Konusunu ele alış bakımından edebiyat anlayışlarını tasnife yeltendiğinizde karşımıza çıkan ilk seçenek, edebiyat akımları… Bütün kalıpçı vasıflarına rağmen, aynı zamanda iyi bir seçenektir de bu tasnif. Çünkü anlatmayı kolaylaştırır.
Akımlar, edebiyatı anlayış farklarının tezahürü. Ama bir de anlatıştan kaynaklanan ve birinin öbürüne karıştırılması olanaksız bir başka ayrım var: klâsik edebiyat, modern edebiyat ayrımı.
Zihnin meramını ifade ederken başvurduğu yönteme bağlı olarak farklılık arzeden bu ayrım, aslında insanlık tarihinde Hz. İsa’nın doğması kadar önemli ve belirleyici bir niteliğe sahip. Aydınlanma ile yaşanan zihin kırılmasının ortaya çıkardığı Sanayi Devrimi‘nin doğurduğu şartların sonrasında ilk kez gördüğümüz ifade tarzlarının niteliğini tavsif için kullandığımız bir tabir modern. Ve kimileyin birbiriyle çelişen, kimileyin birbirini tamamlayan birçok tanımın ortak paydası iki ayrı vasıftan güç alan bir kavram: yenilik ve zamanelik. Bu açıdan bakıldığında da rekabet ettiği, yerine geçtiği veya geçmek istediği değerin adı gelenek.
İki düşman kavram
Geleneğin bir ifade anlayışına bürünmüş hâlini ise sıklıkla klâsik başlığı altında değerlendiririz. Belirgin bir dünya görüşünü kuşanan, bir ahlâk anlayışına sahip, bir değerler yargısına sırtını dayamış; içeriğin yanında biçim ve yapı özelliklerini de önemseyen sanat/edebiyat anlayışları, kaba bir tasnifle klâsiktir. Meramlarını aktarmak ve bizi dönüştürmek arzusu en temel nitelikleridir. Klâsik sanatçıların ve yazarların, ne denli örterlerse örtsünler, tespit edilebilecek bir davaları vardır ve asıl amaçları bizi adım adım ikna etmek ve o davaya çağırmaktır.
Elbette her zaman kötümsenecek bir tutum değildir bu. Ama dikkatinizi çekerim, zararlı da olabilir. Klâsik anlayıştaki bir esere muhatap olduğumuzda, savunduğu değerler karşısında çoğun hazırlıksız ve dolayısıyla savunmasızızdır. Kimi düşünceleri, belli duyguları, bazı olguları muhatabınıza kabul ettirmek istiyorsanız klâsik sanat ve edebiyat anlayışı emrinize amadedir.
Anlama kolaylığı, etkileme olanağı
Kuşkusuz bir tek bu sebeple değil ama klâsik sanat, buradaki esas konumuz gereği klâsik edebiyat, nisbeten kolay anlaşılan bir niteliğe sahiptir. Elbette esere, yazara, konuya bağlı bir kolaylık bu. Kolaydır çünkü meramını size anlatmak birincil hedeflerden biridir çünkü. Sizi yandaşı kılmayı başarmak, en azından belli bir oranda etkileyebilmek, olmazsa olmaz hedef.
Klâsik edebiyatta kolay anlaşılamama durumuyla hiç karşılaşmaz mıyız? Bolca! Ne ki bu zorluklar, anlatımdan veya dil ve edebiyat anlayışından ve bu anlayışların uygulanmasından kaynaklanan çetrefillikler değil, anlatılanlardan kaynaklanan zorluklardır. Fakat klâsik edebiyatın zıddına modern edebiyat, bizatihi zorluklar barındırır. Hatta anlattığı kolayca anlaşılabilir bir nitelik barındırdığı durumda bile anlatımı gereği metni anlamak sıklıkla zorlaşabilir.
Klâsik edebiyatın zıddına modern edebiyatı (Elbette genellediğimizde modern sanatı da.) anlamak niçin kolay değildir? Modern edebiyatı anlamak için ne yapılması gerekir? Ülkemizde modern edebiyatla ilgilenen birinin kuşkusuz en çok işitmek durumunda kaldığı iki soru.
Uzun uzun cevaplandırma öncesinde zorunlu bir tespit: Modern edebiyatın anlaşılabilmesi için klâsik edebiyatın anlaşılması şart. Başka bir ifadeyle klâsik kültürün kuşanılması zorunlu. Bu tespitteki basit fakat zorunlu kabulün ardındaki hususları anlamak için klâsik edebiyata daha yakından bakmak durumundayız.
Klâsik sır: klâsik’in sırrı
Modern edebiyat, tıpkı modern sanat gibi hazırlıksız bir zihnin bakışıyla cıva gibi akışkan, hatta kaypak zeminde seyreden, her ân zıddına dönüşmeye amade, uzaylı bir ucubeyi andırır.
Hâlbuki klâsik edebiyat (veya sanat) öyle mi? Anlatılan hususlar zaten bildiğimiz şeylerdir. Bir tek yazar, bunları bizim anlatamayacağımız bir mükemmellikte ve etkileyicilikte dile döker.
Ama anlayabileceğimiz.
Aslında biraz daha dikkatli baktığımızda en az modern kadar klâsik kavramının kendisi için de cıva gibi akışkan benzetmesinin geçerliliğini varsayabiliriz. Klâsiğin de birbiriyle bazen yüzde yüz çelişen, birbirinden 180 derece zıt anlamlarda kullanılabildiğine şahit oluruz. Fakat bu karşılıklarda, tuhaf biçimde kısmen uylaşım da görebiliriz. Örneğin klâsik dediğimizde ilkin hem eski ve geleneksel olanı anlıyoruz, hem de Eski Yunan Edebiyatı’nı; özellikle de kavramı akademik anlamda kullandığımızda. Klâsik teriminin ikinci anlamı Helenistik Dönem sonrasında Yunanlılar’ın dışındaki toplumların Eski Yunan Edebiyatı’na özenerek ürettikleri edebiyat kavramında karşımıza çıkmakta örneğin. Yani XVI. yüzyıla değin Fransa’da gördüğümüz edebiyat…
Bu kullanımlar sadece saf edebiyat üzerinden verilen, en azından dönem ve içerik açısından birbirine zıt örnekler. Bu kullanımlardaki klâsiğin hangi dönem aralığını kapsadığını veya hangi anlayışı içerdiğini tespit etmek yahut aralarındaki ortak paydayı, olgudan hareket etmeksizin belirlemek zor. O yüzden ciddi metinlere baktığınızda “Klâsiği şu anlamda kullanıyorum.” şeklinde gizli veya yarı gizli bir işaret görürsünüz. Kullanımda, o bağlamda klâsik kavramının neye denk geldiğininin ipucunu veren bir işaret…
Çizgisel zaman anlayışı
Eğer zengin anlamıyla ve günümüzdeki yaygın kullanımıyla edebiyatta klâsik kavramına bakarsak, zaman-mekân kavrayışının, yapı ve biçim özelliklerinin, bir dünya görüşü ve ahlâk anlayışı savunusunun ve özellikle de meramı önceleyen dil kullanımı anlayışının hakim vasıfları teşkil ettiğini görürüz. Buna bağlı olarak kişilerin, kahraman ve karakterlerin nitelikleri, kişilik farklılıkları, davranışlarındaki sebep-sonuç ilişkisinin birbirini bütünlemesi gibi özellikleri son derece belirgin, açık seçik ve tutarlıdır. Özellikle de kişilerin karakteristik nitelikleri ile davranışları yahut düşünceleri ile eylemleri arasında çelişkiye rastlamazsınız. Çelişki gördüğünüz durumda ise bu, yazar tarafından o karakter için zaten tayin edilmiş bir özelliktir. Daha açık bir ifadeyle mütereddit karakter, zaten öyle çizilmiştir.
Bir karakter, o kişiliğin zıddı karakteristik özellikleri bünyesinde aynı ânda barındıran bir potansiyel taşımaz. İyi ile kötü arasında gidip gelen bir karakter, zaten en başından böyle tasavvur edildiği için öyle davranır.
Zaman anlayışı da çizgiseldir. Kimileyin zamanda gel-gitler gözlense de bu nitelik, aslında eserin akışındaki belli başlı bazı hususların daha iyi anlaşılmasına veya olayın etkisinin okur üzerinde daha pekişik tezahür etmesine katkı amacıyla öyle tasarlanmıştır. Üstelik bütün bu gel-gitler, yapısal bir nitelik özelliği barındırmadığı gibi, biçim üzerinde de belirleyici oranda etkili değildir. Örneğin Yunan Edebiyatı’nın ünlü şairi Homeros‘un iki şaheserinden biri Odysseia, şimdiden başlayıp geriye, geçmişe doğru gider. Fakat bu durum, anılan çizgiselliği zedelemediği gibi sebep-sonuç ilişkisine de aykırılık teşkil etmez.
Klâsik yazarın konumu
Yazarın olayları ve kişileri anlatırken bulunduğu konum da manidardır klâsik edebiyatta. Klâsik yazar, okurunun, yani sıradan insanların üzerinden, belki bir bulutun üstünde kurulu kürsüsünden bakar dünyaya. Belirgin bir biçimdeki buyurganlığının sebeplerinden biri de zaten budur. Yazarın anlattıkları, sanki o bulutların üstündeki o kürsüden gördükleridir. Batılılar bu konumdaki yazara tanrı-yazar demekten sakınmaz. Her yerde hâzır ve nâzırdır o yüzden de bu yazar türü. Aynı ânda birden fazla yerde bulunabilir; yüzyıllar boyunca yaşamış edasındadır ayrıca. Üstelik en gizli toplantıların bile tanığıdır.
Bu özelliklerinden dolayı klâsik yazar buyurgan, tepeden bakan, her şeyi gören; o yüzden de her şeyi bilen biri havasındadır. Bu özellikleri ona dikte eden bir otorite hakkı tanır. Hiç sakınmadan insan, çevre ve Tanrı hakkındaki görüşlerini okuyucusuna aktarmayı bir hak bilir; zaman zaman da ödev…
Kısaca söylersek klâsik yazar, bize anlattığı kıssadan çıkarmamız gereken hisseyi de farklı örtüklük veya belirginlikte işaret etmekten çekinmez. Klâsik edebiyat, içerisinde gayelilik ilkesini içeren bir anlayıştadır. Küçük bir ayrıntı: İşaret edilen hisse belirginleştikçe edebi değer düşer; hisse belirsizleştikçe edebi değer artmaya meyleder.
Baskın belirginlik
Yıllar boyunca üretilen klâsik edebiyat metinlerindeki kıssalar (İlkin destan ve şiir; daha sonraki dönemlerde roman, hikâye yahut piyes…) bize edebiyat eseri içerisindeki karakterlerin yaşadığı olaylar üzerinden, belirgin bir şey anlatır. Belirgin bir biçimde anlatılanlar, okurun üzerinde belli duyguları, düşünceleri, kabulleri uyandırmak ister. Demek ki klâsik yazar, ahlâklı olmadığında dahi ahlâkçılığı tercih eden bir anlayışta eser verir.
Bütün bu ahenkli yapı, Sanayi Devrimi ile yerle yeksan olur elbette. Yeni bir insan tipi çıkar ortaya. Ve buna bağlı olarak da yeni bir edebiyat (Ve elbette sanat) anlayışı…