Üsküp’ün tam ortasından geçenlerin gözüne ilişen bir kule var. Doğrusu çocukluğumdan beri her gün silüetini gece de olsa gündüz de olsa gösterirdi bana. Hakkında türlü efsaneler de söylenirdi. En üst kubbesine saplanmış bir ok vardı, saat kulesi olduğundan ve bir dönem saatleri yerinde olmadığından biz çocuklar mahallede ona bakar türlü hikâyeler türetirdik; saatlerini çalmaya çalışanlar varmış, hırsızı fark eden bir asker ok atmış ancak oku kubbesine saplanmış, şeklinde. Saat kulesinin kendine has turuncu tuğlalarından oluşan duvarı ise güneş ışınları ile birleşince rengi iyice belirginleşirdi. Etrafındaki mahalleye de adını vermişti neredeyse “saat kule mahallesi”.
Üsküp’ü gören bir tepenin üzerine kurulmuş, her Ramazan ve bayramda mahya ile Sultan Murat Camiinin minaresini süslerdi. Saat Kule ve Sultan Murat Camii aynı külliye içinde aslında, yanlarında da iki türbe. Beyhan Sultan Türbesi caminin avlusu içinde güneybatı köşesinde yer almaktadır. Bir de Dağıstanlı Ali Paşa Türbesi, caminin doğu cephesindeki beden duvarına bitişik şeklindedir. Üsküp’te aslında o kadar çok türbe varmış ki, birçoğu kaybolmuş bazıları korunmuş, bazılarının ise sadece taşları kalmış. Şehrin Müslüman kesiminde yürürken aslında ailelerimiz bazen tembihlerdi bizi, falanca yerden geçme, üstüne basma, derken yine masal şeklindeki hikâyelerle evliyaların hayatları anlatılırdı. Cami mihrabının tam arkasında ise bir medrese mevcutmuş. Hatta Üsküp doğumlu Yahya Kemal Beyatlı anılarında “mektebe nasıl başladım” konulu bir yazısında bu medreseden bahsetmiştir. Beş yüz senelik bir vakıf olduğu ve ona “yeni mektep” denildiğini yazmıştır. Mektebe başladığı ilk gününü bütün detayları ile anlatır, Saat Kule’nin olduğu bayıra “Saat Bayırı” denildiğini söyler “…Hele Saat Bayırı denilen yere geldik. O bayırdan Sultan Murad’ın caminin olduğu tepeye çıkacaktık. Mektep ona bitişikti. Mektebe vardık. Bir avlu yanında Beyanbaba Türbesi denilen çok muhteşem bir türbe, sonra mektebin binası göründü.”
Yahya Kemal’in notlarında ismi geçen Beyanbaba Türbesi aslında Beyhan Sultan’a aittir. Sultan II.Murad’ın Üsküp’te kendisi için yaptırdığı söylenen türbede Beyhan Sultan ve kocası Gazi Hüseyin Bey ile birlikte yatmaktadır. Fakat Üsküplüler Beyhan ismini erkek sandıklarından bu türbeye zamanla Beyanbaba dediklerini söyler. Bazı rivayetlere göre de Kanuni’nin kızkardeşi Beyhan Sultan’nın türbesi olduğu söylenir. Ferhat Paşa’nın idamından sonra saraydan ayrılıp Üsküp’e gelir ve burada vefat eder. Çocukluğu ve o mektepte okuduğu yıllarda Üsküp’ü Saat Bayırından seyreden şairin elbetteki Üsküp şehri için yazdığı “Kaybolan Şehir” şiirinde etkisi olacaktır. Mektepte okuyan öğrencilerin kış aylarında o bayırdan karlar üzerinde kaydıklarını söyler.
Haliyle bu gibi hatıraları okuyan bizler, günümüzü ve kendi çocukluğumuzu karşılaştırıyoruz. Mektep 1963 depreminde tamamen yıkılsa da camide cemaat eksilmezdi. Kış mevsimiydi ve Ramazan ayında teravih namazını kılmak için Sultan Murad Camiine gitmiştik. Yokuşta şimdi merdivenler var, karlı buzlu havalarda ise oradan çıkmak çok zordu. Caminin arka kısmındaki kapıdan üst kata bayanların olduğu yere çıktık. Genç kızların ve akrabalarımın peşine takılmış, bildiğim dualar ile teravih namazı kılmanın verdiği heyecan içinde saf tuttum. Yanımda benden büyükler gülüşüyordu, çocuktuk en nihayetinde. Yaşlı bir nine kaşlarını çatarak Arnavutça bir şeyler söyledi. Aslında belki de aralarında en uslu duran bendim ama azarı ben işitmiştim. Bundan dolayı da o günü hiçbir zaman unutmadım, çok utanmış ve arkadaşlarıma çok kızmıştım.
Velhasılı Üsküp’ün Sultan Murad’ı günümüzde de muradımızı gerçekleştirmek için dualarımızı bekliyor. Caminin mekânı ve isminin Sultan Murad olmasının tarihi bir geçmişi var elbette. Sultan I.Murad Kosova muharebesinde şehid edildikten sonra naaşı Kosova’dan taşınırken ilk gece konaklanan tepe Üsküp’ün bu bayırıymış. Onun anısına Sultan II.Murat tarafından 1436 yılında cami yaptırılmış. Hatta Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinden önce caminin bulunduğu bu tepeye otağını kurarak Macar topçu ustası Urban ile görüştüğü rivayet ediliyor. Aslında bu günün “tophane” semtinin de geçmişte topların ilk döküldüğü yer olduğu söylenir. Caminin yanındaki Saat Kulesinin ise 1566 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırıldığı varsayılıyor. Kanuni bir sefer dönüşünde diğer şehirlerde gördüğü saat kulelerinden etkilenerek yaptırdığı, Osmanlı Devleti içerisinde inşa edilen ilk saat kulesi olduğu söylenir. Böyle bir tarihi ve hikâyeleri olan Üsküp’ten bahsederken insanın ister istemez Yahya Kemal Beyatlı’nın Kaybolan Şehir şiirindeki mısraları dillere dökülüyor “Vaktiyle öz vatanda bizimken, bugün niçin Üsküp bizim değil? Bunu duydum, için için. Kalbimde bir hayâli kalıp kaybolan şehir! Ayrılmanın bıraktığı hicran derindedir!…” Üsküp’ü ister tarihi, ister duygusu ile anlatan en güzel şiir olarak kaldı bu mısralar yadigâr.
Ne acıdır ki, günümüzde bizler kendi tarihimizi bile tüm gerçekçiliği ile öğrenemiyoruz. Biz Üsküplülere bile bu gibi bilgiler okullarda öğretilmedi. Kaldı ki Türkiye’de yaşayan gençler Makedonya-Üsküp dediğimiz zaman sanki çok uzak bir ülkeden bahsediyormuş gibi yüzümüze bakıyor. Saat kulesi duruşuyla zamana meydan okusa da biz okuyamadık gerektiği gibi. Bizlerin Türkiye sevdasını yadırgayanlar bile oluyor. Evet belki de yaşadığımız ülkede azınlık olarak yaşıyoruz, belki de bir başkentimiz yani şikayetimizi, düşüncelerimizi söyleyecek sesimizi ulaştıracak bir Ankaramız yok. Fakat iğneyle kazmaya benzese de kalemimiz ile ses vermeye devam edeceğiz. Bugünün Türk gençleri gerek eğitim hayatında gerek sosyal hayatta kendini geliştirerek, duruş sergileyerek ve mazisini de unutmayarak kendi mayalarına uygun davranıyor. Yahya Kemal Beyatlı’nın ikinci bir Üsküp ziyaretinde Saat Bayırı’ndan Üsküp’ü seyrederken yaşadığı tedirginliği ve ona bu şehre “Kaybolan Şehir” dedirten duyguyu aslında biz her gün yaşayarak güne uyanıyoruz. Bir gün tamamen kaybolmak korkusu, bırakıp gitmek ve her şeyden pes etmek duygusu kapımızı çalmıyor değil. Bir gün uyanıp “bu şehirden nefret ediyorum” derken de bulabiliyoruz kendimizi. Çünkü şehrin kendisi çelişki, insana dağların bile taşıyamayacağı bir yük yüklüyor bazen. Bazı sabahları ise kokusunu en derine çekerek aşkını ilan ettiriyor kendine, “burada olmamın bir sebebi var” dedirtiyor insana. Her şeye ve herkese inat tüm minarelerim ile başımı tutan boynum ile dimdik ayaktayım yine, çünkü…
“ …Çünkü Üsküp Rumeli’de Türklüğün tekâsüf ettiği yerdir. O kadar Türktür ki, her taşında milliyetimizin ruhu şekillenir.” Yahya Kemal Beyatlı17