Suriye’de iç savaş Türkiye’nin hiç de arzu etmediği bir gelişmeydi. Soğuk Savaş döneminden sonra iki ülke arasında iyi ilişkileri geliştirmek mümkün olmamıştı. Fakat küresel ölçekte yaşanan jeopolitik değişimler, güç merkezleri üzerinde büyük baskı uygulayınca Suriye ve Türkiye arasındaki yapay buzların eridiğini gördük. Suriye Savaşı’nın arifesinde Ankara ve Şam arasında şaşırtıcı bir yakınlaşma vardı. Bu, her iki ülke için bağımsızlıkçı bir anlayışla coğrafya eksenli karar verme iradesine işaretti. Bu dönem çok kısa sürdü. Her iki ülke kendileri adına karar verme salahiyetini kullandılar fakat kısa bir zaman sonra büyük sorunlarla boğuşmak zorunda kaldılar.
Savaşın başından itibaren hem Suriye hem de Türkiye süreç hâkimiyetini tamamen kaybetti. Suriye’de iç savaş, katliam, göç ve muhaceret Türkiye’yi doğrudan etkiledi. İç savaş iki ülkenin oluşturmaya çalıştığı ortak aklı felç ettiği gibi her bir ülkeyi de kendi içinde yönetilmez bir hâle getirecekti. Devletler çökecek, ülke vasfı kaybolacaktı. Nitekim Suriye bu duruma düştü ve binlerce yıllık şehirleri dahi tarumar oldu. Türkiye için de benzer bir durumun tasarlandığı 15 Temmuz’da ortaya çıktı. Emperyalizmin etki ajanlarının, nüfuz casuslarının, bugüne kadar bağımlı yapıların ne kadar etkili oldukları bütün yönleriyle anlaşılabilmiş değildir.
Suriye savaşı başladıktan sonra Türkiye, bir devletin kendi halkını katliama tabi tutmak konusundaki arsızlığı karşısında ne yapacağını şaşırdı. Her geçen gün hem Suriye’nin hem de Türkiye’nin aleyhine işledi. Süreç hâkimiyeti büyük güçlerin eline geçti.
DEAŞ, PKK/PYD ve FETÖ KARDEŞLİĞİ
Türkiye, Suriye iç savaşında başından itibaren kendi belirlediği şartlarda müdahil olamadı. DEAŞ, PKK/PYD ve FETÖ, Türkiye’yi etkisizleştirmek ve küresel güçlerin müdahalesine müsait hâle getirmek için ellerinden ne geliyorsa yaptı. Bu üç terör örgütü arasındaki birlikteliği çok daha ayrıntılı bir şekilde ileriki yıllarda daha açık bir şekilde göreceğiz. Türkiye 2014’ten sonraki zamanı terör örgütleriyle mücadele ederek geçirdi. Bunun da çok kıymetli bir mücadele olduğu zamanla daha iyi anlaşılacaktır. Özellikle 2015 ve 2016’daki PKK’nın hendek terörü, emperyalizmin Türkiye’ye müdahalesinin nerelere varabileceğini göstermiş oldu. Türkiye, Suriye savaşını durdurmak ve büyük güçlerin bölgemiz üzerindeki tasarruflarına engel olmak için mücadele ediyordu ancak DEAŞ, PKK/PYD, FETÖ gibi bağımlı yapıların müdahalesine maruz kalıyordu.
2014 MİT Tırları baskını, 2015’te başlayan Hendek Terörü ve 2016 FETÖ Darbe ve İşgal Girişimi süreklilik arz eden müdahaleler zincirinin halkalarıdır. Kırmızı berelilerin 16 Temmuz 2016’da Cerablus istikametinde Suriye’ye girmesi ise çok önemli bir dönüm noktasıdır. Çünkü Türkiye, PKK-PYD ve FETÖ’ye El-Bab’a kadar gidip DEAŞ’ı bertaraf etmek suretiyle cevap verdi.
TÜRKİYE, ABD’Yİ AÇIĞA DÜŞÜRDÜ
Türkiye üç terör örgütü arasında koordinasyonu ne zaman gördü, tam bilemiyoruz. Fakat 15 Temmuz’dan hemen sonra atılan adımlar Türkiye’nin nereden başlaması hususunda açık bir fikre ulaştığını gösterir. Suriye’nin kuzeyindeki DEAŞ unsurları temizlendikçe asıl kaybedenin FETÖ ve PKK-PYD olduğu kısa zamanda anlaşıldı. Amerika, İngiltere ve İsrail’in bölge siyaseti de DEAŞ gibi terör unsurlarına bağlıydı. Türkiye’nin DEAŞ’ı bertaraf etmeye başlamasıyla Amerika’nın bölge siyaseti çöktü. Türkiye, El-Bab’a kadar uzanan bir alanda DEAŞ’I bertaraf ederek Amerika’nın PKK-PYD vb. terör örgütlerini bahanesiz koruduğunu ve yönlendirdiğini açığa çıkarmış oldu.
KÖRFEZ, BATI VE TERÖR İÇ İÇE
Bu dönemde Suriyeli muhacirler için güvenli bir hayat alanı inşa etme fikrinin de temelsiz olmadığını görmüş olduk. Afrin’in teröristlerden temizlenmesi ve İdlib çatışmasızlık bölgesinin oluşturulması üç terör örgütünün birbirine ne kadar bağlı olduğunu gösterir. Amerika, İngiltere, İsrail, Almanya, Fransa, BAE, Suudî Arabistan, PKK, DEAŞ ve FETÖ iç içe girmiş durumdaydı; Türkiye bunu bütün dünyaya gösterdi. Süreç hâkimiyeti belirli düzeyde Türkiye’ye geçmiş oldu.
Türkiye’de Suriyeliler bahsinin kasıtlı olarak yanlış zeminlere çekildiğini görüyoruz. FETÖ, Suriye bağlamında Türkiye’yi terörizme destek veren ülkeler arasına dâhil etmek istemişti. PKK da FETÖ’nün peşinden giderek Türkiye’nin yalnızlaştırılma sürecine çok yoğun bir destek verdi. Suriyeliler üzerinden Türkiye aleyhine propaganda yapmaktan hiçbir zaman vazgeçmediler. Bu iki bağımlı yapının örgütlü faaliyetler çerçevesinde Türkiye’ye attıkları iftiralar toplumda karşılık bulmayınca aynı faaliyetlerin başka kimliklere bürünerek yapıldığını görmeye başladık. Türkiye’deki Suriyelilerin “kötü” bir dille tartışılması bu bakımdan çok önemlidir. Alman aşırı sağının yabancı düşmanlığı dili Türkiye’ye ithal edildi. “Kötü niyet” o kadar barizdi ki Suriyelilerle ilgili ilk düzenleme girişimini yerden yere vurarak çözümsüzlüğe oynadıklarını göstermiş oldular. Türkiye’yi hareketsiz bir hâlde bırakmak istedikleri açıktı.
Göçün başladığı günlerden bu tarafa Türkiye’deki Suriyelileri, aleyhte propaganda malzemesi olarak kullandılar. Bu sebeple Türkiye’nin herhangi bir adımını mahkûm etmek istemelerine şaşırmamak gerekir. Adeta Suriyeliler üzerinde tepindiler. Bunlara rağmen Türkiye, Suriye meselesini bir bütün olarak görmekten asla vazgeçmedi. İstanbul’daki Suriyelilerle “barış koridoru”, İdlib ve Afrin, El-Bab ve Münbiç birbirinden bağımsız değildir. Türkiye çözüme doğru gidiyor. Kırılan coğrafyanın parçalarını teker teker toplayıp bir araya getirmek ve yeniden bir bütün oluşturmak çok zor bir iş. Türkiye bu işin üstesinden gelmek gibi kutsî bir görev icra ediyor. Birilerinin hadsizliği bu süreci gölgelemeye yetmeyecek.
Cerablus ve El-Bab, Afrin, İdlib ve şimdi de “barış koridoru”; Doğu Akdeniz’den İran sınırına kadar uzanan alan koridorda emperyalizmin müdahale aracı terör merkezli bağımlı yapılara göz yumulmayacağını gösteriyor.