Geçen haftaki yazımızda İslam dünyasında yabancı savaşçılar meselesini ele almış, bunların müdahale aracı olarak kullanıldığını ve bu grupların İslam dünyasında ciddî bir tahrifata yol açtığını belirtmiştik. Filistin’de İsrail, Afganistan’da Rus, Irak’ta Amerikan işgali, Fransa’nın Cezayir’deki demokratik seçimlere müdahalesi ve nihayet Suriye’de Esed’in muhaliflerin barışçıl gösterilerine kanlı müdahalesi yabancı savaşçı olgusunu besledi ve büyüttü. Batı basını da bu olguyu terör ile özdeşleştirdi. Bu sürecin çok planlı bir şekilde yönetildiğini düşünüyoruz. Zira yabancı istihbarat örgütlerinin savaşçı grupların içine sızdığı, onları yeniden örgütleyip etkili bir silah şeklinde kullandığı bilinmeyen bir husus değil. Yabancı savaşçıların “terör-barbarlık” kategorisine dâhil edilmesiyle ülkelerin hareketsiz kılınmak istendiği de malumdur. FETÖ’cülerin MİT TIR’ları baskınları hatırlanmalıdır. Türkiye bu gruplarla ilişkilendirilmek istenmişti.
Rusya da dâhil olmak üzere Batı emperyalizmi, dünyanın sömürgeleştirilmesi sürecinde yeni bir hamle dönemine girdi. Özellikle Batı Avrupa ülkeleri ve Amerika yeni sömürge siyasetine meşru bir zemin oluşturmak için “terör ve barbarlık” olgusuna süreklilik kazandırmak istemektedir. Bunun çok kullanışlı bir araç olduğu ve hedef ülkelerde uygulanan her türlü vahşeti görünmez kıldığı yakın tarihteki örneklerle sabittir.
Tahran Zirvesi, Türkiye haricinde Rusya ve İran’ın da yabancı savaşçılar, terör ve barbarlık olgusundan faydalanma yoluna gittiğini açık bir şekilde gösterdi. Her iki ülkenin temsilcileri bir an önce İdlib’in de vurulması yönünde kararlı görünüyordu. Barbarlarla ilgili olmadıkları, Suriye’nin önemli bir kısmında kurdukları hâkimiyetin İdlib için de geçerli olmasını istedikleri her hallerinden belli oldu. Hem Amerika-İsrail hem de Rusya ve İran’ın “terör, yabancı savaşçı ve barbarlar” bahanesiyle kendilerine alan açmaya çalıştıkları şüpheye yer bırakmayacak şekilde açıktır. Türkiye, “barbarların” etkisiz hâle getirilebileceğini, silah bırakmaya ikna edilebileceğini, İdlib’te kalıcı bir barış ortamının tesis edilmesinin mümkün olduğunu söyleyince üzülen sadece Rusya ve İran değildi. Aslında Kavafis, Barbarları Beklerken adlı şiirini tam da böylesi durumlar için yazmış:
“Neden bu beklenmedik şaşkınlık, bu kargaşa?
(Nasıl da asıldı yüzü herkesin!)
Neden böyle hızla boşalıyor sokaklarla alanlar,
Neden herkes dalgın dönüyor evine?
Çünkü hava karardı, barbarlar gelmedi.
ve sınır boyundan dönen habercilere göre,
barbarlar diye kimseler yokmuş artık.
Peki, biz ne yapacağız şimdi barbarlar olmadan?
Bir çeşit çözümdü onlar sorunlarımıza.”
Reyhanlı katliamı faillerinden biri Lazkiye’de yakalanıp Türkiye’ye getirilince Kavafis’ten daha ileri bir aşamaya geçmiş olduk. Barbarları yok ederek bütün insanlığı kurtarmayı tasarlayan “medenîler” açığa çıktı. Barbarlarla medenîlerin Reyhanlı katliamında ortaklık yaptığı anlaşıldı. FETÖ’cü savcı, Reyhanlı katillerine ve katliamın gerçekleşmesine ortam hazırlamış. Bu, katilin beyanı ile sabitlendi. Salt bu savcının kendi ülkesine karşı işlediği cinayet bile FETÖ, Amerika, İsrail, PKK-PYD cinayetlerindeki ortaklığın büyüklüğünü gösterir. Fakat hâlâ Türkiye’de çok güçlü işbirlikçi zümresinin varlığından bahsedebiliriz. Çünkü terör alanındaki derin ilişkiler görünmez kılınıyor.
FETÖ’cülerin ve Amerika-İsrail’in Reyhanlı benzeri cinayetleri biliniyordu. Fakat bu barbarlık meselesini niçin bu kadar ileri götürdüler? Çünkü galip geleceklerine, Türkiye’yi durduracaklarına inanıyorlardı. Hem Türkiye’yi durduracak hem de mağlup edeceklerdi. İşte o zaman küresel adaletsizliğe karşı durmaya çalışan herkesi barbarlıkla, terörizmle suçlayacak ve ona göre cezalandıracaklardı. Fakat Reyhanlı katliamının ve diğer birçok gerçek terör eyleminin failleri yakalandıkça medenîler “dalgın dönecek evine”.
Barbarlık olgusunu tepe tepe kullananlar arasında Türkiye’de de birçok paydaş vardı. Bunlar da Tahran Zirvesi sürecinde arz-ı endam etmekte bir sakınca görmedi. Çünkü onlara göre de “barbarlar” kaybetmişti. Onlar da çok açık bir şekilde İdlib’te muhaliflerin toptan yok edilmesini istediler. Onlar da bolca, barbarların vahşetinden bahsettiler. Fakat aynı şahıslar Reyhanlı katliamında görülen küresel ortaklığa duyarsız kaldılar. Hatta Türkiye’ye getirilen katilin kimliği üzerinden de herhangi bir tartışmaya girmeyecekler. Çünkü onlara göre tanımlanmış bir barbarlar ordusu var, önemli olan tanımlanmış barbarlar ordusunun yok edilmesidir.
Çok cepheli bir savaş içinde olduğumuz muhakkak. Coğrafyamıza yönelik çok kapsamlı bir saldırı var. Çünkü sömürgecilik tarihinde yeni bir aşamaya geçtik. Savaş çok cepheli olduğu gibi paydaşlar da iç içe geçmiş durumdadır.
Yaşadığımız zamanı, tarih içinde kapladığı yer ve taşıdığı anlam bakımından görebilmek çok önemli. Kendi dönemimizi doğru tanımlamak zorundayız. Bireysel konumumuzu tanımlamak bunun neticesinde mümkün olacaktır.