Evamir-i aşere: On Emir…
Yahudiliğe göre Rabb’in, yoldan çıkan İsrailoğulları’nı hakikate davet için Musa Peygamber’e bildirdiği ilkeler manzumesi:
Şirk koşmayacaksın. Her türlü puta tapmayacaksın. Mübarek gün çalışmayacaksın. Anne-babana karşı gelmeyeceksin. Öldürmeyeceksin. Zina etmeyeceksin. Hırsızlık yapmayacaksın. Yalan söylemeyeceksin. Tamahkârlık etmeyeceksin!
Tuhaf bir biçimde dilimize On Emir diye pelesenkleşen bu ilkelerin hiçbiri aslında emir değil; tersine, beheri nehiy. İkisinin arasındaki fark ne? Emir, “Yap!” diyen buyruktur; nehiy ise “Yapma!” diyen… Elbette meselenin burası bu yazının konusu değil.
Hıristiyanlığın ve İslâm’ın da kısmen benimseyerek kendine göre yorumladığı bu ilkelerin Lâtincesi Decalogus. Bu ilkelerin temsil ettiği temaları Dekalog üstbaşlığı altında orta metrajlı on bölümlük bir dizi hâlinde, Polonyalı yönetmen Kieslowski’nin yorumuyla 1987’den itibaren biçimlenmeye başlar ve ertesi yıl içinde tamamlanır.
Televizyon filmleri olarak çekilmesine rağmen seri, hem yönetmenin ülkesinde, hem de tüm dünyada büyük ilgi görür. Dekalog Beş (Öldürme Üzerine Kısa Bir Film) ve Dekalog Altı (Aşk Üzerine Kısa Bir Film) yeniden kurgulanarak sinemada gösterime çıkar hatta. Bu filmlerden birincisi 88’de Cannes’da hem Özel Jüri Ödülü’nü, ikincisi ise aynı yıl San Sebastian’da Büyük Ödül’ü alır. Böylece Kieslowski en önemli yaşayan yönetmenlerden biri sayılmaya başlandı. 1996’daki vefatına kadar tabii ki.
Veronique yenilendi
Günümüzde Krzysztof Kieslowski denilince akla Üç Renk/Trois Couleurs gelmekte. Özellikle de Mavi/Bleu elbette.
Manâ alemine sarkan nadir yönetmenlerden biri durumundaki Kieslowski’nin bir başka şaheseri de elbette Veronique’in İkili Yaşamı/La Double vie de Veronique. 1991’de çekilen ve başrol oyuncusu Irene Jacob’un Cannes’da En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü almasını sağlayan film, yönetmenine ise hem FIPRESCI, hem de Jüri Özel Ödülü’nü kazandırdı.
Aynı oyurncu tarafından canlandırılan ve biri Fransa’da, öbürü Polonya’da yaşayan ve birçok ortak noktası bulunan iki karakterin üzerinden insan zihninin derinliklerine sarkmaya, gerçek ile insanin anladığı, anlamak istediği gerçek arasındaki uçurumu ele alan mücevher kıratındaki film, geçtiğimiz ay yenilendi ve tekrar gösterime girdi.
Fakat Krzysztof Kieslowski’nin keşfedilmeyi bekleyen gizli hazinesi, elbette Dekaloglar…
İzleyicinin konuyu önceden bilerek şartlanmasını engelemek için, filmlere isim yerine numara koymayı tercih eden Kieslowski, az diyalog barındıran, fakat bol miktarda tahassüs içeren cümlelerle örülü senaryoları, adaşı Piesiewicz ile birlikte yazmış. Dizideki her filmin neredeyse ortak sayılabilecek kimi özellikleri var: Her bölüm, bir yanlış anla(şıl)manın etrafında gelişen çarpıcı bir ikilemin doğurduğu bir çatışmayı özetleyerek başlıyor. Ardından da karmaşıklık karşısında modern insanın yaşadığı his ve idrak acziyetini, en azından çarpıklığını sergileyen gelişmelerle genişliyor.
Dolayısıyla her kahraman kendi ahlâk anlayışı doğrultusunda davrandığını sanırken, aslında toplumsal edimler karşısında ne denli birbaşına kaldığını fark ettiği bir sonla yüzleşiyor nihayetinde. O güne kadar öğrendikleriyle, yaşadığı son olay arasındaki tezatta, mutlaka taraf olma zamanının geldiğini anlamak, çoğu zaman kahraman için bir yeni zorunluluklar zincirinin başlangıcı olur.
Meçhul adam ortaya çıktığında
Öğrenilen bilgiyle hayatın bizzat öğrettiği arasındaki uçurumu yaşayan kahraman, genellikle önce bildiği doğrultuda tavır almayı yeğler, fakat olayların gelişimi ona gösterir ki hayat aslında yenilenmelerin toplamı olmalı.
Her bölümde farklı oyuncular yer almasına karşın, olaylar Varşova’daki orta karar bir sitede geçtiği için, arada bir kimi tipler birbiriyle karşılaşır, bazen konuşurlar da. Başka bir ilginç nokta ise her filmde umulmadık bir ânda ortaya çıkan bir yabancının varlığı… Kim olduğu, orada o ânda niye bulunduğu, hangi hadiseye ne oranda dahil olduğu bir türlü açıklanmayan bu meçhul adamın misyonu da belirsiz bırakılır seri boyunca.
Zaten baştan beri amaçlanan, yönetmenin ifadesiyle “hikâyelerin sonunda, çağdaş dünyada artık pek sorulmayan sorular’la izleyiciyi başbaşa bırakmak değil mi? Herkes kendince aramalı kendi sorusunun cevabını. Ve herkesin cevabı kendine.
Dekalog Bir‘deki ‘kurban’ karısının olmadığı bir sırada 11 yaşındaki oğluyla beraber yaşamak durumunda kalan bir matematik öğretmenidir. Bu öğretmen, elbette bilime inanmakta, bilimin her şeyi açıklamak için yeterince veri barındırdığını düşünmekte ve Tanrı’ya evrende pek iş düşmediği görüşünü savunmaktadır. Bilgisayar programları ve satranç gibi hobileriyle birlikte bu çeşit düşüncelerini de paylaştığı oğluyla öğretmen, evlerinin yakınındaki donmuş gölün yüzeyindeki buzun ağırlığa dayanma kapasitesini bilgisayarda hesaplar.
Bilim her şeye kadir!
Ertesi gün çocuğun paten kaymaya gittiği sırada, evinde çalışırken masasındaki mürekkep şişesinin kırılması, onda garip bir kuşku uyandırır ve göle koşar. Göldeki kalın buz tabakası çatlamış ve oğlu da göle düşerek ölmüştür. Hâlbuki bilgisayar verilerine göre, çocuğun ağırlığına dayanamayarak buzun kırılması bilimsel olarak imkânsızdır.
Bilimin asla göze alamayacağı tesadüfle (ya da kader) yüzleşmek ve bu yüzleşmeden doğan sonuç, kimileyin pahalıya patlayabilir.
Dekalog İki‘de yine ilginç bir çelişki vardır: Hiç çocuğu olmamış bir kadının, belki de son şansı olan hamileliğini, çocuk başkasından olduğu için ölüm döşeğindeki kocasına söyleyip söylememe ikilemini anlatan film, kadının kendi kaderini, kocasının ölüp ölmemesine bağıntılamasıyla müthiş bir açmazı sorgulamaya çalışır.
Öldürme üzerine bir film
Dekalog Beş‘te genç ve çelimsiz bir serseri şehrin sokaklarında dolaşmakta, bir avukat adayı son sınavını vermekte ve bir taksi şoförü arabasını silmektedir. Birbirinden habersiz bu üç adamı, kader az sonra çok ilginç bir biçimde biraraya getirecektir. Ortada görünür hiçbir sebep olmadığı hâlde genç adam şoförü öldürür ve mevcut hukuk sisteminin bendesi yeni avukat, katilin avukatı olur.
Mahkeme sanığı suçlu bulduğu için asılarak idam edilmesine karar verir. Yaşadıkları, genç adamı tuhaf bir biçimde etkilemiş gibidir ve infaz öncesinde, belki de hayatında ilk defa biriyle sıcak bir ilişki kurma şansı yakalayınca, avukatına açılır. İnfazın vahşetiyle sarsılan genç avukat için mevcut düzeni sorgulamanın, böyle bir düzen içinde idamın neye yaradığını kavramanın zamanı gelmiştir.
Dizinin en çok ilgi çeken bölümü olan Dekalog Altı, 19 yaşındaki bir gencin, karşı apartmanda yalnız yaşayan bir kadına duyduğu plâtonik aşkı ve aşka inanmayan, aşkın yerine yalnızca cinselliği koyan kadının, olayların gelişmesiyle nasıl bir aşk tutsağı hâline geldiğini anlatır.
İlk bakışta yüzlerce filme konu edinilmiş gibi görünen bu temanın, Kieslowski’nin bakış açısıyla ne kadar başka bir anlayışla yorumlandığı, ne derece etkileyici bir dille anlatıldığı, karakterlerdeki yer değiştirmenin inandırıcılığı hemen belirginleşmekte, filmi hemcinslerinden, melodram kalıplarından sıyırmakta, serinin en sade ama en etkileyici bölümü hâline getirmekte.
Nedir ki ahlâk?
Dekalog Sekiz, üniversitede ahlâk dersleri veren, eserleri birçok dile çevrilmiş, olgun yaşta, hayatta başarılı olmuş görünmesine rağmen içten içe kendinden bile sakladığı yönleri bulunan bir kadını anlatır. Bu yüzden arada bir dalmakta, kendini koyvermekte ve mutsuzlaşmaktadır.
Günün birinde dersine gelen bir öğrenci, ona yıllar önce Naziler’den korumayı reddettiği Yahudi kız olduğunu söyler. En umulmadık zamanlarda yoklayarak huzur kaçıran geçmişin karanlık bir cephesiyle yüzleşmenin, gelecek için geçmişe meydan okumanın zamanı gelmiştir ahlâk hocası için.
Dekalog On ise birbirine benzemeyen iki kardeşin, babalarının cenazesinde biraraya gelmeleri ve cenazeden sonra evdeki değerli pul kolleksiyonunun etkisiyle yaşadıkları değişimi anlatır.
Kardeşler önce pulları elden çıkarmak ister. Eve getirdikleri bir uzmandan, pulların bir hazine değerinde olduğunu öğrendikten sonra vazgeçer ve hiç bilmedikleri filateli dünyasına merak salarlar. Artık işlerini güçlerini bırakmış, gece-gündüz pul düşünür hâle gelmişlerdir.
Bu çarpık yönler barındıran tutku öyle bir hâle gelir ki kıymetli bir serinin eksik parçası için içlerinden biri böbreğini satmaya bile razı olur. Bir gün ev soyulunca iki kardeşi biraraya getiren pullar, bu sefer birbirlerine düşmanca duygular beslemelerine sebep olur. Sonuçta pul tutkusu bir saplantı hâline gelmiş ve her aşırılık gibi kendi sonunu hazırlayan şartları doğurmuştur.
Yeryüzünde bulunuşumuzun sebebi
Tevrat’taki On Emir’den yola çıkarak çektiği orta uzunluktaki on filmlik televizyon serisiyle en iyi yönetmenler arasında anılmayı başaran Kieslowski’nin Dekaloglar‘ı, değişik konularla sanki sürekli aynı şeyi anlatıyor gibi: Yeryüzünde bulunuşumuzun bir sebebi var; farkında olsak da, olmasak da. Ve hayatımızın bir ânında mutlaka bu gerçekle yüzleşme şansı yakalarız. Belki farkederiz o gerçeği, belki de üzerinde durmadan geçip gideriz.
On Emir’i satırı satırına yansıtmak yerine, daha evrensel içerikte konular seçen Kieslowski, böylece yalnızca kendi ülkesine özgü sorunları ele alarak kısırlaşmamış, dünyanın herhangi bir yerinde de geçerliliğini koruyacak birinci sınıf bir felsefi sorgulamanın görüntü destanını çekmeyi başarmıştır.