“Türk Vatanı ve Milletinin ebedî varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O’nun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda…”
(TC Anayasası, başlangıç kısmı ilk paragraf)
“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; (…) büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim…”
(Milletvekili yemini, TC Anayasası 81. Madde)
“Demokratik Toplum Partisi (DTP), terör örgütüyle olan bağlantıları da değerlendirildiğinde, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline geldiği anlaşıldığından, Anayasa’nın ilgili maddeleri gereğince kapatılmasına oybirliğiyle karar verildi…”
(11 Aralık 2009, Dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç)
Vatanseverlik… Yaygın anlamıyla yaşadığı, havasını, suyunu tükettiği toprakları seven ve her türlü özveride bulunma duygusunu taşıyan insanlara vatansever deniliyor. Ancak, kimlerin aynı vatanın insanları sayılabileceği ve vatana karşı hangi hizmetleri yerine getirmekle yükümlü olduğu konusunda ortak bir fikir oluşturmak hayli zor. Söz konusu, ‘vatanseverlik’ adı altında ihanet zincirlerinin kurulduğu Türkiye ise bu zorluğun seviyesi gittikçe yükseliyor. Paralel Yapı mensuplarının tam bir vatansever görüntüsü altında ülkemizde nasıl bir ihanet çemberi kurduğunu gördük, henüz bilmediğimiz ihanetleriyse gün yüzüne çıkmayı bekliyor.
‘Vatanseverlik’ tanımı günümüz şartlarında oldukça karmaşık bir hale bürünse de aslında önümüzde netleşen bir fotoğraf var. CHP’nin tüm Türkiye’nin önünde verdiği fotoğraftan bahsediyorum. Her ne kadar yaması da yama tutmaz hale gelse de, mevcut Anayasamızın direği olan ‘vatanın bölünmez bütünlüğü’ ilkesi CHP’nin dilinden kurtuldu artık. Anamuhalefet partisi, geçtiğimiz hafta yapılan dokunulmazlık görüşmelerinde HDP ile birlikte kadrajlandığı fotoğrafın nasıl okunduğunu anlayıp ikinci tur oylamada geri adım atsa da bir potansiyeli ortaya koydu. Kılıçdaroğlu’nun CHP’si, halk düşmanlığından devlet düşmanlığına evrildi.
Vatanın bölünmez bütünlüğü ilkesini diline en çok dolayan, çarpık, tutarsız, bağnaz ve toplumda artık bir karşılığı olmayan ideolojisine kalkan yapan CHP, ülkeyi bölmek için fiili olarak terör üreten suçlulara ortak olma girişiminde bulundu. Devlet, topyekûn bir halde terörün tüm odakları ile mücadele ederken, siyasete terör bulaştıranların yanında duruş gösteren Kemal Kılıçdaroğlu, daha dün uğruna kan dökmek istediği Anayasa’ya da alenen ihanet etti. Arada milletvekili yemini de boşa düştü tabi. Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye’yi şu anda içeriden ve dışarıdan saldırılarla bölmeye çalışan terör örgütü PKK ile organik bağı olan HDP’yi hangi mantık çerçevesinde korumaya aldığını açıklayamayacağı için de referandum riskini göze alamadı. Fakat dediğim gibi, verdiği fotoğraf siyasetin arşivinde en fazla kullanılacaklar rafına konuldu.
Peki, birinci tur oylamada dokunulmazlıkların kalkmasına “ret” oyu veren CHP ikinci tur oylamada da aynı tavrı gösterseydi ne olacaktı? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da dediği gibi referanduma gidilecekti. CHP işte o zaman belki de siyaset tarihinden silinecek ve Cumhuriyet’in bekçiliğini HDP’ye devretmiş olacaktı. Türkiye, Ağustos ayında referanduma gitseydi bir ilki yaşayacaktık ve muhafazakâr sağ AK Parti ile milliyetçi sağ MHP “çoğunluk” olarak ittifak yapacaktı. Milliyetçi muhafazakâr çoğunluğun karşısında ise; sosyal demokrat, ulusalcı, etnik ve mezhepsel öncelikleri olan, hatta yasadışı örgütleri de barındıran sol bir blok yer alacaktı. Böyle bir oylamanın muhtemel sonucunu yine Cumhurbaşkanı Erdoğan açıkladı ve “yüzde 80’lik” bir evet oranından bahsetti. CHP ve HDP aynı zamanda “yerli” ve “milli” kavramları karşısında da sınav verip kaybetmiş olacaktı. Kılıçdaroğlu bu sonucu göze alamazdı.
CHP liderinin gördüğü büyük fotoğraf daha farklı aslında. Dokunulmazlık meselesinde ittifak yapan AK Parti ile MHP’nin, Anayasa ya da Başkanlık sistemi için de benzer bir koalisyonu kuracak olmasının kapısı aralanacaktı. Bununla birlikte CHP tabanındaki milliyetçi, hatta ulusalcı seçmeni de söküp alacak bir uzlaşma modeli oluşacaktı.
Kılıçdaroğlu, ikinci tur oylamada referandumdan değil, AK Parti-MHP ittifakından kaçtı açıkça. Fakat bu kapı Devlet Bahçeli tarafından kapatılmış değil. Paralel Yapı’nın saldırısı altındaki Bahçeli, meselenin kendisi değil de oturduğu koltuk olduğunun farkında. Ve koltuk üzerinden devlete karşı yeni cephe açılacağını çok iyi biliyor. Korsan kongre günü paralel yapının bir aday üzerinde yoğunlaşması diğer Bahçeli muhaliflerinin de gözünü açtı. Koray Aydın’ın çıkışları, Bahçeli’nin direnmekte haklı olduğunu da gösterdi.
MHP, siyaseti, ideolojiyi, önyargıyı ve tüm rezervlerini bir kenara bırakıp devletinin yanında durmasını bilirken, Cumhuriyet’in kurucu partisi CHP ise devletten ve milletten hızla uzaklaşmayı seçti. Kılıçdaroğlu kendisini çok korkutan o büyük fotoğrafı, devletin karşısında verdiği pozu görüp geri adım atsa da CHP’yi geri dönüşü zor bir denklemin içine sokmuş oldu.
Vatanın bölünmez bütünlüğüne kast edenlere arka çıkan CHP, son manevralarıyla kendi tabanında nasıl bir bütünlük ya da bölünmüşlük bulacak, izleyip göreceğiz.