Bütün dünyada hissedilir bir değişim sancısı yaşanıyor. Bu değişim sancısını bizim coğrafyamız da iliklerine kadar hissediyor. Kuşkusuz bu değişim bir anda vuku bulmayacak. Bir süreç içindeyiz ve bu, uzunca bir zaman devam edecek. Büyük devletler birbirlerine karşı sert siyasetler uygulamakta bir sakınca görmüyor. Onların bu kadar sert bir tutum içinde olmaları yeni ve daha büyük bir paylaşım savaşının içinde olmalarındandır. Türkiye ise şimdiye kadar millî varlığını geleceğe taşıma kaygısı içindeydi. Küresel ölçekte büyük ve sert mücadeleler yaşanırken Türkiye’de hatırı sayılır derecede insan bir tiyatro sahnesinde olduğumuzu düşünüyor. Onlara göre yaşadıklarımız falanca ile filancanın kurguladığı sonu belli bir oyundan ibarettir. Onları bu şekilde düşünmeye sevk eden bir alışkanlığımız var.
1Körfez Savaşı’nın ayak sesleri duyuluyordu. Hararetli bir ortam vardı ve gerilim üst sınırdaydı. İzmir’de bir kitapevine uğradım. İçeride bir tartışma vardı. O günlerde birçok kimse Amerika’nın Irak’a saldırmayacağını düşünüyordu. Kitapevinde tartışmaya katılanların arasında da savaşın çıkmayacağını savunanlar çoğunluktaydı. Onların bu şekilde düşünmeleri için gayet anlaşılır bir gerekçeleri vardı: I. Körfez Savaşı öncesi yaşanılan gerilim emperyalizmin bir oyunundan ibaretti. Daha tabureye oturmadan savaşın çıkıp çıkmayacağı konusunda görüşümü sordular. Ben de basit bir gerekçeyle bu savaşın kaçınılmaz olduğunu söyledim: Bu kadar asker ve silah sebepsiz bir şekilde Körfez’e yığılmış olamaz. Hâlbuki kamuoyunun şekillenmesinde etkin rol alan gazeteci, akademisyen, entelektüeller arasında da yaşanılan süreci “oyun” bağlamında değerlendirenler çoktu. Galiba kitapevine gelmeden bir gün önceydi, öğrenci evimizde gelişmekte olan hadiseler üzerine düşünüyordum. Şöyle bir adım geriye çekildiğimde savaşın kaçınılmazlığı fikri beni cidden korkutmuştu. Kitapevindeki arkadaşlarımız beni, süreci ve emperyalizmin oyunlarını anlamamış olmakla suçladılar. Bir miktar küçümseyici bakış fırlatmaktan da geri kalmadılar. Bu olaydan iki hafta sonra insan aklının alabileceği en büyük savaşlardan biri daha başladı. Büyük bir faciaydı.
1.Körfez Savaşı’ndakine benzer bir tavır Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı büyük olayların hepsinde karşımıza çıkmaktadır. Birçok kimse “one minute”tan bu tarafa yaşanılan hadiseleri “Tayyip’in oyunu” şeklinde görüyor ve bütün hadiseleri bu kabulden hareketle izah etmeye çalışıyor. Onlar MİT krizi, dershane tartışmaları, 17-25 Aralık hukuk darbesi ve 15 Temmuz uğursuz darbe girişiminde güya sahnenin arkasındaki kuklacıyı gördüklerini zannediyorlar. Tiyatro, oyun gibi tanımlamalar anayasa referandumu sürecinde de karşımıza çıktı. Bu tarz bir yaklaşımın özellikle 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili olarak da sergilenmiş olması I. Körfez Savaşı’ndaki yaklaşım biçiminin süreklilik kazandığını gösterir.
Farklı örneklerde karşımıza çıkması ve çok geniş bir kesim tarafından benimsenmiş olması, gerçeklikle sorunlu bir ilişki içinde bulunan bu tarz bir düşünme biçimini geçiştiremeyeceğimizi gösterir. Çünkü bahsettiğimiz sorun sadece bir kesime mahsus değildir, farklı cenahlarda örneklerine rastlamak mümkündür. Bu kadar geniş bir kesim tarafından benimsenmiş olmasından hareketle bu durumu, “belirli bir bilinç durumunda uzlaşma” şeklinde görebiliriz. Bahsettiğimiz bilinç durumunun kendini sürekli yenilemesini de “sıradan bir bireyin kolektif bilinç içinde erimesi” şeklinde tanımlayabiliriz. Sıradan bir birey tanımının içine genç kuşaklardan da çok hızlı bir katılımın olduğunu söyleyebiliriz. Gerçekliğin karmaşık yapısını tılsımlı bir anahtarla çözme kolaylığı ve rahatlığı özellikle yeni kuşaklarda “anlamaya çalışmanın zorluğundan feragat” şeklinde tezahür ediyor.
1.Körfez Savaşı’yla ilişkilendirmiş olsak da bahsi geçen bilinç durumunun oluşumu daha önceki dönemlerde tamamlanmıştır. Kökleri ve gelişim süreci bu yazının konusu olmamakla birlikte gerçekliğin karmaşık yapısını anlamaya çalışmaktan uzaklaşmaya dayalı bilincin, ideolojilerden ve kolektif bilincin içinde erime üzerine kurulu cemaatlerden (gruplardan) beslendiğini söyleyebiliriz. Bu da büyük ölçüde Soğuk Savaş dönemiyle alakalı bir durumdur. Kolektif bilincin içinde erimeye dayalı oluşumların bir ülkenin kaderi üzerinde nasıl bir olumsuz etkiye sahip olabileceğini 15 Temmuz uğursuz darbe girişimi açıkça gösterdi.
Yazımızın başında belirttiğimiz gibi dünya büyük ve sancılı bir dönemin eşiğinden geçmektedir. Büyük devletler kendi aralarında başka milletlerin, ülkelerin ve devletlerin kaderleri hakkında kavgaya tutuşmuş durumdadırlar. Hatta bazı büyük devletlerin geleceği dahi sorgulanmaktadır. Bu kadar büyük bir kavganın bizim coğrafyamızı yakından ilgilendirdiğini şu yaşamakta olduğumuz büyük sarsıntılar açıkça göstermektedir. Bu sürecin, bize ve coğrafyamıza zarar vermesini engellemek için gerçekten yeni bir düşünme biçimine ihtiyaç vardır. Bunun da kolay bir şekilde kazanılacağını söyleyemeyiz.
Bireyin kendi başına önemli olduğu açıktır. İnsanların geleneksel sosyalleşme süreci içinde başkalarıyla kurduğu ilişkiler sağlıklı bir toplum açısından önemlidir. Fakat bireyi kolektif süreçlerin içinde eritmeye dayalı oluşumlar bize bir çıkış sağlamayacak. Bunun için de değerli bir yalnızlığa, genç kuşakların durup bir adım geriden bakabileceği özgürlük alanlarına ihtiyaç vardır.
Bireyin kendi başına önemli olduğu açıktır. İnsanların geleneksel sosyalleşme süreci içinde başkalarıyla kurduğu ilişkiler sağlıklı bir toplum açısından önemlidir. Fakat bireyi kolektif süreçlerin içinde eritmeye dayalı oluşumlar bize bir çıkış sağlamayacak. Bunun için de değerli bir yalnızlığa, genç kuşakların durup bir adım geriden bakabileceği özgürlük alanlarına ihtiyaç vardır.