Kıyamet zaten koptu da mahşeri mi bekliyoruz?

Tarihin hangi dönemine baksak temel meselenin ya da eksikliğin sağlam bir inanç ve ahlâk olduğunu görürüz. İmam-ı Gazali’nin de Yusuf Has Hacib’in de serzenişleri aynı. Biraz daha geri gidiyoruz vahiyde de benzer ikazlar var.
Demek ki dünya hiç durulmamış ve bugün de bunu beklememek gerekiyor. Önce ABD’nin, sonra da Rusya’nın çekildiği nükleer anlaşma sonrasında akıllara “Üçüncü Dünya Harbi çıkarsa neler yaşanır” suâli geldi.
Tedirginlik yaşayanlar haksız değil. Zira bu anlaşma ister olsun isterse de olmasın, artık savaşların mertçe yapıldığı bir çağda değiliz.
Elbette “harp hiledir” ancak bütün hileye rağmen harbin de bir ahlâkı vardır. Lakin günümüzde böyle bir ahlâkı beklemek beyhude!
Küreselcilerin ve Evanjelistlerin ablukasındaki Trump, tabiri caizse bir “deli dana”ya benziyor.
Ne zaman ne yapacağı kestirilemeyen bu kişi, her an her türlü deliliği yapabilir mi, yapar.
Kuzey Kore’yi tehdit eden Trump, 27 Şubat’ta Kuzey Kore lideri ile ikinci kez buluşacak.
Afganistan’da Taliban dâhil taraflarla aynı masada buluşan, tüm tarafları Taliban liderinin arkasında saf tutturarak namaz bile kıldırtan Trump, şimdi ise İran, Venezuela ve Meksika ile savaşıyor.
Bir yandan başka bir ülkeye altın ve petrolünü ele geçiremediği için vali tayin eder gibi devlet başkanı atıyor, diğer yandan da nükleer anlaşmadan çekiliyor.
Trump’ın içeride hayli sıkışık olduğu bilinen bir geçek. Bir gerçek de, Rusya’nın Trump’ın seçilmesine yardım ettiği. Peki, aynı Trump’ın kendisi gibi küreselci muhalifi olan Putin ile rekabeti iç kamuoyuna yönelik mesaj mı yoksa ciddi mi?
Bu gelişmeden, dünya ve Türkiye nasıl etkilenir?
Vâkıa, dünya giderek “daha tehlikeli” bir yer haline geldi ve dünya 1953’ten bu yana “kıyamete” hiç bu kadar “yakın” olmadı.
Çünkü 1987’de ABD ile SSCB arasında imzalanan ‘Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması’ (INF)’nın nihayete ermesi, gizliden yürütülen nükleer faaliyetleri hızlandıracak.
Kimi kaynaklara göre, ABD’nin Pasifikteki üstleri nükleer silahlarla dolu. Bunlara tüm dünyada yenileri, üstelik de daha küçük olan “kullanılabilir nükleer silah” olarak tanımlanan ve bir askerin bile tek başına taşıyabileceği boyutlardaki silahlar eklenecek.
ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, İsrail, Çin ve Hindistan batı cephesinin nükleercileri. İslam dünyasında tek nükleer silaha sahip olan ülke Pakistan ise ordusunun ihtiyaçlarının yüzde 80’ini mahalli imkânlarla karşılayabilmenin yanı sıra kendi savaş uçağını üreten altı yedi ülkeden biri.
2010 yılında Avrupa Reform Merkezi’nce, “Almanya, Pandora Kutusunu açıyor” isimli rapor bir yayınlanmıştı. NATO eski Genel Sekreteri Robertson imzasını taşıyan rapor, Türkiye, Belçika, İtalya ve Hollanda’da konuşlanmış, ABD’ye ait 180 nükleer silahın bulunduğuna yer vermişti.
Kitle imha silahları (KİS)’nın mazisi şüphesiz iki bin yıllıktır. Kim bilir belki de daha eski… Ancak KİS’lerin günümüzde aldığı hâl, tarihin hiçbir dönemi ile mukayese edilebilir durumda değil.
5 bilim adamının yayınladığı “Atom Uzmanları Bülteni (BAS)”ne göre, 1953’den bu yana kıyamete hiç bu kadar yakın olunmamıştı. “Kıyamet saati”nin çok yakın olduğu belirtilen bültende zikredilenler ürkütücü.
ABD’nin 6 Ağustos 1945’de Japonya’ya attığı atom bombalarının şokunu atlatamayan dünya, ABD ve Rusya’nın 1953 yılındaki hidrojen bombası testleri ile bir kez daha dehşete sürüklenir. Karşı karşıya olduğumuz hâl yeni durum gibi gözükse de gerçekte yeni mi pek emin değiliz.
Burada mesele bu silahları kimin kime karşı kullanacağından çok, kullanıldığında bizi nasıl bir dünya beklediğidir. Ancak dünyada kullanılıp kullanılmayacağı muamma nükleerinden daha hayatî insanlık üzerinde denenen iblisî silahlar var.
Zira günümüz kültürel emperyalizmi ile gıda, ilaç ve aşı üzerinden yürütülen genetik savaş nükleerden daha acıklı…
Belki de “kıyamete 2 dakika” cümlesi ile 70 yıldır oyalanıyoruz. Yeniden tartışmaya açılan nükleerin ardında da gerçeğine çok ileride vakıf olabileceğimiz pazarlık veya bölüşmeler mi söz konusu acaba?
Şimdilik hepsi muamma! Fakat bu vesileyle belirtmeliyiz ki, Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) tarafından açıklanan yıllık rapora göre, küresel savunma harcamaları 2017 yılında 1 trilyon 739 milyar dolar olarak geçekleşmiş.
Bazı ülkelerin gizli harcamalarının da olduğu belirtilen rapora göre, bu rakam 2007’de 1 trilyon 460 milyar dolarmış. Yani sadece 10 yılda yüzde 20’lik bir artış…
Bunun 610 milyar doları tek başına 150’den fazla ülkede askerî üs bulunduran ABD’ye ait. ‘Çin 228, Suudi Arabistan 70, Rusya 66, Hindistan 64, Fransa 58, İngiltere 47, Japonya 45, Almanya 44, Güney Kore 38, Brezilya 30, İtalya 30, Türkiye 18 milyar dolar’ diye ilerliyor liste.
Rakamların 2018’de ne kadara çıktığı henüz bilinmediği gibi, nükleere ne kadar harcandığı da net değil. Fakat dünyanın yıllık sağlık harcaması 15 trilyon dolar. Yani silah harcamasının tam 8 buçuk katı. Bu bahis söz konusu olduğunda neden “kıyamet” kelimesi tercih edilmiyor.
İnsanları yoldan çıkarmaya ve tüketim canavarına çevirmeye dönük reklâm harcaması ise savunma harcamalarına yakın bir düzeyde. Neden bu bahislere kimse girmiyor?
Hep olduğu gibi birileri yine bizimle fena oynuyor. Biz ise, mazlum Mısırlı bir kardeşimizin idama sevki oyununa alet edilme, ergenliğe yeni erişmiş Müslüman kız çocuklarına sapkınlık eğitimi verme ahmaklığı ile meşgul ediliyoruz.
Günümüz dünyasını bütünlüklü olarak okumayı beceremiyoruz, zira tevhitten koparıldık. Hiçbir şeyi tevhid merkezli okuyamıyoruz. Çünkü sadece atomu değil, bizleri de atomdan daha fazla parçaya ayırdılar!