugünlerde Berlin ile İstanbul havalimanlarındaki virüs önlemlerini kıyaslıyor, bu konuda Türkiye’nin ne kadar ilerde olduğunu yazıyor. Biz de bunu ülkemizin iflah olmaz muhaliflerine okutmaya çalışıp, asıl sorulması gereken soruları sormadan pek çok ilginç noktayı es geçiyoruz.
5G VİRÜSLERİ YAYILMASI İÇİN Mİ?
Mesela, 5G internet hattı için lazım olan baz istasyonlarının virüslerin daha kolay yayılmasına “yardım” ettiğini iddia eden araştırmacıların sesi hepten kısılıyor.
“Korona” belki de işin provası… Haberler ve panik hali, virüsün kendisinden daha çabuk yayılıyor.
Fransa, Almanya çok kolay bir şekilde “Askerin yönetime el koyması” haberine alışmış durumda. NATO “şemsiyesi” altında, ABD’nin Avrupa’ya yaptığı askeri yığınağın haddi hesabı yok, bunu da son 1 ayda daha da attırdılar. Zaten “Avrupa’nın yaşlı, hasta adamı” artık kendisi… Bu yüzden, her Avrupa vatandaşı “Kurtar bizi ya Trump!” diye haykırmaya dünden razı…
Bu haykırışı ise “Çav bella” eşliğinde, normalde bir açık-hava kanalizasyonu olmasına rağmen, “romantik” şehir diye pazarlanan Venedik balkonlarından yapıyorlar. Bu zavallılık seviyesi dip yapmışken, daha daha dip yapamaz herhalde diye düşünürken, sahneye “yurdumun” solcusu çıkıp bir de İtalya güzellemesi yapmıyor mu?
Fransız yazar Albert Camus’nün Veba romanında işlenen temel fikrin, salgın hastalıkların medeniyet zannettiğimiz suretlerin gerçek yüzlerini ortaya çıkarması olduğunu hatırlamak zorunda kalıyoruz tam bu noktada.
Sürekli mikrop yuvası olan İtalyan şehirleri… Balkonlardan şarkı söylerken, kendi devletlerine, ordularına güveni kalmamış, biçare Avrupalılar… Ve bunu bile övmeyi başarmış “Türk” solcuları…
Bu sahne ancak, Avustralya’da tuvalet kağıdı için saç başa kavga eden obez teyze görüntüleri ile yarışabilir…
Tüm dünya daha beter “post-apokaliptik” film senaryolarına alıştırılmaya devam edecek. Şimdiye kadar zombi istilasını ekranlarda görmüş kitleler, artık bu “küresel kilit” sahnelerini sadece ekranlarda değil, kendi sokaklarında görmeye alıştırılacak.
Küresel sistem, bütün ulusları, para birimlerini, devlet bayraklarını ve toplumları bir arada tutan bütün manevi değerleri yutana dek, aynı dizi filmin yeni bölümü her ay vizyona girecek!