Mustafa Kemal’i ölüme götüren İnönü, 27 Mayısçılar, 12 Eylülcüler ve 28 Şubatçılar zulümlerini neye sığınarak yapmışlardı? Tabii ki Kemalizm!
CHP, milletin inançlarına yönelik saldırılarını ne üzerinden yapıyor? Elbette Kemalizm!
İslam’a ‘Ortaçağ’ diyerek güya hakaret ettiğini sanan dönme ve sapkınlar neyin arkasına saklanarak söylüyorlar rezil sözlerini? Şüphesiz Kemalizm’in!
Demek ki, Kemalizm bunların zulüm ve küfürlerine sığınak yaptıkları araç ve ortak paydaları!
Türkçülük mü yapmak istiyorsunuz? Dönmeliğinizi mi gizlemek istiyorsunuz? Faşizme mi meyillisiniz? Alevilik maskesi altında Marksizm mi dayatmak istiyorsunuz? Celladınıza âşık mı olmak istiyorsunuz? Devleti mi ele geçirmek istiyorsunuz? Darbenize gerekçe mi lazım? İslam düşmanlığı mı yapmak istiyorsunuz? Osmanlı’ya küfür etme ihtiyacı mı duydunuz? Eşcinsellik propagandası mı yapacaksınız? Devleti mi hortumlayacaksınız? CHP’de yönetici mi olmak istiyorsunuz? Dersim katliamını gizlemek mi istediniz? Soygununuza maske mi gerekiyor? Tarikatlara sövme ihtiyacı mı hissettiniz? Bir vakfı veya bir hoca efendiyi mi aşağılayacaksınız? Kaçak yapınızın yıkılmasına mı engel olmak istiyorsunuz? Masonik faaliyetlerinize kılıf mı lazım? Bir başkasını aşağılamaya mı niyetlendiniz? Derin devletçilik mi oynayacaksınız? Kurban bayramından mı rahatsız oldunuz? Kitabınızın çok mu satması lazım? Diğer ülkeler adına yaptığınız ajanlık faaliyetinizin üstünü mü örtmek istiyorsunuz? Millî olanı kötülemek mi niyetiniz? Özgürlükleri mi kısıtlamak istiyorsunuz? Aileyi yok etmeyi mi kafaya koydunuz? Birini ihbar etmeyi mi düşünmektesiniz? İçinize üflenen şey kendi tarih ve değerlerinize yabancılaşmak mı?
Bütün bunlar için size Kemalizm yeter! Evet, hepsi ve daha fazlası için Kemalizm size on numara bir sığınak… CHP’nin ve Ankara Barosunun bu meyandaki ahvali ortada…
Mustafa Kemal parlak veya değil, bir Osmanlı paşasıydı. Yani gökten zembille inmedi. Hani “o olmasaydı olmazdık” diye zırvalayanlar var ya, o varsa Osmanlı sayesinde var, ama bu sadece akıllı insanların bilebileceği bir şey. Kemalizm afyonu yutturulmuş, tarih bilgisi fukarası bazı kimseler, Selçuklu, Osmanlı ve Anadolu diye bir yer yokmuş da yahut tümüyle elden çıkmış da, bir kahraman çıkmış, tek başına herkesi buralardan kovmuş, sonra sümme hâşâ yoktan bir halk/millet var etmiş gibi sözler ediyorlar.
Biz, mâzisi, geleneği, ceddi, tarihi, fetihleri, inancı olmayan köksüz bir millet miyiz ki, gücü yetmeyen biri bizi var etsin? Eğer o zat, tek başına bir şeyler yapmaya muktedir idiyse, İsmet İnönü, Kasım Gülek, Mim Kemal Öke ve diğer mason ekibin kendisini öldürmesine neden mâni olamadı?
‘MİLLİYETÇİ’ KEMALİSTLER
Türklerin Korkut Ata’dan sonraki yani Müslüman olduğu Asrı Saadet zamanından Kemalizm’e kadar ki dönemi yok etmeye çalışarak, alfabesini değiştirip mazi ve tüm medeniyet birikimi ile irtibatı kesen, kılık-kıyafetinden ezanına kadar her şeyini değiştiren, Müslüman Türk’ün hem Ümmet, hem de insanlık üzerindeki güç ve izzeti olan hilafetini kaldıran, inancından mukaddes kitabına her şeyini yasak eden, geçmişine küfreden, Kuzey Afrika’dan Viyana’ya dek uzanan toprakları Türk yurduna çeviren fatihlerin, Oğuz Han’ın, Sultan Alpaslan’ın, Sultan Fatih’in çocuklarının tüm mallarına çöküp gâvur ellere ölümüne sürgüne gönderen, Misak-ı Milli içindeki neredeyse Anadolu’nun yarısı kadar toprakları başkalarına hibe eden, dönmeleri yani “Kâbe Arab’ın olsun Çankaya bize yeter” narası atan, Türk olmayanları Türk’müş gibi kaydedip, devlet ve milletin başına musallat eden, ulema sınıfını asarak cenaze kaldıracak adam bile bırakmayan, ecdadın bin yıllık alfabesini yok eden, kitabeleri bile kazıyan, eğitim müfredatını Alman Yahudilerine yaptıran, camileri kapatan, Sultan Ahmet gibi şaheseri Bizans dönemi anfitiyatrosuna çevirmeye kalkan, Ayasofya’yı müzeye çeviren, Türklük iddiasında bulunup Türk dilini bir Ermeni’ye emanet eden ve Azerbaycan Türklerini Boraltan köprüsünde Rus’a öldürten, kısaca bizi biz yapan her şeyi içki sofralarına meze edip, bunun üstüne Yahudi Moiz Kohen’den Türklük öğrenen ve onu bu millete dayatan Kemalizm’e âşık, buna rağmen kendisini “Türk milliyetçisi” olarak tarif edenlerin hâllerine akıl sır erdiremezdim. Lakin mesele bundan ibaret değilmiş…
‘MÜCAHİD’ KEMALİSTLER
Biz, Türk milliyetçiliği yapanların Kemalistliğine taaccüp ederken, şimdi başımıza bir de “mücahid” diye bağıranların Kemalistliği çıktı.
Kendini ‘dindar’ veya ‘muhafazakâr’ olarak tarif edip, namaz kılan, hatta örtünen veya sakallı Kemalistler türedi… Anlamaya, dinlemeye bile tahammülsüz “mücahid” tipler. Onların bu hâllerini asırlar evvel Ömer Hayyam şöyle dile getirmiş:
Celladına âşık olmuşsa bir millet,
İster ezan, ister çan dinlet.
İtiraz etmiyorsa sürü gibi illet,
Müstahaktır ona her türlü zillet.
KEMALİZM’E İMAN EDENE BİR ŞEY DENMEZ
Kemalizm projesinin pozitivist bir inanç olduğu ortada. Kemalist doğmuş ve ona iman eden, İslam ve ecdat ile derdi olanlara ve dahi Kemalist olarak ölmeye yemin etmiş kimselere diyeceğimiz yok. Yol, tercih ve hesap onların meselesi. Lakin Kemalizm’i maske ederek; bize, devletimize, milletimize, İslam ve mukaddesatına saldırmak isteyenler ile fukara aklıyla üç günlük dünya menfaati için pozitivist bir inancı satın alan mücahid kılıklı muhafazakârlara diyeceklerimiz var.
Aslen Türk olmadığı halde Türk gözüken ve bir kısmı da Müslümanmış gibi yapanların Kemalistliği tabiî bir durum olup, mâzur görülür. Fakat sizlerin ki asla…
Benim öz dedem, Balkan savaşlarına, Çanakkale’ye katılıp dönmüş, ardından seferberlik ilanıyla yeniden cepheye koşup orada şehadet şerbeti içmiştir. Bu topraklar, kalubeladan beri Müslüman olan dedelerimizin kanlarıyla sulanmış, anamızın ak sütünden daha helâl ve daha bizim topraklardır. Bize ne birileri bahşetti, ne de herhangi bir şeyimizi birilerine borçluyuz.
Bizim elbette borcumuz çok. Ama bu borç önce bizi yaratan, yaşatan ve hesaba çekecek olan Allah-ü Teâlâ’ya, sonra bizi yegâne sahih din İslam’a davet eden Rasüllulah (s.a.v.)’a ve bu toprakları bize emanet eden dedelerimizedir.
KRAL ABDULLAH, ANKARA’YA NE TEKLİF ETMİŞTİ?
Ürdün Emiri 1. Abdullah, 1 Haziran 1937’de Londra dönüşü güya Filistin meselesini görüşmek görüntüsünde Ankara’yı ziyaret eder. Mustafa Kemal Paşa ile görüşür ve çok mühim bir teklifte bulunur. Daha henüz İsrail kurulmamış… Fransız Suriye’den çekilmek üzere… Suriye’de Fransa güdümünde müstakil bir Arap devleti kurulmasını istemeyen Emir Abdullah, Mustafa Kemal’e İskenderun (Hatay) Meselesinde olduğu gibi Suriye topraklarının da Musul ile birlikte Türkiye’ye ilhak edilmesi gerektiğini iletir.
Ancak görür ki, Ankara Filistin’deki sıkıntıları umuruna bile almamaktadır. Ayrıca ne Misak-ı Millî diye bir dert vardır, ne de Musul ve Suriye’nin yeniden Türkiye’ye iltihakı teklifi ciddiye alınır. Emir, bu bölgelerin Türkmen yurdu olduğunu ve Türklerde olması gerektiğini ısrarla dile getirse de Ankara’nın tek bir derdi vardır: Devletlerinde Osmanlı hanedanına müsamaha gösterilmemesi… Ankara’nın yaklaşımından rahatsız olan Emir Abdullah bir yıl sonraki Mustafa Kemal’in cenaze törenine bizzat katılmayarak tepkisini ortaya koyar.
Doğdukları Selanik’i, bu gün bir kısmı Yunanistan, bir kısmı da Bulgaristan’da kalan Batı Trakya’yı, 12 adaları, Batum’u, Ruslara bırakılan Nahcivan ile bugünkü Ermenistan’da kalan pek çok yeri, Irak’a kalan Musul, Kerkük, Süleymaniye ve Erbil ile ilgilenmeyenler Suriye’nin tümünü alacaklar ha…
Yemekler yenilir, kahveler içilir, hediyeleşmeler yapılır ve herkes kaldığı yerden yoluna devam eder.
Bunu niye naklettiğimizi anlayan anlamıştır. Ancak iş burada da bitmez. Fransız gider, Suriye devleti kurulur. Konyalı Şükri Kuvvetli, Suriye Cumhurbaşkanı olmuştur. İç darbe ile devrilince milyonlarca Türkmen ayaklanır. Halep Kalesine Türk bayrağı dikerler. Türkiye’ye katılmak için yardım isterler ama yönü Batı’ya dönük olan, güya Türkleri yücelten Kemalist Ankara, Suriye’den yükselen çığlığı duymaz, görmez. Dolayısıyla umuruna bile almaz…
Dersim’de yaşananlar mâlûm… O güne ait bazı belgeler neşredilse yer yerinden oynar oynamasına da, mücahidlerin Kemalistleştiği bir zamanda Kemalistleştirilen Aleviler o acı günleri umursar mı emin değiliz.
Kemalist dayatmacıları, yapıp ettikleri ve anaokuluna adım attığınız gün başlayan İnkılap tarihi çivilemesi yetmezmiş gibi, birileri diziler çekiyor. Sakın işin ucunda, para ve iktidarın altını oymak olmasın. Diğer yandan öldürdüğü ileri sürülen korona illeti için herkes evlerine kapatılırken, dinî hayattan ticarete, sosyal hayattan cenaze merasimlerine kadar her şey yasak veya sınırlanırken, üstelik sokağa çıkma yasağı gününde anıtkabirde yapılan merasim bize ne söyler?
Azınlığın çoğunluğa tahakkümünün hâlâ en şedid haliyle sürdüğüne dair başka delile ihtiyaç var mı?