FETÖ’cü olduğu yönünde çok güçlü emareler bulanan bir katilin, Rusya’nın Ankara büyükelçisine karşı düzenlenen bir suikastta yer alması yürekleri ağza getirdi. Hem Rus hem de Türk tarafından gelen sakinleştirici açıklamalardan sonra iki ülkenin tuzağa düşmediği anlaşıldı. Ne var ki Türkiye’nin Rusya karşısında bu olay vesilesiyle zayıf düşürülmeye çalışıldığı da dikkat çeken hususlardan biriydi. Bu meş’um hadisenin farklı boyutlarda önem arz ettiği görülmektedir fakat biz daha çok FETÖ’nün bu olayda neden bu kadar açıkça öne çıktığını sorgulayacağız. Bunun için dershane tartışmalarının başladığı andan itibaren Türkiye’nin yaşadığı olağanüstü hadiseleri hatırlamak gerekiyor.
Dershanelerin kaldırılmasına yönelik konuşmalar başladıktan sonra Türkiye, içindeki emperyalist uzantıları ciddî bir tehlike şeklinde gördüğünü beyan etmiş oldu, siyasî süreçte millî ve yerli bir duruşun işaretleri ortaya çıkmaya başladı. O zamana kadar edilgen bir konumda idik. Her ne kadar antiemperyalist bir irade varlığını göstermiş olsa da fiiliyatta bu niyetin tezahürleri ile karşılaşmak mümkün olmadı. Bunun sebepleri başka bir meseledir. Dershane tartışmalarının başladığı andan itibaren Türkiye, emperyalizmin yerli işbirlikçileri ile arasına mesafe koymaya başladı. Bu durum Türkiye’nin ilk adımı atmak suretiyle etken bir duruma geçtiğinin göstergesiydi.
Küresel emperyalizmin, Türkiye’nin içerideki işbirlikçileri etkisizleştirme kararlığına cevabı çok sert oldu. Gezi Parkı eylemleri, dershanelerin kaldırılması ve dolayısıyla Fetullahçı yapının tasfiyesi kararlılığından sonra karşılaşılan en büyük ve en güçlü saldırıdır. Türkiye, Allah korusun, yıkılsaydı o zaman yıkılacaktı. Fetullahçılar, bu eylemlerde en önemli rolü oynasa da bu durum Türkiye’nin geneline malum değildi. Kalkışma ile Türkiye’yi ele geçirecek ama bunu bir örtü altında yapmış olacaklardı. Hamdolsun, başaramadılar ve Türkiye tam olarak ne ile karşı karşıya olduğunu gördü. Küresel emperyalizmin Gezi’deki başarısızlığı yıllarca kendini gizlemiş Fetullahçı yapının açığa çıkma ve FETÖ şeklinde tanımlanma sürecini başlattı. Başarısız olan, örgütün başı ve örgütüydü. Bunun sonucunda 17-25 Aralık ve MİT Tırları baskınları geldi, Fetullahçılar açık bir şekilde Türk devletine ve milletine karşı suç işlemiş oldular. Artık Türkiye’de barınmaları zorlaşacaktı. Bunun neticesinde örgüt elemanlarının yurt dışına çıkması gerekiyordu, çünkü Türkiye’deki mevzileri Gezi’de çökmüştü. FETÖ elemanları bu olaylardan sonra hızla yurt dışına çıkmaya başladılar.
FETÖ’cülerin yurt dışına çıkarılma sürecinin başlarında PKK ile ilişkisinin Diyarbakır belediyesi özelinde deşifre edilmiş olması, Türklük ve Müslümanlık ile manevî bağlarının kopartılması açısından son derece önemliydi. Örgüt kendi elemanlarına yeni bir çerçeve çiziyordu. FETÖ kendi elemanlarına Türkiye karşıtı her bir organizasyonun içinde yer alabileceğini göstermiş oluyordu.
FETÖ’nün dönüşü olmayacak bir şekilde yurt dışına çıkmaya başlaması, örgüt açısından yeni bir dönemi başlattı. Artık bu terör örgütü Türkiye karşıtı faaliyetlerini yurt dışında sürdürecek, Türkiye’yi etkili olmaya çalıştığı ülkelerde çevrelemeye çalışacak ve bütün bu faaliyetleri yapabilmek için yeni bir kimliği içselleştirecekti. Bu kimliğin ise Türklük ve Müslümanlıkla bağı olmayacak şekilde tasarlanmış olduğu, örgüt başının ve elemanlarının konuşmalarından belli oldu. Örgüt liderinin konuşmaları ve talimatlarıyla pekişen din ve millet aleyhindeki faaliyetler örgütün daha geniş ölçekte yurt dışına çıkmasını kolaylaştırdı. Aidiyet bağları tamamen çözüldü.
15 Temmuz uğursuz darbe girişimi FETÖ’cülerin Türk milleti ve İslamiyet karşısındaki tutumunun acı bir şekilde görüldüğü hadisedir. Eğer bu girişim başarılı olsaydı devlet gücünü ele geçirecek olan örgüt, bütün ağırlığı ile millî ve yerli kuvvetlerin üzerine gidecekti. Katliam derecesinde cinayetlerle Türkiye bir iç savaş sarmalının içine sürüklenecek ve Türkiye’de yeniden emperyalist hâkimiyet tesis edilecekti. Allah (c.c.) bu uğursuz darbe girişimine karşı milletimize ve liderine cesaret verdi de o gece bütün millî kuvvetlerimiz sahaya indi. Bu uğursuz darbe girişiminden sonra devletin ilk yumruğunu FETÖ’cü hâkim ve savcılara indirmiş olması yine bir adım öne geçmemizi sağladı. Örgütün ülkemize karşı kurduğu melanet yuvaları keşfedilmişti ve gereği yapılacaktı.
15 Temmuz uğursuz darbe girişiminden sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin aldığı kararlar ve atılan hızlı adımlar, örgüt elemanlarının yurt dışına çıkmasını engelledi. Örgütün büyük başları yurt dışına yeni şer yuvaları tesis etmek için çıkmış olsa da kararlı ve hızlı adımlarla FETÖ elemanlarının tutuklanması, beklenilen düzeyde bir çıkışın olmasını engelledi.
FETÖ’nün Rus büyükelçinin öldürülme hadisesinde açık izler bırakmış olmasını birçok açıdan değerlendirmek mümkündür. Bu konuda ileri sürülen fikirlerin önemli bir kısmı hakikaten ufuk açıcı ve geleceğimizin selameti açısından mühimdir. Bu menfur cinayet FETÖ’nün hangi yönlere savrulabileceğini gösterir. Örgüte yeni bir kimlik kazandırıldığı açıktır. Bu hadise ile birlikte FETÖ’nün Rusya karşıtlığı üzerinden yeni bir siyasal zemin oluşturmaya çalıştığını ve bu zeminden hareketle örgüte yeni bir meşruiyet çerçevesi çizmeye çalıştığını da görmeliyiz. Bu şekildeki bir tavır Türklük ve Müslümanlık aleyhine faaliyetlerin örgüt içindeki muhtemel yansımalarını etkisizleştireceği açıktır.
Dershanelerin kapatılması yönündeki adımlardan bu tarafa çok kısa bir zaman geçmiş olmasına rağmen Türkiye’nin bu kadar büyük olaylara maruz kalması hakikaten anlamlıdır. Türkiye bağımlılık ilişkisini sona erdirmek üzere yaptığı her hamleye karşı yeni bir müdahale ile sarsılmaktadır. Bu durum yüreklere ciddî bir karamsarlık zerk etmiş olsa da çok kısa bir zaman içinde bu karamsar havanın bertaraf edileceği aşikârdır. Çünkü ilk adımı atan devletimiz ve milletimizdir. 16 Temmuz günü Cerablus’a doğru adalet için, hakkaniyet için, coğrafyamızın namusu için Mehmetçiklerimizin ilk adımlarını atmış olması önemsenmelidir.