Keşfin bedeli

İnsanların baskın çoğunluğunun inandıkları, ölümden sonraki hayatın varlığı görüşü, bilimin eliyle de kanıtlanır. Bu beklenmedik keşif “Ohhh ne âlâ…” diyerek geçiştirilemeyecek kadar mühim bir meseledir. Çünkü böylelikle insan için yaşantı denilen bu deneyimin, daha doğrusu, deneyin pek bir manâsı da kalmamaktadır. Öyle ya, nasılsa bu dünyadan sonra gidilecek başka bir âlem vardır. İyi veya kötü, herkesin orada bir yeri, bir konumu zaten hazırsa bu ‘dünya sürgününü’ uzatmanın manâsı ne?
Bu keşfin açıklanmasından sonraki altı ay içerisinde 1 milyondan fazla insan intihar etmiştir. Mesele ciddidir.
2017 yapımı Keşif’in (The Discovery) teması bu. 40 yıldır bu konu üzerinde çalışan Thomas Harber adlı Amerikalı bir doktor, ‘varolmanın yeni bir boyutu’ diye tasvir ettiği öteki hayatı bulduğunu kanıtlamıştır. İddiası şudur: İkinci hayat, cennet, cehennem ve ruh gibi üçyüz yıldan fazladır metafizik denilen ve gün geçtikçe itibar kaybeden kavramların varlığının veya yokluğunun ötesindedir. Bedenin ölümü sonrasında bilincimizin bir kısmı bizden ayrılır ve başka bir boyuta geçer. Doktor bir makine yapar ve ölen insanın beyin dalgalarını atomaltı düzeyde yakalamayı başarır. O bir kısım bilincin nereye gittiği belli değildir ama bir yere gittiği kesindir.
Söylemeye hacet yok; keşif, insanlık tarihinin en merkezi hadisesi hâline gelmiştir. Hatta insanlık tarihi, keşif öncesi ve sonrası diye tam ortadan ikiye bölünecektir.
Keşfin üzerinden iki yıl geçmiştir. Kâşif keşfettiği şeye dair bambaşka görüşler savunsa da bu zaman zarfında 4 milyondan fazla insan intihar etmiştir. Çünkü ifadeniz ister bilimsel olsun, isterse felsefi veya sanatsal, hatta gündelik bilgiye denk gelsin, sonuç değişmez: Sizin ne söylediğiniz değil, muhataplarınızın sizi nasıl anladığı esastır.
Peki keşfin ölüm algısı üzerindeki etkisini farkedebildiniz mi? Keşif öncesinde ölüm, çok ağır bir zorunluluktu. Kabullenilmesi gereken ıstırap yüklü bir yüktü. Üstelik, inanan ve inanmayan herkes için belirsizliklerle dolu, kaçınılması gereken karanlık bir dönem anlamına gelmekteydi. Hayatın zıddıydı ölüm. Cansızlığın… yaşamamanın… Keşifle birlikte ise ölüm, istenen, arzulanan, beklenmesi gerekmeyen, istenildiğinde ulaşılabilecek umut yüklü bir kabule dönüştü. Cansızlığın ve yaşamamanın değil, başka bir canlılık formunda yaşamaya devam etmenin adı hâline geldi. Bu dünyada işleri rastgitmeyenlerin bile istifade edebileceği ikinci bir umuttu artık. Yeni bir tabula rasa. Kimbilir, belki ilkinden bile parlak!
Elbette fark bu kadarla sınırlı değil. Ölümden sonraki hayat kadar, şimdi ve buradaki hayat da değişmiştir. İçeriği değil, anlamı. Öyle ya, yaşamak demek, hayata bir anlam bulmak demekti. Aramak… bazen de bulmak. Müktesebatınıza göre o anlamı bulursunuz, bulduğunuzu zannedersiniz; bulur, sonra tekrar aramaya devam edersiniz. Başkalarının bulduğu anlamları, onlardan çok daha güçlü bir inançla savunursunuz. Hatta kimileyin, hayatın anlamını aramadığınızı bile zannedebilirsiniz. Yahut böyle bir arayışın ne kadar saçma olduğunu her fırsatta söylersiniz. Öte yandan, siz farketseniz de, farketmeseniz de “Hayat, yaşamak için vardır; üzerinde düşünmek için değil.” kabulü bile hayata bir anlam yüklemekte.
Yahut hayatın anlamını siz keşfedersiniz.
Bilerek veya bilmeyerek her insan, aslında hayata bir anlam katar.
Doğru, yalan, yanlış, inanç, iman, kabul, görüş, yönelim, meyil… Çok farklı nitelikler barındırsa da her anlamın tek bir iddiası vardır: belirsizlikten kurtulmak!
Keşifle birlikte hayatın anlamı da, daha doğrusu, hayata anlam arayışı da değişmiştir.
Ölüm ile yaşam, anlam bakımından yer değiştirmiştir âdeta.
Bilirsiniz, hangi inançta, hangi dünya görüşünde, hangi etnisitede, hangi kültür havzasında, hatta hangi cinsiyette olursa olsun, insan dünyaya yapışık bir mahlûk. Dünya tarafından kuşatılmış ve onun tarafından belirlenmiş. O yüzden de bütün hayalleri, rüyaları, gerçeğe denk gelip gelmeyen bütün tasavvurları da dünyalı kalmak zorunda.
İnsanın hayalde bile dünyayı aşması muhal. Olanca ‘babalanma’larımıza rağmen böyle bu; dünyaya mahkûm bir varlığız.
Öte yandan, kabul edelim veya etmeyelim, inancımız ne olursa olsun, geçen yüzyıldan itibaren eğitim gören, hatta çoğunlukla görmeyen her zihin için mutlak doğrunun adresi artık tanrı değil, bilimdir. Hatta bu durum, popüler düzeyde, tanrının kelâmının bile tartışmaya açık olduğu ama buna rağmen bilimsel gerçeklerin, lâboratuvarda defalarca denendiği için doğruluğundan şüphe edilemeyecek gerçekler sayılması gerektiği örtük kabulünü doğurmuştur. Dikkatinizi çekerim, kendilerine sorduğunuzda insanlardan bu cevabı alırsınız demiyorum; tersine, hangi inancı veya görüşü savunursa savunsunlar, kabullerini birazcık kazıdığınızda karşılaşacağınız manzaradan sözediyorum. Bilim adlı yeni inanç, kendisinin dışındaki bütün inançları teslim almıştır.
Öte yandan, popüler kabulün zıddına bilimsel bilgilerin, bir önceki bilimsel bilgilerin yanlışlanmasıyla geçerlilik kazandıkları, dolayısıyla bırakalım sorgulanamazlıklarını, geçerliliklerinin bile sınırlı olduğu bilgisi, ancak erbabının malûmu.
İşin bir başka yönü daha var: Keşifle birlikte tartışılamaz bir kesinliğe kavuşan öteki dünyaya bir ân önce ulaşmak varken hâlâ burada sürünmeyi düşünenlere ne demeli peki? Zaten gitmek üzere yaratıldığımız için önünde-sonunda gidilecek o yere, niçin geç gidelim ki! Demek istediğim keşif, hayatın anlamını değiştirmekle kalmadı, hayatı düpedüz anlamsızlaştırdı. Doğru, hayat aynı hayat. Ama anlamı değişti.
Anlamı değişen her şeyin, ‘kendisi’ de değişir.
Keşif adlı film, hayat ile ölümü, bilim ile inancı karşılaştırırken, aralarındaki dünyeviliğin altını çizmekten de geri durmuyor.
Hayat, ölüm, ölümden sonraki hayat, varlık, anlam, değer, varoluş, tükeniş, aşk, yalnızlık, toplum, tanrı, inanç, iman, bilgi, bilim, kabul, fark ve elbette keşif gibi birçok derin meseleyi yeniden gündemimize dahil etmeyi başaran, üstelik bu konuda kendi kabullerini dayatmak yerine, muhatabın kendine mahsus kabullerini bir şekilde çağrıştırmayı amaçlayan; bir yönüyle bilim-kurgu ve drama melezi olağan bir yapım var karşımızda. Öbür yönüyle ise zihni ve hissi etkisi uzun süre geçmeyecek, geçtiğinde de muhatabında kalıcı izler bırakacak bir film. Daha doğrusu, izleyicisinin düzeyine göre içlemi ve kaplamı esneyebilecek tarzda tasarlanmış.
Keşfedilmeyi bekleyen bir film Keşif.