Rusya, Suriye’de devam eden yıkıcı savaşa açık bir şekilde müdahil oldu ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu zamana Türkiye-Rusya ilişkilerindeki bahar havası, yerini tedirgin edici bir bekleyişe bıraktı. Bu, hem Rusya hem de Türkiye için geçerlidir. Türkiye’nin tedirginliğini artıran en önemli unsurlardan biri, bütün Rusya Federasyonu’nda varlıklarını devam ettirmeye çalışan Türk ve Müslüman ahalidir. Bunun yanında Rusya ve Ukrayna arasında devam eden savaş, Kırım Türklerini de doğrudan etkilediği için bu mesele Türkiye açısından kaygı verici bir boyuta ulaştı.
Suriye bağlamında gelişen hadiseler, Türkiye’nin siyasi gündemini Suriye’ye kilitledi. Bu anlaşılabilir bir durumdur. Büyük güçlerin Suriye’de giriştikleri vekâlet savaşları çok çeşitli araçlarıyla Türkiye’yi taraf olmaya zorladı ve Türkiye, gelişen Suriye eksenli hadiselere duyarsız kalamadı. Fakat Kırım Türklerini ilgilendiren gelişmeler de Suriye’den bağımsız düşünülemez. Türkiye’nin ilgisi Kırım’dan uzaklaşma lüksüne sahip değildir. Çünkü Ruslar tarih boyunca siyasi hadiseleri bahane olarak kullanıp Kırım üzerindeki hâkimiyetini pekiştirmeye çalışmıştır.
Nitekim Rusya, Batı ile sürmekte olan rekabetini bahane ederek Kırım’ı yeniden ilhak etti. Kırım Türklerinin, Sovyetler döneminde başlayan vatana dönüş mücadelesinde, bütün zorluklara rağmen elde ettikleri kısmî başarı ilhak sürecinde zarar gördü.
Kırım, bir Türk ve İslam beldesiydi. Fatih Sultan Mehmet’ten sonraki zamanlarda Kırım’a Osmanlı damgası da vuruldu. Bugün Kırım’da Türk ve İslam eserleri sınırlı bir düzeyde de olsa hâlâ varlığını korumaktadır. Gözleve’de 1552’de Mimar Sinan’ın inşa ettiği Tatar Han Camii, Bahçesaray’da Han Sarayı, Zincirli Medrese, Gözyaşı Çeşmesi ve Bahçesaray’ın bizatihi kendisi çok uzak olmayan bir geçmişin hatırasıdır. Bir Travnik, bir Kalkandelen, bir Bursa ne kadar İslam ve Türk eserleri ile tezyin edilmişse, Bahçesaray başta olmak üzere bütün bir Kırım, bir zamanlar en az onlar kadar bu mimarî güzellikleri ile meşhurdu.
Bugün Kırım’da geçmişi hatırlatan eserlerin azlığını Endülüs örneği ile izah edebiliriz. Endülüs’te İslam’ın izleri nasıl yok edilmişse Ruslar da bu coğrafyada eskiye dair ne varsa yok etmeye çalıştılar. 1783’te ilhak ettikleri bu Türk-İslam yurdunu farklı yöntemleri kullanarak insandan ve İslam’ı hatırlatan eserlerden arındırdılar. Kırım’da büyük sürgün ve göç hikâyeleri yaşandı. Kitlesel göç ve sürgünden sonra geride kalan Müslüman ahali özellikle iktisadî hayatta büyük bir çöküş yaşadı. Eğitim hakları ellerinde olmadığı için kendilerini yenileme ve varlıklarını geleceğe taşıma imkânına sahip değillerdi. Meşhur Kırım Savaşı’ndan sonra 1860’tan itibaren tekrarlanan göç, Kırım Türklerine öldürücü bir darbe daha vurdu. Ruslar, Kırım Savaşı’nı bahane edip Kırım’ı adım adım Ruslaştırdı. Sosyal hayatta yaşanılan çöküş, Kırım Türklerinin siyasî varlığını da tehdit ediyordu.
İsmail Gaspıralı, 1883’te Kırım’ın ilhakının 100’üncü yıldönümü münasebetiyle ana dilde gazete çıkarma izni aldı ve Tercüman gazetesi yayın hayatına atıldı. Tercüman’ın haftalık olarak yayımlanmaya başladığı dönemde açılan usul-i cedid mektepler kısa bir zamanda Kırım’da ve bütün Rusya Türklerinin sosyal hayatında canlanmaya vesile oldu. İsmail Gaspıralı hem gazete hem de okullar vasıtasıyla bütün Rusya Türkleri-Müslümanlarının modernleşme sürecinde yeni bir hamlenin itici gücü oldu. 19. yüzyılın son çeyreğinde görülen bu büyük ihya hareketini İstanbul ve Osmanlı etkisinden bağımsız değerlendirmek bizi yanlış sonuçlara götürür. İsmail Gaspıralı’nın Ötüken’de yayımlanan üç ciltlik Bütün Eserleri serisi hem bu ihya hareketlerini hem de Rusya-Türkiye münasebetlerini anlamak açısından son derece önemlidir.
Çarlık Rusya’sının tarih sahnesinden çıkıp yerini Sovyetler Birliği’ne bırakmasına yol açan 1917 Ekim İhtilali, Kırım Türklerini de her yönden olumsuz etkiledi. Bolşevikler, bütün bir yirminci yüzyıla yayılan hâkimiyetleri ile özellikle Kırım Türklerine tam bir soykırım siyaseti uyguladılar. Kırımlı aydınlar ve siyasî aktörler birer birer öldürüldü ya da vatanlarını terke mecbur kaldılar.
Bolşevikler, 1944’te Almanları bahane ederek Kırım Türklerini yüzyıllarca yaşadıkları vatanlarından son defa sürgün etti. Ruslara göre II. Dünya Savaşı’nda Kırım Türkleri Almanlarla işbirliği yapmıştı. Bunun bir bahane olduğu açıktı. Bu bahane ile kitlesel sürgüne tabi tutuldular. Bunun uydurma bir gerekçe olduğu Stalin’den sonra kabul edilse de Kırım Türklerinin vatanlarına dönüşlerine izin verilmedi. Kırım Türkleri yarım yüzyıl devam eden bu sürgün hayatının bütün zorluklarına katlandılar ve nihayet 1990’larda vatanlarına dönmeyi başardılar. Türkiye’de bu başarı üzerinde fazla durulmamıştır. Kırım Türklerinin vatanlarına dönme başarısı, emperyalizm karşısında kaybedilmiş topraklara tekrar dönmek bakımından örneği olmayan bir durumdur. Fakat buna şaşırmamak gerekir, çünkü Kırım Türklerinin bu direnci Ruslar karşısında yüzyıllardır devam eden bir mücadelenin neticesidir. Bu açıdan Korkunç Yıllar ve Yurdunu Kaybeden Adam adlı eserlerinde kendi yaşam serüveninden hareketle Kırım Türklerinin II. Dünya Savaşı’nda yaşadığı acıları ve sürgünü anlatan Cengiz Dağcı’nın cenazesinin 2011’de vatanına defnedilmesi temsilî bir öneme sahiptir.
Bugün Rusya ve Batı arasındaki gerilimin yükselmesiyle Kırım Türklerinin varlığı tekrar tehdit altındadır. Rusya’nın Suriye’den ani bir kararla çekilmesi dikkatleri yeniden Kırım’a yöneltmelidir. Avrupa Birliği ve Rusya arasında yaşanan gerilimin Kırım’ı ve bütün Türk dünyasını etkileyeceğini öngörmek gerekiyor. FETÖ’nün son dönemde Rusya’ya artan ilgisini de bu bağlamda değerlendirmek gerekir.