İslâmcılar ve İslâmcılık üzerinden hararetli bir tartışma yaşanıyor. Bu tartışmanın sun’î bir gündem oluşturma kaygısından doğduğunu düşünüyorum. Bu sun’î gündemi oluşturanlar bilinçli bir şekilde bu gündemde taraf olmak suretiyle yeni dönem için kendini konumlandırmayı başaracak ve eğer bu konumu siyasî hayata tahvil edebilirlerse kendilerini siyaseten yeniden üretmiş olacaklardır. Bu görüşümüzü ispatlayan ise her iki tarafta yer alan insanların, tartışmayı Tayyip Erdoğan’ın kimleri tasfiye edeceği üzerinden yapmış olmalarıdır. Hâlbuki Türkiye’nin ve Türk-İslâm coğrafyasının temel meselesi, bazı kişilerin gelecekte ne kadar önemli mevkileri işgal edip etmeyeceği değildir. Bu, onların kişisel gelecek hesaplarıyla alakalı bir meseledir ve milletimizin geleceğini ilgilendirmemektedir.
İslâmcılar ve İslâmcılık üzerinden sürdürülen bir tartışma, sun’î bir şekilde ortaya atılmış olsa da kişisel tarihleri itibarıyla İslâmcılık hareketi içinde yer almış kişilerin tartışmaya farklı bir açıdan katkı vermelerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Açık söylemek gerekirse temkinlilik hâli, sürecin farklı yönlere doğru kaymasına ses çıkarmamak şeklinde algılanabilir. Her ne kadar İslâmcılar geçmişte aktif bir katılım göstermemiş olsalar da siyasî süreçlerden hepten bağımsız değildiler. Çok hareketli ve her türlü değişimin imkân dâhilinde olduğu bir dönemden geçiyoruz. Küresel ölçekte yeni bir dönemin temelleri atılıyor ve bu yeni dönemde yeni fikirlerin önemini kimse inkâr edemez. Bazı aktörlerin kişisel hesaplarına kurban edilemeyecek bir dönemi yaşıyoruz.
15 Temmuz uğursuz darbe girişimi belki yüz yıl boyunca zihinlerimizi, hayatımızı, düşünce dünyamızı, ruh hâlimizi derinden etkileyecektir. Geleceğin kestirilemeyecek bir zamanında fiilî etkisini belki kaybedecektir fakat bu uğursuz darbe girişimi ile mütemadiyen hesaplaşmak zorunda kalacağız. Çünkü İslâmî kesim her ne kadar FETÖ’ye karşı geçmişte duyarlılık göstermiş olsa da Fetullahçılık meselesini tartışmak mümkün olmadı. 15 Temmuz’a kadar Gülen etrafında şekillenen hareketi bir sapma şeklinde ele almak çok kolay değildi. Bunu bizzat bu terör örgütünün dışında yer alan kimseler engelliyordu. Aynı meselenin günümüzde de bütün yönleriyle ele alındığını söyleyemeyiz. Özellikle geçmişte alenî bir şekilde örgütle iş birliği yapmış kimseler ve gruplar bugünkü hararetli tartışmada taraf oluyorlarsa, burada bir mesele var demektir. Gündemde kalması gerekli konuların hasıraltı edilmesiyle sun’i konular hâkimiyet sağlıyor. FETÖ meselesi bu ülke için ciddî bir travmadır ve gerçek yönleriyle ele alınmalıdır.
Hâlbuki 80’li yıllarda İslâmcıların çok rahat bir tartışma ortamı vardı. Özellikle üniversite gençliği arasında cereyan eden tartışmalar, hararetli bir okuma ve araştırma serüvenine kapı aralıyordu. O kapıdan bir defa girmeyi başaranlar bağımsız bir kimliğe sahip oluyorlardı. Bağımsız bir kimliğe sahip olan kimselerin yakın çevresinden başlayarak toplumun farklı kesimlerini dahi etkileyebildiklerine şahit olduk. Oysa şimdi terör örgütü şeklinde karşımıza çıkan gruplar o zamanlarda bütün elemanlarına “gassalın elinde bir meyyit olma”yı tavsiye ediyordu. Bu tarz bir yönlendirmenin özellikle de gençleri, yaşarken zihnen öldürdüğü, canlı bir cenazeye dönüştürdüğü ve her türlü kullanıma müsait hâle getirdiği inkâr edilemez bir gerçektir. Bu yönde bir anlayışın dinî kesimler arasında hâlâ yaygın olduğunu düşünüyorum. Örnekleriyle birçok defa karşılaştığımız bu tutumun düşünme eylemi üzerindeki olumsuz sonuçlarını, 15 Temmuz’da bütün millet yaşadı. Türk milletinin varlığı tehdit edildi.
80’li yılların hararetli fikrî ortamlarına kıyasla 90’ların ikinci yarısından itibaren dinî yayıncılık önemli bir değişim geçirmişti. Artık arayışlar dönemi kapanmış, “maneviyat” eksenli yayıncılık başlamıştı. Yeni dönemde fikrî tartışmalar geri plana itilmiş, kişisel gelişim devri başlamıştı. Bu dönemde İslâmî kesimin sorumluluktan kaçtığını söyleyebiliriz. Maneviyat adı altında yeni bir gömlek dikilmiş ve gözyaşına boğulmuş aşktan bahseden kitaplar, arayış döneminin etkilerini tamamen bitirmişti. Artık düşüncede, kişisel farklardan bahsetmek mümkün değildi. Kişisel farkların yok edildiği bir ortamda grup taassubunun kazanması kaçınılmazdır. Böyle bir ortamda kişilerin edilgen olması, meyyit olmakta bir sakınca görmemesi gayet tabiî hâle gelir. Körleşme, deliler ırmağından su içmenin faziletli bir davranış şeklinde kutsandığı bir aşamayı beraberinde getirir. Nitekim öyle de oldu. Yayıncılık faaliyetlerindeki değişimi takip etmek bile son otuz yılı anlamamız açısından önemlidir.
Bilmek güzel bir şeydir, insanı değiştirir. Bilmek manevî olgunlaşma sürecinde bile önemlidir. İlmin, Müslüman erkek ve kadınlara farz kılındığı bir dine mensup olmak hepimiz için bir iftihar kaynağıdır. Dinimiz ilme bu kadar önem vermiş olmasına rağmen aksi yönde davranış kalıplarını dayatanlar hakkında olumsuz şeyler düşünmekte serbestiz. Onları yargılamak hakkımızdır. Bu açıdan Türkiye’de farklı kesimlerin, yeni dönemin temellerinin atılma sürecine katkı vermeleri gerekir. İslâmî kesime de büyük sorumluluklar düşmektedir. Yeni bir fikrî arayış dönemine ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz.
Milletimizin ve ümmetimizin geleceği kişisel hesaplara kurban edilemez.